Kültür
Giriş Tarihi : 02-06-2019 10:00   Güncelleme : 02-06-2019 10:04

Türkiye'nin Oluş Sancıları

Bir insanın ana rahmine düşmesinden doğumuna kadar geçen zaman zarfının ne denli sancılı bir süreç olduğu, annelerin malûmu... İş doğmakla bitmiyor tabiî; doğumdan sonraki sürecin zorluğu ise öyle yahut böyle hepimizin malûmu... Hayat dinamik bir süreç, doğumdan ölüme dek uzanan kesintisiz bir tekâmül devresi, müsbet yahut menfî istikâmette…

Türkiye'nin Oluş Sancıları

***
Türkiye’deki İslâmî mücadelenin fikir babasının Necib Fazıl olduğu noktasında herkes hem fikirdir.

Anadolu perspektifinden bu mücadeleye bakacak olursak, onun döneminde yaşananlar için öyle sanıyorum ki en uygun tabir “doğum sancısı” olur. Doğum sancısı ve akabinde İbda ile gerçekleşen doğum. 28 Şubat’tan sonra Ak Parti’nin iktidara gelmesi ile bugüne dek geçen süreç için ise bebeklik safhası diyebiliriz. Uzuvlarına henüz tam mânâsıyla hâkim olamayan, her bulduğunu ağzına götüren, günü gününü tutmayan, gayretli, öğrenmenin başarısız girişimlere müteallik olduğu bir dönem.

Ak Parti’nin hükümet ettiği dönem aynı böyle değil mi? Evvelâ çevreyi tanıma, şartların şuuruna ermekle geçen bir dönem, ki bana kalırsa 2007’ye kadar geçen zaman zarfını bu şekilde nitelendirebiliriz. Akabinde çevrenin ve şartların idrak edildiği, kimlik arayışının hâkim olmaya başladığı, tutarsız ve iktidar âletinin çevresine çöreklenenlerin ne bulursa ağzına götürdüğü dönem. Bilhassa muhafazakâr kesimin sosyal hayata dâhil olduğu ve süreçte esas gayesini unutarak, dünya ve dünyalığın çok sevildiği, ister istemez sekülerleşmenin yaşandığı bir süreç. Ve bugün, 31 Mart seçimlerinde İstanbul’un kaybedilmesi. Bu seçimler, çok sevilen dünya ve dünyalığın kaybedilme riskini ihtar edici bir milad olmuştur ki, tıpkı çocuğun büyüme evresinde sobaya dokunmadan onun yakıcılığını bir türlü şuurlaştıramaması gibi çok önemli bir gelişme hükmündedir. Dünya ve dünyalığın “mutlak” olmadığının idrak edilmesi, “Mutlak” olanın aranmaya başlanmasının peşin şartıdır.

Zaman Üstü Baba Nasihati: İdeolocya Örgüsü
Üstad Necib Fazıl’ın da bir fikir babası var elbet; Esseyid Abdülhakîm Arvasî ve ondan geriye doğru Altun Silsile hâlinde Allah Resûlü’ne kadar uzanan ve kaynağı “Mutlak Fikir” olan ölçüler manzumesi. Bunu böyle söylerken benzetmenin ötesinde bir hakikate dikkat çekmek istiyoruz aslında; Üstad Necib Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinin temelleri “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” adlı eserde atılmıştır.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Üstad Necib Fazıl için; “İdeali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun “oluş” ıstırabını, İslâm'ın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam!.. Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte, içinde yaşadığımız çağın nabzını yakalayan adam!..” der. “Oluş ıstırabı”nı cemiyet ve devlet planında çözüme kavuşturarak, ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki berzahta muvazenenin nasıl kurulacağını bize gösteren eserdir, İdeolocya Örgüsü.

İdealin ve “İdeolocya Örgüsü”nün daha açık bir şekilde idrak edilmesi için tekrar Mütefekkir’in Ölüm Odası B-Yedi adlı eserine başvuracak olursak:

- “Kur’ân meâli başta, bu doğrudan doğruya husul edenden aslına âit çerçeve nişanlanarak yapılırsa, bir hudutlanma işidir; meâlin, hududu... Mesele tatbike dair olursa, –mesele ne ise–, ruhun cesetle birleşmesinden doğan nefs misâli, dönüş husulen mahiyetiyle birlikte yükselir. Hani, “teori, pratik, pratiğin verileriyle tekrar teori” gibi; mevzuuna nisbetle, ya teorinin zenginleşmesi, yahud teoriye doğru mânâsına gelen bir durum... Bu dilden anlaşılıyorsa, Mutlak Fikir’in husulünden sonra insan faaliyetlerini ifâde eden ondan hisse ile ona doğru yükseliş̧ demek olan “ideal” anlaşılır; “İdeolocya Örgüsü”... Hak ile hakikat arasında tecelli eden “Adalet” gibi; “insan ve toplumda ruhî muvazene” davası, malûm olduğu üzere BÜYÜK Doğu İdeolocyamız’da... İslâm adına hiçbir aykırılık gösterilemeyen!”

