Güncel
Giriş Tarihi : 26-06-2020 16:38   Güncelleme : 26-06-2020 16:38

Türkiye’de İthal Tohum Tartışmaları

90’larda çocuk olmak, biraz da “Türkiye kendine yetebilen bir tarım ülkesidir” şiarıyla büyümek demek. Birer kısır gününe dönüşmesi an meselesi olan yerli malı haftaları, Türkiye menşeli tahıl, sebze ve meyvelerden oluşan yemeklerin resmi geçidi demek. Takvimler 2000’leri gösterdiğinde ‘dünyayı yöneten’ güçlerin(?) yükselişi dikkat çekerken, 2010’lar “tohumu bile ithal eder hale geldik, her şey İsrail’in oyunu” trendinin ışıldadığı yıllar olarak kayda geçti.

Türkiye’de İthal Tohum Tartışmaları

2020’lerin ise tüm dünya için beklenmedik bir biçimde geldiği aşikar. Dünyanın neredeyse tamamını etkisi altına alan bir salgınla, belki de dünyaya dair ‘kıtlık’ olasılığı tartışmaları kimsenin tahmin edemeyeceği, tahmin etmeye cesaret bile edemeyeceği bir manzarayla karşımızda duruyor. Hepimizi evde kalmaya mahkum eden ve teması yasaklayan Covid-19 salgını, tarımsal faaliyetleri de tehdit ediyor.

Bu dört bölümlük dosyada, Türkiye’deki ithal tohum tartışmalarına, Türkiye’deki tarım faaliyetlerinin salgınla mücadelesine ve ithal tohumla ilgili kafa karışıklığı yaratan noktalara bakarak doğru bilinen yanlışların üzerine gideceğiz.

Türkiye bir ithal tohum cenneti mi?  

Türkiye’de tarımda kullanılan tohumların ithal olduğu iddiası, son yıllarda halk arasında sıkça konuşulduğu kadar sosyal mecralarda da kendine genişçe yer bulan bir tartışma. Bu tartışmalar çoğunlukla Türkiye’de kullanılan tohumların yarıdan fazlasının yabancı kaynaklı olduğu söylentisine dayanıyor. Fakat Tarım Bakanlığı’nın her yıl açıkladığı ithalat ve ihracat rakamlarına bakılırsa, Türkiye’de kullanılan tohumların yarıdan fazlasının yabancı kaynaklı olduğu iddiası doğru değil. Bakanlık rakamlarına göre tohum üretiminde her geçen yıl artış gözlendiği gibi, ithalat da çoğunlukla ihracatın altında kalıyor. 

Yine de 2018 yılına dek birbirine yakın seyreden ithalat ihracat dengesinin bozulduğu istisna yıllar var. Özellikle 2015 yılında ihraç ettiğimizden fazlasını satın aldığımız dikkat çekerken, 2018’de ihracat rakamlarının ithalatın iki katından fazla olduğu görülüyor. Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği’nin (TSÜAB) rakamları da bakanlığınkilerle paralel.

Bu dalgalanmayı açıklamak için ilgili yılın ekonomik, siyasi ve hava koşulları düşünebilir. Don, dolu ve kuraklıklarla geçen 2014 yılı tarımsal faaliyetler açısından da oldukça zor bir yıl olmuştu. Buna rağmen 2014 yılı üretim rakamlarında artış gözlendi ve bu artış 2015’te de sürdü. Gel gelelim 2015’te artışı süren üretim rakamlarına rağmen Türkiye, ihraç ettiğinin neredeyse iki katı kadar tohumu ithal etmiş. Erciyes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Aziz Şatana, Türkiye’nin tohum sektöründe bazı tohumlarda dışa bağımlı olması nedeniyle bu dalgalanmaların normal olduğunu ifade ediyor. 

2018 de kafa karıştırıcı bir yıl. Zira birçok ulusal yayında tarımda rekor başlıkları atılmış ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sunduğu tablolara bakıldığında 2018 yılının ihracat rakamlarında ürün bazında radikal bir artış gözlenmiş. Ürün bazındaki bu artışa karşın, ekonomik dönüş, ürünsel bazdaki artış kadar tatmin edici değil. Hatta neredeyse tarım açısından korkunç geçen 2014 yılının toplam ihracat tutarına yakın.

Tutarsızlığı daha iyi anlayabilmek için sadece tohum ihracatı üzerinden bir inceleme yaptığımızda, 2018 yılında 102 bin 786 ton tohum ihracatı ile 151 milyon 691 bin dolar gelir sağlanırken, bir önceki yıl 44 bin 78 ton tohum ihracatından 137 milyon 77 bin dolar gelir elde edildiğini görüyoruz. 2016 yılındaki tohum ihracatı geliri ise ihracatta rekor kırıldığı iddia edilen 2018 yılının ihracat gelirlerinden daha yüksek: 153 milyon 449 bin dolar. Bu nedenle, 2018 yılında tarımsal ürünlerin ihracatında rekor kırıldığı iddiasının ürün rakamları bazında doğru olsa da, ekonomik bazda doğru olduğunu söylemek mümkün değil. 

