Analiz
Giriş Tarihi : 31-10-2018 10:16   Güncelleme : 31-10-2018 10:16

Yaşanacak Hezimetin Ayak Sesleri Şimdiden Duyulmaya Başlandı…

Yaşanacak Hezimetin Ayak Sesleri Şimdiden Duyulmaya Başlandı…

24 Haziran 2018 Milletvekilliği Genel Seçimleri geldi geçti. Kazananlar kaybedenler ortada.

Ancak hemen herkes kendine göre bir matematiksel hesap yapıp, “ben kazandım” diyerek ortalık yerde kasıla kasıla dolaşıyor. Anlayacağınız pişkinliğin bini bin para…

Kimin kazanıp kimin kaybettiği zerre kadar umurumda değil. “Ülke ne kazandı?” ben ona bakarım. Ülkede istikrar olması, istikrara dayalı büyüme ve kalkınmanın sürekli hale dönüşmesi benim kırmızı çizgim.

Şu bir gerçek ki milletvekilliği genel seçimlerinin asıl kaybedeni AK Parti idi. MHP ile Cumhur İttifakı kurulmamış ve Sayın Bahçeli destek vermemiş olsaydı AK Parti açısından durum “yandı gülüm keten helva” misali olacaktı.

Seçim sonrasında AK Parti’nin neden kaybettiğine yönelik birkaç makale kaleme almıştım. Gelen tepkilerden gördüm ki Türkiye’nin neredeyse tamamında benzer sorunlar yaşanmış ve milletvekili aday adaylarının belirlenmesinde liyakate, yöresel ve bölgesel tercihlere, toplumsal hassasiyetlere asla önem verilmemiş.

Milletvekili aday adayları tamamen ahbap çavuş ilişkisi içerisinde belirlenmiş.

Sonuç: AK PARTİ’nin yaşadığı ikinci büyük hezimet.

Hatırlayın…

AK Parti birinci büyük hezimetini 7 Haziran 2015 Milletvekilliği seçimlerinde yaşamış ve hükümet kurulamadığı için seçimlerin tekrarlanması cihetine gidilmişti.

7 Haziran 2015 seçimlerinin iki ay öncesinde AK Parti’ye çok yakın bir işadamını ziyarete gitmiş ve kendisine; “Sizler kendi içinize gittikçe daha fazla kapanıyorsunuz ve Milli Görüş kökenli olmayan kim varsa onların tamamını dışlıyorsunuz. Ben ilk oyumu 1983 yılında Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ne vermiştim. Sonraki yıllarda diğer partilere oy verdiğim de oldu. Ama ülkemin kısır siyaset döngüsünden kurtulması, ekonomik açıdan zenginleşmesi, itibarının artması ve büyüyüp kalkınması için 2002 yılından beri AK Parti’ye oy veriyorum. AK Parti’ye oy vermiş olmam benim Millî Görüş çizgisine yaklaştığım anlamına gelmez, gelmemeli de. Size göre iki türlü AK Partili var. Millî Görüş çizgisinden gelen “gerçek” AK Partililer ve bu görüşe mensup olmayan “çakma!” AK Partililer. Bizler sizin deyiminizle AK Parti’ye sonradan “kaynak” olan kişileriz. Amiyane tabirle bizlere “dönme” veya en iyi tabirle şu veya bu sebeple partisini “satıp” AK Parti’ye gelen kişiler gözüyle bakıyorsunuz. Sizinle bizim genetiğimiz asla uyuşmuyor, dahası bizleri asla kabullenemiyorsunuz. Bunun hatalarını ve sonuçlarını genel seçimlerde çok acı şekilde yaşayacaksınız” demiştim.

Sonuçta AK Parti büyük bir yenilgi yaşamış ve meclis çoğunluğunu kaybetmişti. AK Parti, tek başına iktidara gelebilmesi için gereken 276 milletvekilini yakalayamamış, sidik zoruyla ancak 258 milletvekili çıkartabilmişti.

