Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 06-04-2012 15:21   Güncelleme : 06-04-2012 15:21

Yaşadığın yerde yabancı olmak

Yaşadığın yerde yabancı olmak

Yaşadığımız şehir, ilçe veya köy, gün gelir anılarla yaşamaya başladığımız dönemde sığınacağımız en büyük liman olur. Yaşlılığımızda liman olan bu yer, “başka yerlere gitsek de kurtulsak” özlemiyle günlerimizi geçirdiğimiz, gençlik yıllarında değerini anlayamadığımız yerdir. Ama hayat öyle bir noktaya doğru varır ki bir gün kaçmak istediğimiz yer, sığınacağımız ve ruhumuzun huzur bulacağı son yer olur.

Ait olduğumuz yer, ölürken bile huzur bulacağımıza inandığımız yerdir aslında. Doğada pek çok canlı da aynı güdüyle hareket etmiyor mu zaten. İnsanoğlu ise daha da farklı bu konuda. Zaman zaman kendi ölüsünün bile, ait olduğunu hissettiği topraklara gömülmesini istemektedir. Aslında bu sadece kendisi hayatta iken bu duyguyla tatmin olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Zira öldükten sonra gömüldüğünüz yerin cesediniz açısından hiçbir önemi yoktur. Ama bu duygu yaşamınız boyunca sizi mutlu etmeye yetmektedir.

Günümüz dünyasında yaşayan insanların pek çoğu artık doğduğu veya kendini ait hissettiği topraklarda değil, doyduğu veya hayatını en güzel şekilde devam ettirdiği yerlerde yaşamaktadır. Bu yer farklı köy veya şehirler olabildiği gibi farklı ülkeler de olabilmektedir. Hatta bundan çok kısa zaman dilimi öncesine kadar pek çok insan için doğduğu topraklar büyük önem arz etmekte iken, zamanla ekonomik ilişkiler ve yaşam koşullarının farklılaşması ile doyduğu topraklar daha önemli olmaktadır. Şöyle bir çevrenize bakının. Mikromilliyetçilik gibi bir açmaza düşmüş ve şehriyle, ilçesiyle, köyüyle övünen ve bu beldelere farkına varmadan kutsallık atfeden insanlar dahi elinde imkan olmasına rağmen oralara yerleşmemekte, sadece gönül bağı veya kısa ziyaretlerle hasret gidermektedir. Yatırım yapacağı durumlarda da ekonomik veya sosyal kriterler bağlamında kararını vermekte, sırf kendi doğduğu yer diye özel bir amaç gütmemektedir. Bu anlamda da dünya hızla değişmekte ve her geçen gün bu duygu ve düşünceler törpülenmektedir.

Yaşadığımız kent olan Samsun pek çok ilden göç almakta, ülkemiz içerisinde var olan nüfus hareketliliğinden önemli düzeyde etkilenmektedir. Her göç alan şehirde yaşanan ve kişinin doğduğu şehirle bağlantılı yapılan olumlu ve olumsuz değerlendirmeler burada da yaşanmaktadır. Kendi dar bakış açısından kaynaklanan sebeplerle dünyayı okuyamayan ve anlayamayan bireyler, mikro milliyetçiliğin dar ve sığ kalıplarında performanslarını harcamakta, zaman zaman birbirlerine düşmanca sayılacak tutumlar da takınabilmektedirler. Oysa kendi küçük dünyalarından çıkıp, şöyle bir üst perdeden dünyaya bakabilseler, ne kadar boş ve anlamsız şeylerle kendilerini yorduklarını göreceklerdir.

Trabzon’dan Samsun’a gelen ve burada yaşayan kişilere, Samsun’un gerçek sahibi olduğunu düşünen kişiler tarafından en iyimser ifade ile “yabancı” muamelesi yapanlar, Trabzonlu komşusu ile birlikte İstanbul’a gittiğinde, orada her ikisi birden aynı muameleye maruz kalacaktır ve kalmaktadırlar. Aslında bu yaklaşım tüm yerleşim birimleri için geçerlidir. Zaman zaman değil ülke ve şehir bazında, mahalle ve köy bazında dahi benzer yaklaşımlar sıklıkla yaşanmaktadır.

