Tarih
Giriş Tarihi : 07-05-2017 09:00   Güncelleme : 07-05-2017 09:00

Türkiye’nin Uluslararası Tabelası: Ulu Hakan Abdülhamid Han

​Sanayi devrimiyle birlikte daha çok hammadde ve pazar bulabilmek için İslâm coğrafyasına saldıran, iffetleri kirleten, şehirleri soyan Batı, bir taktik hatası yaparak Ümmet’in uyanmasına, Yavuz Sultan’la Osmanlı’ya intikal eden Hilafet’in Sultan II. Abdulhamid’in gayretleriyle yeniden büyük bir siyasî güce dönüşmesine zemin hazırladı. Küfür cephesi saldırdıkça, Müslümanlar Osmanlı’ya daha da yakınlaştı.

Türkiye’nin Uluslararası Tabelası: Ulu Hakan Abdülhamid Han

Sultan Abdülhamid, tebasının önemli bir kısmı gayr-i müslimlerden oluşmasına rağmen bütün siyasî hamlelerini “İttihâd-ı İslâm” çerçevesinde yaptı. Müslümanların kurtuluşlarının yalnızca İslâm birliğinde olduğunu söyledi. Âlem-i İslâm’daki ulu hocaların, başımıza gelen bütün sıkıntıların İslâm’ı yaşamadığımızdan kaynaklandığını tespit etmeleri, hâlçaresi olarak da İslâm’ın yeniden hayatın bütün şubelerinde yaşanması gerektiğini söylemeleri, Sultan Abdülhamid’in İslâm merkezli hamlelerine güç kattı.

Hilafet’in Siyasî Gücü

Sultan Abdülhamid, İttihâd-ı İslâm’ı sadece fikir planında telaffuz etmedi, bizzat eyleme taşıdı; bu çerçevede Âlem-i İslâm’dan meşayıh-ı kiramla yakın ilişkiler kurdu, heyetler gönderdi, heyetler kabul etti, onlarla ümmetin yol haritasını belirleme noktasında önemli toplantılar yaptı, fiilen Osmanlı idaresinde olmayan Cava, Hindistan, Türkistan gibi İslâm beldeleriyle diplomatik ilişkiler kurdu, İstanbul’a binlerce km uzaklıkta olan Pekin’de üniversite açtı. Hicaz Demir yolunu inşa ederek İstanbul’u Medine’ye bağladı. Böylece müslümanların her Hac mevsiminde Haremeyn’de bir araya gelip meselelerini konuşup, birlikte kararlar almalarının önünü açtı. Sultanın bu hamleleri Ümmet üzerinde çıkar hesapları yapan Batı’yı ürküttü. Çünkü Abdülhamid’le Hilafet, hesap edemedikleri büyüklükte siyasî bir güç olarak karşılarına çıktı.

Enver Paşa’nın Abdülhamid İtirafı

Dava, Sultan Abdülhamid etrafında şekillendiğinden dolayı, küresel güçler tarafından yok edilmesi öncelikli hedef olarak ilan edildi. İlk olarak Ermeniler tarafından kullanılan sonra ise bütün İslâm düşmanları vasıtasıyla zihinlere çivilenen “Kızıl Sultan” terkibiyle tahkir edildi; en azılı düşmanlarını bile öldürmeye kıyamadığından dolayı kendisine kıyılan bir Sultan olmasına rağmen dünyaya hukuk tanımayan bir katil olarak anlatıldı. Yıllar sonra Enver Paşanın, Talat Paşa’ya, “Öyle zannediyorum ki başımıza ne geldi ve gelecekse Abdülhamid’e yaptığımız zulüm sebebiyledir. Bütün dünyayı parmağı ucunda çeviren bir grup bizi de aldattı. Meğer biz vatan kurtarıyoruz zannıyla Yahudi ve Masonların kuklası olmuşuz” itirafıyla dile getirdiği hakikat, yıllarca sahte kahramanlara ait dev heykellerin, siyasî komploların ve onların ardında kurulan darağaçlarının arkasında gizlendi. Böyle yapılarak yalanlar üzerine yükselen politik ehramın altüst olmasının önüne geçildi.

31 Mart hadisesinde tek bir emirle ihtilalci şebekeyi ortadan kaldırmaya muktedir olmasına rağmen daha fazla kan akmasın diye devlete ve millete su-i kast düzenleyenlere kahredici darbeler indirmeyen bir Sultana, müstebid iftirası hiçbir dönemde tedavülden düşmedi. İslâm’a sadâkatiyle ma’rûf olanların ifade ve itirazlarını dikkatle dinleyip, değerlendiren Abdülhamid, küresel güçlerin işbirlikçileri tarafından “kimden gelirse gelsin hiçbir itirazı dinlemeyen kibirli bir adam” olarak anlatılarak millet nezdindeki itibarı yok edilmek istendi.

Yalanlar Üzerine Yükselen Politik Ehram

Sultan Abdülhamid, siyasî anlamda o kadar önemli bir yere sahipti ki, İttihat ve Terakki zihniyeti varlık zeminini kaybetmemek için onun etrafında uydurulan yalan tarihten beslendi; sövmeye ya ilk olarak ondan başladı ya da ona hususi bir bölüm ayırdı. Bir devleti mevcut halinden en az on kat küçültmeyi zafer olarak ilan edenler; insanlar, hürriyetin ne demek olduğunu öğrenmesin diye Abdülhamid’i “kızıl sultan” terkibiyle anmak ve anlatmaktan hiçbir zaman taviz vermedi. Her kitap, her seminer sahte kahramanlara methiyelerle başladı, milletin iman ve ahlakına kastedenler büyük kahramanlar olarak anıldı, adlarına ihtifaller tertiplendi. Millet sevgisi, sahte kahramanlara düzülen methiyelerle ölçüldü. Yalan tarihi sorgulayanlar, Abdülhamid’e Ulu hakan, Vahidüddin’e büyük vatan dostu demenin bedelini ödedi.