Şimdi yeni bir tehlike yaklaşıyor!

31 Mart 2019 tarihinde yapılacak Belediye Başkanlığı seçimlerinde de aynı SEÇİM İŞLERİ KOMİSYONU’nun görev yapması, liyakate ve toplumsal hassasiyetlere dikkat edilmeyip, Belediye başkanlıkları için eti ciğeri beş para etmeyen PİNOKYO ve TİPİTİP tarzındaki bilindik kişilerin aday gösterilmesi durumunda AK PARTİ gelmiş geçmiş en büyük seçim yenilgisini yaşayacak.

24 Haziran Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri açık bir gerçeği daha ortaya koydu ki; insanlar “icraata oy vermiyor”.

Eğer icraata oy verilmiş olsaydı; 24 saat suyu akan, elektrik kesintisi yaşamayan, Marmaray, Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Köprüsü ve Metrobüs gibi projelerle ulaşım olanakları inanılmaz derecede rahatlayan İstanbul halkının AK Parti’ye %42 değil % 80-90 oranında oy vermesi gerekmez miydi?

24 Haziran Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir gerçeği daha ortaya koydu ki; insanlar oy kullanırken “vefa duygusundan da yoksun oluyor”.

Eğer vefa duygusu ön plana çıksaydı; Van depreminde yerle bir olan konutların yerine kendilerine TOKİ tarafından muhteşem konutlar inşa edilen veya PKK tarafından hendekler kazılıp adeta iç savaştan çıkmış gibi ayakta tek bir ev ve işyerinin bırakılmadığı Hakkari, Şırnak, Cizre, Sur ve daha bir çok yerde yaraları ziyadesiyle sarılan Kürt kökenli vatandaşlarımız HDP’ye verdikleri %80-90 oranındaki oyları AK PARTİ’ye vermezler miydi?

Seçim sürecinde Şanlıurfa, Diyarbakır, Van, Hakkari ve daha bir çok şehirde mitingler düzenlenirken meydanlara toplanan yüzbinlerce insan Sayın Cumhurbaşkanını coşkuyla alkışlarken, Erdoğan’ın arkasında sırıtan bazı milletvekili adaylarını şiddetle YUHALAMADI MI?

Sayın Cumhurbaşkanına açık duyurumdur:

“Mevcut belediye başkanlarına yönelik çok sayıda yolsuzluk ithamı bulunmaktadır. Yolsuzluktan öte ahlâksızlık, adam kayırma, insanları adam yerine koymama, belediye harcamalarında aşırı savurganlık, lüks ve şatafat, toplumdan kopma, memleketi için tek bir hizmette bulunmama, kaldırım taşı yenilemekten başka hiçbir icraatı olmama gibi temel meziyetleri ise saymama bile gerek yok.”

Hindistan’da iki defa başbakanlık yapan ve Hindistan tarihinin tek kadın başbakanı olan İndira Priyadarshini Gandhi’nin anlatmış olduğu çok güzel bir hırsızlık hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi, tek bir insanın bir toplumu nasıl değiştireceğinin en güzel anlatımı niteliğinde olduğu için sizlerle paylaşmak istiyorum. Yoksa başka bir kastım yok. Hikâye şöyle;

“Bir ülkede her gün hava kararınca, insanlar maymuncuk ve fenerlerini yanlarına alıp komşularının evlerini soymaya giderlermiş.

Fakat gün doğarken geri döndüklerinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Herkes birbirinden çaldığı için bu ülkede kimse kaybetmezmiş.

Bir gün nasıl olmuşsa olmuş içlerinden bir tane dürüst adam çıkmış. Dürüst adam geceleri diğerleri gibi çanta ve fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih ediyormuş. Hırsızlar onun evinin önüne geldiklerinde evin ışığının yandığını görüp dönüp gidiyorlarmış.