Samsun’da yaşayanların, Samsun dışından gelip yerleşenlere yaptığı yaklaşım, Samsun’dan başka şehirlere gidenlere, orada yaşayanların yaptığı yaklaşımın aynısıdır. Başka illerde tutunmaya çalışan Samsunlular da, Samsun’a başka şehirden gelenlere Samsun’da yapılan haksız ve yanlış davranışın aynısına maruz kalmaktadırlar. Ve bu kişiler de, belki Samsun’a gelenlere yabancı muamelesi yapanın kendisi, kardeşi, çocuğu veya yakın akrabasıdır. Herkes bulunduğu yerde ve gücünün yettiğince egemen olmaya çalışırsa, doğal olarak olacağı da budur. Çünkü doğal yaşamda bir denge vardır ve yapılan hiçbir şey karşılıksız kalmaz.

Bir şehirde yaşayanlarda azınlık psikolojisi içerisinde bir araya gelmeye etki eden faktörler, kitle belli bir sayıya ulaştığında bu sefer daha alt dallara ayrılmaktadır. Düne kadar il adı taşıyan oluşumlarla seslerini duyurmaya çalışanlar, zamanla ilçe, köy hatta mahalle bazında bir araya gelmekte ve sosyolojik üstünlük elde etmeye çalışmaktadırlar. Bu üstünlük de genellikle iyide ve hayırda yarışmak değil, farklılık ve üstünlüğü ortaya koymak gibi ilkel bir düşünce anlamında olmaktadır.

Aslında bu konularda yazmak bile abesle uğraşmak noktasına gitmektedir. Ancak dünyanın geldiği noktada, her ne kadar medenileşme iddiasında bulunulsa da bu anlamda değişen fazla bir şey yoktur. Doğmadığın yerde yabancı muamelesi görmek, ilkel ve içgüdüsel bir tepki mekanizması olmakla birlikte küreselleşme sürecine girilmiş olsa dahi halen etkili olmaktadır. Diğer bireylerin yaşam alanlarını daraltmak, kendi ekonomik ve egemenlik haklarını artırmak amacıyla ne yazık ki sıklıkla kullanılan yabancı uygulaması, argüman olarak günümüzde her toplumda az veya çok bulunmaktadır. Bu tamamen genetik kodlarımızda bulunan içgüdüsel bir davranış olup doğadaki tüm canlılarda var olan beşeri bir olgudur.

Beşeri varlığının dışına çıkıp kendini erdemlerle donatan ve insan olma aşamasına geçmiş bireylerde ise ayrımcılığa, dışlamaya ve muhatabı rencide etmeye kadar varacak olan böyle bir anlayışın bulunması olanaksızdır. Bunu başarabilen kişi sayısı ise o kadar azdır ki. Önemli olan insanları doğduğu, geldiği yere veya kendini ait olduğunu hissettiği yere göre değerlendirmek değil, insanlığa ve bulunduğu çevreye sağladığı olumlu katkısı ile değerlendirmektir. Bizden olduğuna inandığımız bireylerin verdiği zararları da dikkate aldığımızda, asıl olanın bizden olmak değil, insan olmak olduğu da ortaya çıkacaktır.

Bilimsel verilere göre insanlığın Afrika’da başlayıp tüm dünyaya yayıldığı gerçeğini de hatırlamakta fayda vardır. Yaşadığı topraklarda yabancı veya sahip olmanın bilinen ve bilimsel bir ölçütü yoktur. Bu anlamda tüm insanlık bulunduğu yerde birbirine göre yabancıdır. Kimisi elli yıl önce, kimisi beş yüz yıl önce, kimisi üçbin yıl önce bulunduğu yerlere yerleşmiştir. Kim önce geldiyse kendini hak sahibi görmesi diye bir mantık olamaz. Zira bunun saptanması ve ayrımının yapılması olanaksızdır. Bu nedenle yapılacak en güzel şey mikro milliyetçilik tuzağına düşmeden, hatta bu hastalığa bulaşmadan bulunulan yeri sahiplenmek ve özelde ait olduğumuz toplumu genelde ise insanlık alemini mutlu edecek çalışmalara imza atmaktır. Dünyevi hırsları için insanları çeşitli gerekçelerle bölen, ekonomik ve siyasi çıkarları için ayrımcılığı körükleyen yapı ve düşüncelere prim vermemeli, ülkemizin ve insanlığın geleceği için kardeşlik ve dayanışma ruhunu ayakta tutmalıyız.

adminadmin