Aziz Şatana, 2018 yılının tarımda ihracat rekoru olduğu yorumunun eksik ve yanlış olduğunu düşünüyor ve durumu şöyle açıklıyor: “En kaliteli buğday makarnalık buğdaydır. İtalya bu işten çok para kazanır. Ancak bizim buğday kalitemiz çok düşük ve daha çok ekmeklik buğday ürettiğimiz için yeterince para kazanamayız. Dünya borsalarında makarnalık buğday fiyatı ekmeklik buğdaydan daha yüksektir. Yağlı tohum üretimimiz ihtiyacımızın yarısını karşılar. Dışarıya bağımlıyız. 2,5 milyon ton yağlı tohum ihtiyacımızın ancak 1,3 milyon tonu içeride üretilir. Özetle ihracat rekoru yorumu yanlış ve eksiktir.”

İthal tohumdaki büyük İsrail korkusu

İthal tohuma Türkiye’de büyük tepki duyulmasının ikincil nedeni, ithal tohumların neredeyse tamamının İsrail menşeli olduğu sanrısına dayanıyor. Bu, sosyal medyada da kendine sıkça yer bulan bir iddia.

Zaman zaman devlet adamlarının çıkışlarıyla da alevlenen büyük İsrail öfkesi, tohum tartışmalarında daha belirgin. İsrail’in “biyolojik bir silah” olarak tasarladığı düşünülen tohumların Türkiye’deki tarım pazarını ele geçirdiği inancı, uzun yıllardır kulaktan kulağa yayılan bir iddia. Özellikle domates tohumu üzerinde yoğunlaşan bu iddialar, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre pek doğru değil. TÜİK verilerine göre Türkiye’nin ithalat yaptığı ilk 20 ülkenin arasında bile yer almayan İsrail’in Türkiye’ye sattığı tohum tutarı, en çok ithalat yapılan Rusya’nın sattığı miktarın yarısından daha az. Buna göre, 2018 yılında İsrail’den 12 milyon 401 bin 720 dolarlık yağlı tohum ve meyveler, muhtelif tane, tohum ve meyveler, sanayide ve tıpta kullanılan bitkiler, saman ve kaba yem cinsinden ürün ithal edilirken Rusya’dan 25 milyon 408 bin 830 dolar değerinde aynı cins ürün ithal edilmiş. 

25 Ocak 2018’de Alaattin Aktaş’ın Dünya Gazetesi’nde yayınlanan “İsrail tohumu artık bir şehir efsanesi” başlıklı yazısı da istatistikleri destekliyor. Özellikle domates tohumlarının İsrail’den ithal edildiği tartışmalarına Doğruluk Payı’nın çalışmaları da karşı çıkıyor. Doğruluk Payı’nın aktardığı rakamlara göre domates tohumu ithalatında en yüksek paya, yüzde 65 ile Rusya sahip.

Bu verileri Şatana da doğruluyor. Türkiye’de yaklaşık 850 tohum şirketi olduğunu söyleyen Şatana, bunların sadece birkaçının İsrail kökenli olduğunu söylüyor ve “Türkiye’deki tohum ithalatının ancak yüzde 2-3’ünü İsrail karşılıyor diyebiliriz. İsrail tohumu ifadesi bana biraz ideolojik geliyor” diyor. TÜİK’in domates tohumu ithalat rakamlarına göre ise bu ortalamanın yüzde 7 olduğunu söylemek mümkün.

eki, neden domates tohumunu Rusya’dan alıyoruz? Şatana yanıtlıyor: “Dünyada artık ‘iyi tohum-ucuz tohum’ bileşenini yakalamanız lazım. Rusya, daha ucuz tohum üretebilen bir ülke. Sadece orası değil; eski Doğu Bloku ülkeleri Bulgaristan, Romanya, Polonya, Ukrayna, Sırbistan tamamen ucuz tohum ithal edebildiğimiz ülkeler. Bir de tohum sektöründe, bir tohumu alıp onu yetiştirebilmeniz için almanız gereken patent hakları var. Patent haklarını ABD, İngiltere, Fransa ve Kanada gibi ülkelerden almak zor olduğu için de biz bu ülkelere yöneliyoruz.” 

Türkiye neden ithal tohuma ihtiyaç duyuyor?

Temel sorumuzu gözden kaçırmadan devam edelim: Türkiye neden ithal tohuma ihtiyaç duyuyor?

Dünyada, endüstriyel tarımın yaygınlaşmasıyla birlikte az maliyetlerle daha fazla ekim yapabilmek için yerel tohumlar terk edilmeye başladı. Devletler çıkardıkları tohum yasaları ile yerel tohumların kullanımı ve pazarlanmasına çeşitli kısıtlamalar getirdi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Tayfun Özkaya’nın “Tohumda Tekelleşme ve Etkileri” başlıklı makalesinin 48. sayfasında belirttiği gibi 1989’da Fransa, çiftçilerin yerel tohumları kullanmasını yasakladı. 80’li yıllarla beraber dünyayla paralel bir yaklaşımla ilerleyen tarımda özelleşme yaklaşımı Türkiye’yi de etkiledi. 

