Fikir
Giriş Tarihi : 22-01-2017 12:00   Güncelleme : 22-01-2017 12:00

Türkler Yeni Bir İstiklâl Harbi verecek halde mi?

Türkler ne halde? Nedir Türklerin hali? Kendilerine hali vakti yerinde deyip diyemeyeceğimiz hususunun derin şüpheler uyandırdığı Türk kişiler herhangi bir halde mi?

Türkler Yeni Bir İstiklâl Harbi verecek halde mi?

Önce buna bakmak lâzım. “Sen önce kendine bak” diyeceksiniz. Doğru söylemiş olacaksınız. Kendime bakmadan başkasına bakamam. Gördüğüm ne maddi, ne de manevi varlığımın gökten zembille indiğidir. Beşeriyet içindeki her fert gibi dünyaya anamdan doğarak geldim. Dünyada da tahminimden daha uzun müddet kaldığım fikri fikr-i sabitimdir. Günler geçtikçe neye sahip olduğumun hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmadığını ve esası sonda neye varılacağı endişesine kapılmanın teşkil ettiğini fark ettim. Ömrümün sonunda yeni bir İstiklâl Harbi görmek de mi var? Olsaydı hiçbir Bush yönetimi Türkiye’de istediği hükümeti kurduramaz, hiçbir hükümet de bırakın Suriye’yi allak bullak eden habis planın bir parçası olmağı Afganistan’a asker gönderecek kadar bile kuduramazdı. İkazınızı tekrar ettiğinizi işitir gibiyim: “Ona buna lâf çaktıracağına kendine bak!”.  

Kendime bakmağa devam ediyorum. Aceleci, cimri, nankör insan soyunun bir mensubu olarak dünyanın süsüyle oyalanmadım değil; ama her nedense nasibime çevre şartlarının aslına nüfuz etmek düştüğünden dünyanın, dünyaların kıymete bindirdiği ne varsa hiçbiri uğruna kılımı kıpırdatmadım. Pöh. Ne yaptım da ne oldum? Bana tanınan müddet zarfında neler yaşadım; ne okuyup ne yazdım? Gönül rahatlığıyla bütün yaşadıklarımın bir muhayyile kitlesinden, neler yazdıysam hepsinin de peri masalından ibaret olduğunu söyleyebilirim. Şimdi burada sarf ettiğim son cümle vasıtasıyla ne yaşadığımın aslı var, ne de yazdığımın mı demiş oldum? Eğer böyle dedi isem aslın ne olduğu sual edilmeden anlam ortaya çıkmaz. Herkes için asıl ne kadar geriye gidebilirse odur. Hani demişler ya: Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?  

Kendimize sahici bir asıl arıyorsak hatırdan çıkarmayalım ki, aslımız başlangıcımızdır. İşin başında şahadet getirerek Müslüman oluyoruz. Kur’an nâzil olmadan “Kelime-i Tevhid” bahis konusu olabilir miydi? Hayır. O halde bin yılı aşkın senedir bilgiyi imandan, imanı yani imana vasıl olma hadisesini mesuliyetlerini yerine getirmekten uzaklaştıran ne olduysa ona “gayr-i Müslim” dediğimizi kavramakta gecikmeyelim. Dünya hayatına meyleden zevata hükmeden yetke dâhice marifet gösterip dört reşit halife döneminden şimdilere kadar aklı imandan, imanı mükellefiyetlerden ayrı tutup ümmet-i Muhammedi bölük pörçük kıldı. Aynı yetke tarihte olduğu gibi halen de gemisini Müslümanı Müslümana düşüren ayrımcılık rüzgârıyla yürütmektedir. Ne halde olduklarını, kendilerinde yeni bir İstiklâl Harbi verecek mecal kalıp kalmadığını merak ettiğimiz Türkler yerlerini tarih sahnesinde alarak ayrımcı çarpıklığın kıyamete kadar devam etmesine engel çıkarmışlardı. Sözünü ettiğim engelin neyi ihtiva ettiğini anlamak Türk olmak için, giderek kalın Türk olmak için yeter. Keyfiyetten mahiyete doğru yol almak isteyen herkes Türklük ile Müslümanlık arasındaki münasebeti kendi şahsiyetiyle kıyas etsin.

Türklük harikuladelikle başlar. Önce harikulade bir biçimde Haçlıları geldikleri yerlere püskürtmek, akabinde harikulade bir manevrayla Diyar-ı Rum’u Türk vatanı haline getirmek olmayacak duaya âmin demek mânâsı taşıyordu. Ben de andığım müşterek tavırların içindeki bir fert olarak baktımsa kendime olmayacak duaya âmin diyerek baktım. Allah’ın gerçekçiliği elden bırakmayan, her zaman imkânsızı isteyen bir kulu olarak ne gördüm dersiniz? Şunu: Müslümanlığım her iki dedem gibidir; ama dedelerim kadar Müslüman değilim. Onlar gibi olmağı Allah bana nasip ettiyse de, ben onların ferdî seviyelerine erişip onlar kadar olamadım.

Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz hükmü sayesinde arifler arasına karışmama el veriyorsa itiraf ediyorum: Budur şahsi noksanım. Ne yapacaksam yapıp gidermem gerekiyor aradaki derece farkını. Bu yaşıma kadar yapıp ettiklerimin farkı kapatmağa yetmediğinin şuurundayım. Herkesin durumu benim gibi mi? Elbette değil. Herkes kendine mahsus bir hal içindedir. Herkes hesabını ferden verecek. Kulu ile Allah arasına hiç kimsenin giremeyeceği elde bir. Öyleyse nedir bu ortalıkta döndürülen kimin küfre saplandığı, kimin Müslümanlığına güvenileceği söylemi? “Allah sizi cahiliye devrinde işlediğiniz hayırlar hürmetine Müslüman kıldı” buyuruyor Rasulü Ekrem. Demek ki, bidayette konulmuş ve kâfir bilinsin, Müslüman bilinsin herkesi kapsayan bir “değer” ölçüsü var.

Kur’an-ı Kerîm’in nâzil oluşu Allah katında değer arayanlara sunulmuş bir imkândır. Kur’an bir şiirdir diyenler bu imkânı küçümsemiş, Kur’an esatir-i evvelîndir diyenler bu imkâna husumetini belli etmiş olur. Her Müslüman tahsil hayatını “rabbim Allah, kitabım Kur’an” diyerek tamamlamış olur. Aramızdan bu “rabbim Allah, kitabım Kur’an” müfredatı uyarınca yüksek tahsil yapmış olanları büyüklerimiz biliriz. 93 Harbinde askerlik yapmış her iki dedemin de büyüğüm olduğunu ben biliyorum. İstiklâl Harbi’ni verenler ya 93 Harbi mağdurları yahut onların oğullarıydı. Gözleri kendi gözleriydi, gözlerini gâvurdan ödünç almamışlardı. Kiralık ruh, veresiye hayat bahsi kapanmadıkça Türk tavrıyla bağ kuramayacağız. Hiç kimse halis adamların 1918’de başlattıkları İstiklâl Harbi’ne Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almağa niyetlenenleri ayaklar altına almadıkça devam edemez. Bunu bir şair söylüyor. Şairden başkası bunu söyleme gücüne sahip değil.

İsmet Özel, 18 Ocak 2017

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

 

adminadmin