İnkılâba Doğru
Türkiye’de sosyolojik mânâda büyük bir değişim yaşanıyor. Ak Parti iktidarına kadar Cumhuriyet tarafından sistemli bir şekilde hayatın dışına itilen ve orada tutulmaya çalışılan Müslümanlar, sosyal hayata entegre oluyor ve muhakkak ki bir bocalama devresinden geçiyorlar. Açık konuşmak gerekirse, göz önünde olduğu için kemiyet bakımından çok olduğu zannedilse de toplama vurulduğunda azınlık diyebileceğimiz bir kesim Müslümanın, bu yeni tanışmış olduğu dünya ve dünyevî olanı çok sevmiş olduğunu biz de görüyoruz. Buna karşılık, çoğunluk nazarından baktığımızda, bir kısım Müslümanların bu vaziyetlerine de bakarak, dünya ve dünyevî olana karşı öfkenin büyüdüğünü, bu vaziyetin uzun vadede sürdürülemez olduğunun idrak edildiğini ve yeni bir arayış safhasına girildiğini de gözden kaçırmamak gerek. Yâni bir taraftan toprağa bağlanma işi tamam olmakla beraber, idealin aranmaya başlandığını da görüyoruz. Yâni enseyi karartmaya lüzum yok.

Anlaşılan odur ki, Türkiye’de gerçekleşmesi mukadder olan İslâm ihtilâl ve inkılabı, Kemalist Jakobenlerin yaptığı gibi tepeden inme olmayacak. Sosyoloji, İslâm inkılâbının bir zaruret olduğunu, içinde bulunduğu şartların rezaletine bakarak iliklerine kadar hissederek idrak edecek. Değişimin bu şekli, sürecin uzamasına sebeb olduğu için ilk bakışta menfî görünse de, geçen zaman, gerçekleşecek olan inkılabın derinliğine ve genişliğine ferd, cemiyet ve devlete sirayet ederek, köklü ve kalıcı olacağına işaret ediyor olması bakımından müsbettir.

Bu, “ihtilâlci Müslümanlar bir kenarda otursun ve bu sürecin nihayete ermesini beklesin” anlamına gelmez tabiî. Bir taraf müesses dünya nizamının rezaletini idrak ederken, ihtilâlci Müslümanlar da meselenin istediği keyfiyete mâlik ve mevcut düzenin yerine bir alternatif olarak hazır olmakla mükelleftir.
***
Üstad Necib Fazıl’ın fikir babası olduğu çocuk büyüyor ve yeme içme gibi toprak seviyeli işleri hallettiğinden beri, çağın kendini empoze eden meselelerine çözüm aradığı yeni bir safhaya, metafizik çile dönemine giriyor.

28 Şubat’a kadar ceberut devlet ile yaşanan fizikî kavganın bundan sonra ruhî bir buuda taşınacağı ve Üstad’ın “İdeolocya Örgüsü”nün hiç olmadığı kadar ön plana çıkacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. CHP’nin bile iftar sofralarından sahur sofralarına koşup, Müslüman kisvesiyle ancak bu kavgaya müdahil olabildiği bir dönemde, yani sahteliklerle hakikilerin birbirine karıştığı bir dönemde bundan başkası da düşünülemezdi zaten. Öyle ya, hakla bâtılı birbirinden ayıracak, ak sütün içindeki ak kılın ayırt edilmesine vesile olacak bir tefrik edici gerek. Bu da tabiî ki fikirle olacak!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse her konuşmasında ısrarla İdeolocya Örgüsü’ne atıfta bulunması kanaatimizce boşuna değil. İktidar etrafına çöreklenmiş, hâlen eline her geçeni ağzına götürmeye çalışanlar henüz bu vaziyeti kavrayamamış olsa da, Erdoğan’ın bunun şuurunda olduğunu görmek güzel...

Ömer Emre Akcebe
Baran Dergisi 645. Sayı

adminadmin