Kültür
Giriş Tarihi : 24-02-2019 10:00   Güncelleme : 24-02-2019 10:32

Yazmak nedir? Veya bir sevgili ne işe yarar? (2)

Yazmak nedir? Veya bir sevgili ne işe yarar? (2)

Yazmak, okumak, sevmek, sevilmek; bu dört mastarın her biri kendi başlarına bir şeydir ve yalnız kendileri bir şeyi ifade eder. Dikkati gerektiren hadise şudur ki dört mastardan her biri ancak kendileri olmayan bir şeyle vuku bulur, hadise kabul edilir, her birinin anlamlarına ancak dışlarından varılabilir. Yazılan ne ve yazılmasıyla ne oluyor? Okunan nedir ve onun okunması ne sonuçlar doğuruyor? Seven kim ve sevmeseydi ne olurdu? Sevilen kim veya ne? Şartlar sevildiği zaman nasıl; sevilmediği zaman nasıl? İnsanın olgunlaşmasından, kemale erişinden haberdar olmak istiyorsak andığımız dört mastar arasındaki bağları göz önüne almalıyız. Almadıysak kaybeden biz oluruz. Yazmağı okumaktan, sevmeği sevilmekten ayrı düşündünüz mü yoldan çıkarsınız. Okumak, yazmak, sevmek, sevilmek; cümlenin maksudu bu dördünden her birinin kifayetlisi olmağa müteveccihtir. Biri uğruna geri kalan üçünü ihmal edeni kınamağı ise akla getiren pek olmaz. Gelin görün ki, bu dördünden her birini diğer üçüne perçinleyen şartlardan haber vermeğe şiirin açtığı sahadan daha müsait bir saha yoktur. Daha düzgün bir ifade şöyle olurdu: Şiir odur ki, bizleri, bizlik nedir bilenleri bir vuruşla okumanın, yazmanın, sevmenin, sevilmenin kıymetini bilmeğe çağırır.

Bu münasebetle şiirin insan için ehemmiyeti ve İstiklâl Marşı’nın şiir olup olmadığı Türk hayatının vazgeçilmezidir. Birisi kalkıp ben de Türk’üm; ama şiirle başım hoş değildir diyecek olsa kendine güldürür. Böyle olduğu halde bize şu aşağıdaki suali veya o ayarda bir başka suali tevcih veya tevdi eden yoktur. “İstiklâl Marşı’nın manzume değil şiir olduğunu müdafaa eden sizler, şiirin de bir yandan bir tür heykel karakterine sahip olduğu nispette ve olduğu kadar diğer yandan bir tür söylem karakterini aksettirdiğini müdafaa eden sizler medeniyete tek dişi kalmış canavar demeği yerinde bulduğunuz zaman insan topluluklarının vahşetten barbarlığa oradan da yerleşik hayata geçtiği görüşüne zıt bir görüşü, zıt değilse bile farklı bir görüşü mü öne sürüyorsunuz?” Bunu bize soran yok. Çünkü biz yokuz. Biz Türkler Batılılaşma maceramızın hasılası olarak tarih sahnesinde solmuş hayaletler haline getirildik. Rengimize yeniden ve cismâniyyetimize hakkıyla kavuşacak mıyız? Allah bilir.

Yukarıda zikrettiğim suali bana, beni bir şeylerden tecrit ederek tek başıma bana da soran yok. Bir şair, bir komünist, bir Müslüman olmam hasebiyle beni mesuliyetlerimi yerine getirmeğe çağıran yok. Olmadığı gibi şairliğin, komünistliğin, Müslümanlığın içi boşaltılarak benim Türk milletine bir renk değilse bile bir ses bulmamın vasıtaları da yok mesabesine indirildi. Mensup olduğum millet gözümün önünde paslandı. Eğer zaten paslı idi diyorsanız ben daha da paslanışını müşahede etmenin acılarını yaşadım. Her ne kadar kendi milletim tarafından ihata edilmiş gibi görünsem de gerçekte  kıstırıldım ve köşeye sıkıştırıldım. Türk milleti pas tutmasaydı ve paslanışına olduğu kadar onu paslandıranlara da âşık olmasaydı karşımıza mezkûr sualin İbranî-Hıristiyan kültü dolayısıyla çıkması mukadderdi. Kaderimde yazarak önce paslanmanın aleyhinde bulunmak ve sonra tuttuğu kadar, tuttuğu yerde pası kazımak bulunduğu kafama çoktan dank etmişti. Âhir ömrümde ha bire kazımaktan geri durmuyorum ve ne oluyor? Kaç kat pasla örtülmüş bir millet ki gencecik yaşımdan yaşı geçmiş zamanıma kadar manzum ve mensur fasılasız kazıdığım yerler bir türlü parlamadı. Acaba kazımak için kullandığım vasıtada, cisimde mi iş yok? Yoksa kazımağa ben mi ehil değilim? Milletçe bir yere varıldıysa varılan o yer her iki şıkkı da doğrular gibidir. Eğer ülkemin temayülleri sebebiyle henüz tecrübe etmediği o belli bir seviyeyi esas alarak yazmayacak olursam ne dediysem demiş olduklarımı diyemeyeceğim. Bu paradoks yetmezmiş gibi o belli seviyeye ermemiş kişiler gözüyle okunmuş olmak yazdıklarımı çarpıtıyor. Benim de beni okuyanların seviyesinde duraklamayışım dediğim her şeyi denmemiş şekle getiriyor. Yine de yazma güdüsü beni rahat bırakmıyor.

