Kültür
Giriş Tarihi : 21-10-2018 11:00   Güncelleme : 21-10-2018 11:00

Yakışıklı ceset

Yakışıklı ceset

Hayatın nabzı hızlı atıyor. Dolayısıyla ‘zamanın ruhu’nu hız tayin ediyor, desek yerinde olur.

Nedir bu?

İleride olmak, birinci olmak, erişilemez olmak, yükselmek, yücelmek mi acaba?

Yoksa karşılıklı iki kovboyun silah çekmesi mi?

Kim hızlı ise o kazansın.

Buhar makinasının icadından bu yana bu böyle. Makina bilmem kaç beygir gücünü biraraya getirmişti. Tekerlekler o kadar hızlı dönüyordu. Güç denince ‘beygir gücü’ akla geliyormuş. Hey gidi günler.

Sonra (Hududullah’ı tanımayarak) girilen yolda her makina bir öncekinden daha hızlı çalışmaya başladı. Seninki saatte şu kadar parça üretiyorsa, benimki onun iki misli oldu.

Yolun sonu gözükmüyor.

Çünkü uzaya açılıyor. Sonsuzluğa. Acaba insanoğlu sonsuzluğun fethine mi girişti. Paganlık geri geldi galiba, insanların bir kısmı yarı tanrı, biri kendini tanrı sanıyor.

Yeniden yeryüzüne inelim. Adam yüz metreyi 9,6 saniyede koşuyor. Yılmıyor, doymuyor, çalışıyor; ileride 9 saniyede koşacak. Ondan daha hızlısı çıkıp rekoru 8 saniyeye indirecek.

Sonu yok dedik ya, biri de çıkar uçar belki.

Makinayı yapan ‘makinalaşmak’ istiyor. Böyle filmler çok çekiliyor biliyorsunuz. ‘Makina insan’. Bu ne demek. ‘Bir insan yaratmak’ demek. Bu mudur yani? Zamanın ruhu bu mudur?

Hayır. Ben daha hızlı haberleşiyorum, ben daha hızlı ulaşıyorum, vesaire.

Ve nihayet: Ben daha hızlı ölüyorum.

Benim silahım saniyede yüz kurşun atıyor. Benimki beş yüz kurşun.

Ohoo!.. Siz hâlâ kurşunla uğraşın, ben anında lazerle hallediyorum işi, cesetler bile yok oluyor.

Dinleyenlerin ağzı açık kalıyor.

Bu yüzden galiba herkes telaşlı. İşler bir türlü bitmiyor. Zaman daralıyor. Yemek yemeye vakit yok. Ayak üstü atıştırıyoruz.

Buna mukabil yemek kitapları artıyor, sağda-solda ‘yemek fuarları’ açılıyor. Bir müzeyi gezer gibi geziyoruz. Adamlar nasıl yapmış ya?

Aşka vakit yok. Sevgiler gel-geç. Seks dahi anlamını kaybetmiş. Nerde o ‘beklenen sevgililer’. Gidersen git, anında yenisini bulurum.

Ama bu da bir bıkkınlık yaratıyor, bir doyumsuzluk. Sadakat kayboluyor, yalan alelade hale geliyor. Gerçek parmaklarımızın arasından kum gibi kayıyor. Biz ekrandaki sanal görüntü ile avunuyoruz. İnsanlar cambaza baksın diye ne kadar çok avutucu çıkıyor. Müzik, moda, turizm, psikolog, ilaçlar.

Bir elektronik araç piyasaya çıktığı gün eskimiş oluyor. Korkunç.

Adamın dediği gibi: ‘Aslandan gorhmiram, kaplandan gorhmiram, nerde bir bilgisayar var işten ondan gorhiram’.

Neden?

Meni menden alir. Ortada ceset galir.

Yenilikleri takip etmiyorum ondan. Şunu unutma: Her zehrin bir panzehiri vardır. Bu eski bir yalan, etraf zehirden geçilmiyor. Su, hava, toprak hatta insan.

Kendine güveneceksin. Kendini donatacaksın. İlerleyip kalkınacaksın, refaha kavuşunca sıkıntı biter. Asıl sıkıntı refah içinde olanlarda.

Bu da nereden çıktı.

İntihar olaylarından.

Bak dostum öte yanda insanlar açlıktan, susuzluktan ölüyor.

İşte bu da beni öldürüyor.

Yeterince bilinçlenememişsin, yeterince bencil değilsin. Önce kendini sevmeyi öğren.

Güneş mor dağların ardına çekiliyor. Daha karanlık basmadan tepsi gibi bir ay doğuyor. Bir kuş dertli dertli ötüyor.

Aklımdan çocuklar, aile, komşuluk, sevgi, saygı, merhamet, şefkat, feragat, cömertlik, sabır, şükür, öte dünya, hesap günü geçiyor.

Eski bir şarkı geçiyor, ‘Kavuşmamız mahşere kaldı’ diyor.

Her şey süratle eskiyor. Dozerler eskileri sürükleyip çöplüğe atıyorlar. Çöplük kendini yeniliyor. Metan gazı enerjide kullanılıyor. Geri dönüşüm başlıyor. Daire tamamlanıyor.

Niçin?

Makina beklemez, üretim sürmeli, tüketim hızlanmalı, nüfus artıyor, bunca adamı nasıl besleyeceğiz, vesaire vesaire.

Hızlı bir araba al, hızlı bir telefon; hızlı bir bilgisayar, hızlı tren, hızlı yemek, hızlı ilişki, hızlı düşünce (acaba?), hızlı, hızlı, hızlı...

Eh ne kaldı bize. Bir arabesk atasözü:

‘Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun!’

Mustafa Kutlu / Yeni Şafak

adminadmin