Bu durum birçok hırsızı rahatsız etmiş ve ona kızmaya başlamışlar: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Geceleri hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az sürede, evinde yiyecek içecek hiçbir şey kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış.

Bu ülkede hırsızlıkla giderek zenginleşenler ise işi daha da ilerletmiş ve kendileri için soygun yapsınlar diye maaşlı hırsızlar istihdam etmeye başlamışlar. Zamanla, zengin-fakir ayrımı çoğalmış. Zenginleşen hırsızlar mallarını korumak için bekçiler tutmuş, hapishaneler kurmuş, kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak serbestmiş!

Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmemeye başlamış. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacak kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlar.

Sonunda zenginler eski düzeni yeniden kurmak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda bir kâğıt görmüşler. Kâğıtta şunlar yazıyormuş: “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir…”

BİR MİLLET UYUYORSA UYANDIRMAK KOLAYDIR. AMA “UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA” NE YAPSANIZ NAFİLE, UYANDIRAMAZSINIZ.

AK PARTİ’de görev yapan çoğu milletvekili ve belediye başkanının aynen bu pozisyonda olduğuna bizzat şahidim. Yani “UYUMUYOR AMA UYUYOR”, “DUYUYOR AMA DUYMUYOR” numarası yapıyorlar.

24 Haziran Milletvekilliği Genel seçimlerinde oy kaybı yaşayan birçok il ve ilçede aktif siyaset yapan AK Partililerin neredeyse tamamı şu günlerde aptal ayaklarına yatıp, “Allah! Allah! AK Parti oy mu kaybetti ki?” gibilerinden sağa sola bakınmakla meşgul. Aslında bu eblehlere sormak lâzım; “Seçim sürecinde topluma ne mesajlar verdiniz? Elle tutulur ne tür vaatlerde bulundunuz? Elinizde Erdoğan gibi tüm dünyanın imrenerek baktığı bir dünya lideri olmasaydı hangi yüzle insanların kapısını çalacaktınız?” bunları bir düşünün bakalım.

Onu bunu bilmem…

Eğer 24 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 2019 Mart Yerel Yönetimler Seçimi’nde de benzer PİNOKYO ve TİPİTİP figürleri aday gösterilirse Türk halkı feraseti meraseti bir tarafa bırakır, gözünüzün ortasına bir tane okkalı yumruk indirir.

24 Haziran seçimlerine dikkatle bakın ve sonuçları iyi analiz edin. Türk halkı; lideri olan Erdoğan’a sahip çıktı ama AK Parti için aynı tercihte bulunmadı.

Konferans verdiğim birçok il ve ilçede hemen herkes aralarında anlaşmış gibi aynı şeyleri söylüyor; “Milletvekillerini sadece seçim sırasında görüyor sonrasında asla görmüyoruz. Birçoğunun FETÖ bağlantısı var. İş ve ihale takipçiliği yapıyorlar. Adam kayırma had safhada, kentsel dönüşümde iş çığırından çıktı. Yakınlarını istedikleri yere yerleştiriyorlar. Milletvekili seçildikten sonra abad oluyorlar. Vali ve kaymakamlar başta olmak üzere tüm kamu çalışanlarını tehdit edip usulsüz ve yersiz talimatlar veriyorlar.”

Ve daha neler neler…

Bugüne kadar Sayın Erdoğan’ın gerek AK Parti içerisinde gerekse kendi çevresinde ciddi bir temizlik yapması gerektiğini dile getirmeyen tek bir Allah’ın kuluna rastlamadım.

Aynı tespiti yüz kişi, bin kişi, on bin kişi, yüz bin kişi yapıyorsa demek ki gerçekten SORUN VAR.