Yazma güdüsü acaba insanın içinde yaradılıştan hazır bulunuyor mu? Hem evet, hem hayır. Eğer o insanın karakteri ümidini belli bir iddia gütmeksizin koruyamayacağı tarzı aksettiriyorsa evet, bulunuyor; o insan bir şeylerden istifade etmekten ziyade kendisinden birilerinin istifade etmesinden zevk alıyorsa hayır, bulunmuyor. Yazı dünyasında Sokrates’in hiç yazmadığı için asıl filozof, gerçek filozof sayılması gerektiğini savununlar var. Ne diyeceğiz? Beşer vasfımızı insan vasfına yükseltme macerasına dalmış isek önümüze açılan saha yazmanın da, yazmamanın da bizi memnun edeceği bir sahadır. Kişi yazmıyorsa, yazmadıysa mutlaka bir bildiği vardır. Buna mukabil musavver kişi yazıyorsa ve giderek yazmak istiyorsa sancılı bir tarzda bilmek de istiyordur. Neyi bilmek isteyecektir? Sevildiğini. O halde yazmayanlar sevildiklerini biliyorlar mı? Bu netameli durum şöyle değerlendirilse yeridir: Yazmayanlar yani yazma işine hiçbir şekilde bulaşmak istemeyenler ya sevildiklerini derinden derine biliyorlardır veya sevilip sevilmemeği kim bilir hangi sebepten dolayı umursamıyorlardır.     

Yazılmışın delili okunmaktır. İnsan aklı okunmamış şeyin yazılıp yazılmadığına erecek mikyasta vüs’atı haiz değildir. Bilelim ki, yazma inşaatının temelinde okunmak, hususen, hassasiyetle okunmak yatıyor. Acaba insan okunduğu için mi, kendisini okuyorlar diye mi yazar? Hayır, bahse konu olan esrarlı bir alış veriştir. Ben şahsen bu alış verişi Lichtenberg nâm zatın en iyi tasvir ettiğine inanırım: Ein Buch ist ein Spiegel, wenn ein Affe hineinguckt, so kann freilich kein Apostel heraus sehen. Ne ki yazıya geçirilmiştir onu kıskançlıkla korumak lâzımdır. Türk milletinin mümtaz vasıflarından biri okuma yazma bilmese bile yazıyı ayakaltında bırakmayışıdır. Hangi yazıyı? Yazılmışın mürailere, o mürailer karşımıza hangi zırhı giyerek çıkmış olursa olsun tevdi edilmesi felâkete müncer olacaktır. Yazma olduğu tasdike müstahak yazma işlek bir zekâ değil, kalp temizliği talebidir. Varlığı bidayetinde büründüğü muammayla merbut yazma işi insanın içine okunacağı ümidinin çökelmesinden başka bir şeyin sonucu olamaz. Dikkatinizi toparlar, titizliği elden bırakma bölgesinde oyalanmağı bırakırsanız her okumada ele okunma imkânı geçtiğine şahit olursunuz. İslâm dairesinde kalmağa dikkat ve titizlik göstermeden ne şahit, ne şehit olunabilir. Çünkü doğru yolu tutturmak okumakla değil, okunmaktan, okunuyor olmaktan sağlanan faydayı öne almakla mümkündür. İnsanoğlu sebeb-i vücudu gereğince seçmekten, sevmekten ziyade seçilmekten, sevilmekten medet umuyor. Kabul edilmek, makbul bulunmak istiyoruz; ama öncelikle edilmek, öncelikle bulunmak istediğimizden hiç hesaba katılmama tehlikesi karşısında reddedilmeğe, cezaya uğramağa da razıyız.

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

adminadmin