Komitacıların Kızıl Ateşi ve Tekbir Sesleri

Ermeni komitacıların yoğun kampanyası ile alevlenen daha sonra ise Batı’nın tazyiki ve müstağriblerin “hoh”larıyla sönmeyen kızıl ateş, mukaddesatımıza dair pek çok şeyi yaktıktan sonra şimdilerde içerden yükselen tekbir sesleriyle sönmeye başladı. Allah Rasûlü’nün    ifadesiyle cenazesine 70 bin meleğin iştirak ettiği Sad b. Muaz  kabre konulup üzeri toprakla örtülünce, Efendimiz de yüksek sesle uzun süre “Subhanallah” diyerek Allah Teâlâ’yı tenzih etmiş, onu bu halde gören Sahâbe de koro halinde Allah Rasûlü’ne   iştirak edip “Subhanallah” demişti. Daha sonra ise Allah Rasûlü   tekbir getirdi, Sahâbe de “Allah-u Ekber” diyerek Efendimiz’e eşlik etti. Sahâbe, “Niçin tesbih ve tekbir getirdiniz Ya Rasûlallah?” diye sorunca, Allah Rasûlü  , “Kabir bu salih kul üzerine daralınca, Allah Teâlâ onu o darlıktan kurtarıncaya kadar tekbir getirdim ve tesbih ettim.” buyurdu.1Ahmed, Müsned, II, 360. Peygamber ve Ashâbı Allah-u Ekber dedikçe Müslümanlar için yeryüzü genişliyor; insanları ilah edinip onların heykellerini dikenler için ise daralıyor. Çünkü “Allah-u Ekber” tek sermayeleri olan kızıl ateşlerini söndürüyor.

Allah Rasûlü’nün  ilahi gazabı söndürme bağlamında tekbir getirmesini esas alan ulemâ, yangın görüldüğünde tekbir getirmeyi müstahab olarak kıymetlendirdi.2Aliyyu’l-Kârî, Mirkâtu’l-Mefâtîh, I, s.330. Anadolu’da salih anneler ormanda çıkan bir yangının köye doğru ilerleyişini çaresiz bir halde izlerken masum yavrularına ezan okutur ve Allah’ın inayetiyle yangın olduğu yerde durur, sonra gerilemeye başlardı. Önce Anadolu çapında yükselen daha sonra ise İmam Hatipler vasıtasıyla okullara yeniden taşınan tekbir sesleri mana cephemizi yakıp kül eden İttihat Terakki yangınının genişleme alanına sed olmaya başladı.

Heykellerin Ardında Saklanan Hakikat

Eğer biz küfür ateşini kahreden bu ezanları, dilimizden önce yüreğimize, sonra da hayatımıza taşıyabilirsek “Allah-u Ekber” yalan ateşini bütünüyle söndürecek, heykellerin kasvetli dumanları arkasında gizlenen her nevi hakikat gibi, Sultan Abdülhamid gerçeği de ortaya çıkacaktır. Bunun için okul kitaplarında Sultan Abdülhamid’e dair bahisler, tarihçiler tarafından yeniden kaleme alınmalı, hatalar tashih edilmeli, öğrenciler “gerçek tarih”le tanışmalı, yangın sonrası büyük ıslah hareketi için hazır hale getirilmeli.

Ümmet Bizi Hâlâ Abdülhamid’le Anıyor

Çökmekte olan bir devleti tam 33 yıl ayakta tutabilen bir siyasî şuurun avdet etmesi, İslâm birliğine/Hilafete giden yolun önündeki en önemli engelleri kaldıracaktır. Abdülhamid’le kaybettiğimiz değerler, Abdülhamid’le tekrar dünyamıza dönecektir. Büyük bir istila dalgasına maruz kalan Ümmet, Abdülhamid’le bilkuvve biten Hilafet’in mana ve mefhumu etrafında yeniden toparlanacaktır. Çünkü İslâm dünyasında hala onun zamanından kalma hutbe metinleri nesilden nesile intikal etmekte, Abdülhamid ümmetin beşer planındaki son hamisi olarak anılmaktadır. Eğer bizler bugün Âlem-i İslâm’da hiçbir şekilde samimiyet testine tabi tutulmadan büyük bir teveccühe mazhar oluyorsak bilinmelidir ki bu, Abdülhamid’e verasetle doğrudan alakalı bir durumdur. Mademki Ümmet bizi hala Abdülhamid’le seviyor, onun açtırdığı su kuyularıyla hatırlıyor; o halde onun adı öyle bir noktaya yazılmalıdır ki, bu topraklara gelen her Müslüman O’nun ülkesine gelmenin heyecanını yaşasın. Âlem-i İslâm’ın başkenti İstanbul’un en yeni havaalanının adı “Ulu Hakan Abdülhamid Han” olursa, İstanbul’a inen her Müslümanın yüzünde hilafetin merkezine gelmenin sürûru, ayrılanda ise hüznü olacaktır. İşte o zaman, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan köprüye Yavuz Sultan adını koymak, Türkiye’ye hakettiği manayı kazandıracaktır.

İhsan Şenocak

adminadmin