24 Haziran seçimlerinde AK PARTİ’nin yaşadığı oy kaybı, işte bu sorunun sandığa yansımış tezahürüdür.

Bundan sonrası Sayın Erdoğan’ın problemi. Ya toplumun hassasiyetlerini dikkate alıp AK Parti’yi %50-55’lere taşır, ya da etliye sütlüye dokunmayıp 2019 Mart seçimlerinde AK Parti’nin tarihsel yenilgisine tanık olur.

Hikâyedeki kâğıtta ne yazıyordu; “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir…”

Sayın Cumhurbaşkanı, kendisine gönül veren insanlara “çok geç kaldık” üzüntüsünü yaşatmamak için bu uyarıları dikkate almak zorunda.

Aksi durumda olacakları hiç kimse tahmin bile edemez.

Sayın Bahçeli’nin 23 Ekim 2018 günü Meclis grup toplantısında; “Cumhur İttifakı sona erdi” şeklinde açıklama yapması aslında oldukça geç kalmış bir konuşmaydı. Devlet Bahçeli bu konuşmayı yapmamak için aslında çok fazla sabretti.

AK Parti içindeki bazı “zevzekler” açıktan açığa MHP ve MHP lideri hakkında konuştukça konuştu. Sayın Bahçeli “AF” konusunu gündeme getirdiğinde kendini bir matah zanneden çoğu AK Partili Sayın Bahçeli’ye laf yetiştirme telaşına düştü. Sanki üzerlerine çok vazifeymiş gibi…

Bu arada Sayın Devlet Bahçeli’nin kim olduğunu hatırlatmakta galiba fayda var. 15 Temmuz 2016 Darbesi yaşandığında Erdoğan’a desteğini ilk açıklayan, FETÖ’ye karşı verilen mücadelede hükümete koşulsuz destek veren, olağanüstü halden Fırat Kalkanı ve Zeytindalı operasyonlarına kadar hemen her konuda milli bir duruş sergileyen Bahçeli’den bahsediyoruz.

Sayın Bahçeli’nin ağzından; “uyuşturucu satıcılarını, kadına şiddet uygulayanları, terör suçlularını, çocuk ve kadınlara cinsel taciz uygulayanları AFFEDELİM” diye bir cümle çıktığını duyanınız oldu mu hiç?

Peki Sayın Bahçeli bunları telaffuz dahi etmediği halde “AF” konusu her gündeme geldiğinde temcit pilavı gibi bu tür abes örnekler verilip MHP lideri neden zan altında bırakıldı?

Sonuç? Sayın Bahçeli’nin canına tak etti ve “herkes kendi yoluna” diyerek Cumhur ittifakına son noktayı koydu.

Sayın Bahçeli’nin bu açıklamasından hemen sonra grup toplantısında konuşan Sayın Erdoğan ise 15 Temmuz darbesi öncesinde Fetullah Gülen’e ve onun cemaatine methiyeler düzen Bekir Bozdağ’a destek verirken Devlet Bahçeli’yi harcamayı tercih etti. (Türk halkı nezdinde 1000 tane Bekir Bozdağ, Sayın Bahçeli’nin saçının tek bir teli bile etmez iken).

Sayın Erdoğan bu tercihiyle çok büyük bir yanlış yaptı. Sayın Bahçeli de bu durum karşısında 29 Ekim Resepsiyonuna katılmama kararı aldı.

Bu gelişme karşısında eminim ki AK Parti içindeki birçok ebleh ve dinozor ellerini ovuşturup; “yaşasın partiyi MHP’nin gölgesinden kurtardık, artık istediğimiz haltı yer, istediğimizi aday göstertir, Reis’e her dediğimizi yaptırırız” demeye başlamışlardır.

Bu gelişmeden sonra MHP’nin tüm şehirlerde kendi Belediye Başkan adaylarını göstereceği açıklandı ve ilk sürpriz eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ismi üzerinde yaşandı. Böyle bir iddia üzerine Melih Gökçek bir açıklama yaptı ve kendisinin “AK Partili” olduğunu söyleyerek üstü örtülü bir yalanlamada bulundu.