Tarımda ithalat, Türkiye’nin özellikle 24 Ocak kararları ile tanıştığı bir gelişme. Dr. Necdet Oral’ın yorumlarına göre, Türkiye’de ithal tohum kullanımının temelleri 24 Ocak Kararları ve 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda uygulamaya konulan emek karşıtı neoliberal politikalarla atılmış. Oral, “O yıllarda başlatılan ‘üreticiyi ithalatla terbiye etme’ politikası günümüzde de sürdürülüyor; arz eksikliğinden dolayı fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürülme kolaycılığına başvuruluyor” diyor. 24 Ocak Kararları arasında öne çıkan “Devletin ekonomideki payını küçülten önlemlerin alınması, Kamu İktisadı Teşebbüsleri’ndeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımlarının sınırılandırılması”na ilişkin madde ile “dış ticareti serbestleştiren, yabancı sermaye yatırımlarını teşvik eden” maddenin etkili olduğunu söylemek mümkün.

Özellikle son beş altı yıldır yapılan ithalatın en önemli nedenini ise, Dünya Gazetesi yazarı, tarım uzmanı Ali Ekber Yıldırım, gıda enflasyonunu düşürmek için pahalı ürünlerin ithal edilmesi olarak açıklıyor.

Aziz Şatana ise Türkiye’nin kendi ürünlerine güvenmeyen ve ürünlerini ciddi denetimlerden geçirmeyen bir ülke olması nedeniyle tohum sektöründe üretici konumuna gelemediğini belirtiyor. Şatana, Türkiye’de çok iyi markalar olsa bile sayılarının bir elin parmağını geçmediğini ve rakiplerine kıyasla çok kısa geçmişlere sahip olduklarını ifade ediyor. ABD ve Avrupa’daki tohum firmalarının Ar-Ge çalışmalarına neredeyse bir ülke bütçesi kadar para harcadıklarına dikkat çeken akademisyen, Türkiye’nin tohum ithalatını düşürebilmesi için basit bir reçete öneriyor: “Çok üretmek, ihracatı mümkün olduğunca kısmak gerekiyor. Ama kendi ürünlerinizi iyi denetlemezseniz, kendi vatandaşınız kendi ürününe güvenmezse, tüketici güvenini sağlayamazsanız tüketici çok doğal olarak daha güvenilir markalara yönelir. Bu işin ithalat kısmının bir boyutu. İkinci boyutu: ithalat edilecek ürünü, iyi ya da kötü bir yerden başlayıp üretmek lazım.”

Yerküre Yerel Çalışmalar Kooperatifi ortağı ve Çiftçiler Sendikası gönüllüsü Olcay Bingöl, üreticinin tohum tercihlerinde çok da sağlıklı bir süreçten geçmediğine dikkat çekiyor. Tohum ve tarımsal girdilerin bir kısmının köylere yakın ilçelerde, beldelerde bulunan zirai kimyasal ve tohum satan zirai ürün işletmeleri ve tarım kredi kooperatifleri tarafından satıldığını aktaran Bingöl, çiftçinin tohum satın almak için gittiği bu işletmelerdeki pazarlama stratejileri, çiftçiye önerilen tohumlar ve sunulan ödeme planlarının da önemli bir etken olduğunu ifade ediyor. Bingöl, “Burada özellikle dikkat çekmemiz gereken konu, büyük tohum şirketlerinin satış temsilcilerinin zirai ürün bayilerine kendi ürünlerinin tercihi için belirli hediyeler, kolaylıklar sağlaması. Bunun sonucunda zaten finansmana erişimi zor olan, hep bir mali sıkıntı içinde olan çiftçi, bu yerel dükkanlardan avans yoluyla tohum alıyor ve bu durumda da işletme sahibinin tercihi yönlendirmesi daha kolay oluyor” diyor. Maliyetleri karşılamakta zorlanan çiftçinin, sözleşmeli üretime de yöneldiğini ifade eden Bingöl, ”Sözleşmeli üretimde çiftçinin karar alma mekanizmasında rolü yok denecek kadar az. Ne hangi tohumu ekebileceğine karar veriyor, ne ürün desenine, ne de hasat zamanına. Bu nedenle imzaladığı sözleşme çerçevesinde ona verilen veya kullanması zorunlu kılınan tohumu kullanıyor” diyor.

Görünene göre Türkiye’nin ithal tohumla imtihanı, ekonomik olduğu kadar politik dengelerle ve yerel tohum üreticileri ile çiftçiler arasında kurulamayan güven ilişkisine dayanıyor. Sonuç olarak, Türkiye’nin tarımda oldukça avantajlı bir coğrafya olarak değerlendirilmesine rağmen hatırı sayılır bir tohum ithalatçısı olduğu gerçeği de karşımızda dikiliyor. Bu durum, dünya genelinde hüküm süren özelleşme ve tekelleşme politikalarıyla bağlantılı görünse de mevcut durumda yerel kaynaklara gereken ilginin gösterilmemesinin de durumun nedenlerinden biri olduğu anlaşılıyor.

Kaynak:TÜİK ve TEYİT

Recep YAZGANRecep YAZGAN