Ancak patavatsızlıkta sınır tanımayan kelli felli bir AKP’li hemen mikrofon karşısına geçip “Sözünü ettiğiniz kişi, bizim partimizde belediye başkanlığı yaptı, görevini bırakması istendi. Gökçek’in görevden alınması iş olsun diye istenmedi. Bunun ötesinde bir yorum yapmayacağım.” şeklinde hadsiz bir açıklama yapınca, ona cevap verme işi de Melih Gökçek’e düştü ve Melih Gökçek sosyal medya hesabından HAYATİ YAZICI’nın sözlerine tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: “Ya sabır celle celalühü… Davama zarar vermemek için susmaya devam ediyorum. Benimle ilgili kamuoyunun önüne çıkamayacak bir suçum varsa açıklamazsan namertsin. Hadi yiğitsen devam et. Sabrımı taşırma. Vallahi tozunu atarım.”

Attırır mı?

Melih Gökçek “attırırım” diyorsa bence attırır.

Gökçek’in bu açıklamasından sonra Hayati Yazıcı’nın (ki geçmişte “Paralel devlet yapılanması yoktur” şeklinde açıklama yapmıştı) bir daha bu türden “yeni yetme ergenler” gibi saçma sapan açıklamalarda bulunacağına ihtimal bile vermiyorum.

Bu seçimler inanın çok zor geçecek.

Sayın Erdoğan’ın işi çok zor. Kardeşi azılı bir darbeci olan Şaban Dişli’yi Hollanda’ya büyükelçi olarak ataması ve Bülent Arınç’ın oğlunu milletvekili yapması gibi çok kötü tercihler henüz hafızalarda iken, FETÖ’ye geçmişte methiyeler düzen Bekir Bozdağ’ı Sayın Devlet Bahçeli’ye tercih etmesini birçok kişi kaldıramayacaktır ki kaldıramıyor zaten.

Parti içinde bu kadar başıboşluk ve liyakatsizlik ve ehliyetsizlik ve çapsızlık ve pişkinlik ve vurdumduymazlık varsa ve AK Parti’nin 31 Mart 2019 Belediye Başkan adaylarını Hayati Yazıcı gibi isimler belirliyor ise bu seçimlerde başarı nasıl sağlanacak? Bazen düşünmüyor da değilim; acaba bu kadar yeteneksiz adamla çalışmayı Sayın Erdoğan’ın kendisi mi istiyor? Herhalde istiyor…

Cumhur İttifakı var iken AK Parti’ye destek veren çoğu milliyetçi muhafazakâr seçmenin yeni durum karşısında MHP’ye destek vereceğine adım gibi eminim.

Oylar bölününce ne olacak? CHP ve HDP birçok şehirde Belediye Başkanlığını kapacak.

AK Parti’nin böyle bir yenilgi yaşamasını dört gözle bekleyen o kadar çok kişi var ki.

Bu seçimde kaybeden AK Parti olmayacak. Kaybeden Türkiye olacak…

Sayın Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği “METAL YORGUNLUĞU” tespiti bence son derece yanlış bir tespit. AK PARTİ’deki sorun metal yorgunluğu değil ayan beyan “GÜÇ ZEHİRLENMESİ”.

Vatandaş bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyor ancak anlamayan AKP’liler için “güç zehirlenmesi” teriminin siyaseten karşılığını da yazayım: “Hazımsızlık, kendini bir matah zannetme, havalanma, gaza gelme, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeme, ya da daha açık bir ifadeyle KIÇI KALKMA”.

Yüzde 7,5 oranındaki MİLLİ GÖRÜŞ tabanından gelip siyaset yapan AK Partililer, ANAP, DYP, MHP, BBP ve toplumun diğer katmanlarından aldıkları yüzde 40’dan fazla oy ile bugün Türkiye genelinde yüzde 47-48 oy alabiliyordu ama artık deniz bitti!

AK PARTİ kendi içine gittikçe daha fazla kapanıyor, toplumun diğer katmanlarına karşı kapıları kapatıyor ve bunu yaparken de aynen şu mantıkla hareket ediyor;

“Sizler bizim kanımızdan değilsiniz, bizimle genetiğiniz asla uyuşmuyor, bizim için çalışabilirsiniz, bize oy verebilirsiniz ancak bizim içimize giremezsiniz. Körü körüne AK PARTİ’ye destek verdiğiniz için bahçemizde oturabilirsiniz ama oturma odamıza asla giremezsiniz”.

AK Partililere göre ne de olsa bahçede yer çok, ancak odada yer yok.

Ancak bilmiyorlar ki evin çatısı çöktü çökecek.

Şeyh Edebali ne demiş; “Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar güvende değildir.”

Üçüncü hezimet yolda mı?

2019 Belediye seçimlerine gelince durum hiç de iç açıcı değil. AK Parti teşkilatlarında görev yapan hemen her kademedeki şahıs, ülke fethetmiş komutan edasıyla ortalık yerde caka satıp milleti muhatap kabul etmez iken halk bunlara oy verir mi? Ben şahsi kanaatimi söyleyeyim bırakın oy vermeyi, halk tür politikacılara günahını bile vermez.

Belediye Başkanlığı döneminde okuduğu bir şiirden dolayı hapis cezası verilen ve apar topar Pınarhisar cezaevine konulan Sayın Erdoğan hakkında dönemin gazetelerinin attığı meşhur manşeti hatırlayın; “ARTIK MUHTAR BİLE OLAMAZ “. Galiba bu manşet Erdoğan için değil ama diğer birçok AKP’li için tartışılmaz derecede doğru!

Erdoğan olmasa bu şahıslar bırakın bakan, milletvekili ve belediye başkanı olmayı MUHTAR BİLE OLAMAZ…

Fakat yapacak bir şey yok. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi” şiiri herkesin malumudur. Son iki mısra ölümden duyulan memnuniyeti anlatır;

“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.“

Ben bu şiiri Sayın Erdoğan’a ithaf ediyorum. Halkın politikacılara yönelik memnuniyetsizliği had safhada iken ve tek bir insan evladı kendi yerel yöneticisi lehinde tek bir olumlu kelime konuşmuyor iken mevcut yapıyla ve şaibeli isimlerle yola devam ediyorsa bunun günahı da vebali de Sayın Erdoğan’a aittir.

Cumhur ittifakının olmadığı ve Sayın Bahçeli’nin destek vermediği bir seçimde AK Parti’nin 15 Temmuz’u ve 15 Temmuz Şehitlerini siyasi malzeme yapmasına ise millet bu defa izin vermeyecektir.

Seçimler “er meydanıdır”.

Kendine güvenen çıkar güreşir.

Fetullah Gülen denilen meczup vatan hainine methiyeler düzen AK Parti’deki AKP’lilerle yola devam edildiği sürece parti “güneş yiyen kar” gibi eriyecek, toplum partisi olma sürecinden çıkıp zümre partisi olmaya doğru hızla evrilecek ve gittikçe ANAP’laşacaktır.

1983’de tek başına iktidara gelen ANAP, 1989’da yeni politika, söylem ve proje üretemediği için erimeye başlamış, 2002 seçimlerinde sadece %5,11 oy almış, sonraki seçimlerde ise oy oranı binde 7’lere kadar düşmüştü.

Üzülerek söylüyorum; AK Parti’nin yaşam döngüsü de ANAP’a benzemeye başladı.

Sayın Cumhurbaşkanı bu durumu ya düzeltir ya düzeltir.

Düzeltmezse?  Ortada AK Parti falan kalmaz.

Sonrası? Sonrası tufan.

Yazık ki ne yazık! Olan Türkiye’ye olacak…

Dr. Mehmet Hakan Sağlam

adminadmin