Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 18-07-2012 16:46   Güncelleme : 18-07-2012 16:46

Yunus Emre'nin Davetlileri İle (5)

Evet hemen hepsi en az üç dil biliyordu

Yunus Emre'nin Davetlileri İle (5)
Evet hemen hepsi en az üç dil biliyordu. Arap’ı, Romen’i, Arnavud’u, Kazak’ı, Makedon’u, Boşnak’ı İngilizceyi mükemmel konuşuyordu, adeta ikinci dilleriydi. Beyrutlu bir hanımefendi tam yedi dil biliyordu. Onu daha büyük bir şaşkınlıkla dinledik. Hatta Yusuf ve Peyami inanamadı ve bildiği dillerde cümleler kurmasını rica ettiler. Bu kızın Arapça, İngilizce, İspanyolca, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Türkçe cümleleri ardı ardına kurması hayreti mucip bir haldi! İnanamadık. Bu kadar dil içinde hangisinin daha zor olduğunu sorduk, verdiği cevap bizi şaşırtmadı değil: Bütün bu diller içinde en zoru Türkçe idi.
 
Biz, hep beraber şu soruyu sormaktan kendimizi alamadık: Bizim, bırakın birkaç dil öğrenmeyi, bir İngilizceyi bile bunca yıldır öğrenemeyişimizin/öğretemeyişimizin ardında hangi sebepler vardır? Bu soru çok su götürür geldi bize. Ucu açık bir tartışma, sonu gelmez bir kavga!
 
O akşam da gece geç saatlerde Samsun’a döndük. Yeni insanlarla, lisanlarla tanışmak, onların mutluluğuna az da olsa katkı sağlamak, ülkemiz adına naçizane gönüllü elçilikte bulunmak; ülkelerinde, ülkemiz için var olan olumsuz algıların kırılmasında bir nebze de olsa katkımızın olacağı hayalini kurmak- bir kız öğrencimiz Türkiye’nin kendilerine hiç de iyi tanıtılmadığını, burada gördüklerinden sonra bunu daha iyi anladığını söyledi; onların hatıralarında gün olur hayali cihan değer bir günün müsebbiplerinden biri olmak mutluluk verdi bize.
 
Hele de Arnavut öğrencinin ney sesine ilişkin söyledikleri son derece hoşuma gitti. Yusuf, Amasya dönüşü de ney üfledi. Arnavut öğrenci de Yusuf’a mikrofon tutuyordu. Müzik icrası bitince bu öğrenci derin bir gaşy halinde bana şöyle söyledi: “Dün biraz uzaktaydım, ney sesi bana hoş gelmemişti, ama şimdi yakından dinleyince çok etkilendim. Ne kadar derin bir sesi var!” Bu düşünceler, bu sözler bütün yorgunlukları, bütün kaygıları unutturdu. “İyiliğe sebep olmak için çırpınanlar iyilerdir”in keyfi kuşattı bizi.
 
Bu geziler esnasında ortaya çıkacak aksilikler hep göz önünde bulunduruldu. Konuklarımıza misafirperverliğimizi bihakkın göstermek istedik; mahcup olmaktan korktuk!
 
Ne zaman bir sıkıntı çıksa Üniversitemiz rektör yardımcısı Hasan Gümüş Bey’i aradık. Bütün nezaketi, ilgisi, hamiyetperverliği, beyefendiliğiyle her müşkülü halletme yolunda aşırı duyarlı bir gayret sarf etti! Ona en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. “Benden bu kadar” diyecek yerleri oldu, ama demedi. Bizimkisi gönüllülüktü, belki onunki görevdi! Ama şunu bir daha anladım: Görevlerini gönülleriyle yapanlar hakikaten tanrısal bir şükranı hak ediyorlar!
 
Gezi planlarını beraber yaptığımız Şahin Köktürk hocaya teşekkür ediyorum. Hayırlı işler sebebiyle bizimle Tokat ve Amasya gezilerine gelemedi, ama telefonun ucunda hemen her an bizimleydi.
 
Gezi boyunca hemen her iş o kadar rast gitti ve keyif verici oldu ki, aramızda bazı espriler yapmaktan kendimizi alamadık. İbrahim’e ve çocuklara dedim ki “Arkadaşlar  nereye gitsek sanki Polyanna bizimle. Polyanna,  rektör yardımcısı olmuştu; Polyanna otobüsümüzde muavin ve kaptan olarak yer almıştı. Tokat’ta ve Amasya’da rehberlerimiz, yemekhanede yemeklerimizi sunan aşçı ve garsonlar sanki Polyanna’nın değişik kılıklarıydı. Bu kadar hoş gitmenin metafizik bazı yorumlara yol açması bazen kaçınılmaz olur.
 
Şu an bunları yazarken, Mevlânâ’nın bir sözü geliyor aklıma. Hz. Mevlânâ, Allah dostlarına düşman olmanın tehlikelerinden bahsederken, onların ölümden sonraki hallerine ilişkin bazı uyarılarda da bulunuyor. Diyor ki: “Allah dostlarının ölünce nüfûzu yok olur zannetme. Onlar ölünce, kınından sıyrılmış kılıçlara benzerler.” Kınından sıyrılmış kılıç her an kesmeye hazır demektir. Onlar hayatlarında değil öldükten sonra kınlarından sıyrılmış kılıçlara dönerler. Bu metaforun anlamsam karşılığı bellidir: Veliyullahın etkisi ölümle son bulmaz, aksine artarak devam eder.
 
Gezilerimizde, Yunus Emre’nin ruhaniyetinin bizimle olduğunu zannetmem bu yüzden. Şüphe yok ki, pek çok insanın gayretiyle o kadar insan harika izzet ve ikramlarla karşılaştılar. Zaten onlar da himmetlerini birilerinin fiilleriyle gösterirler.
 
Herkes kendisine düşeni hakkıyla yaptı/yapmaya çalıştı. İnşallah biz de bizden beklenenin hakkını vermişizdir.
 
Bu yazının bitiminde Yunus Divanından bir tefe’ül edeyim dedim, aşağıdaki beyit çıktı. Maksadımızı ifâdeye bu beyit ziyadesiyle kâfidir:
 
 
Sorarsan dost kandadır (nerdedir)kanda (nerde) istersen ordadır
Hem gönülde hem candadır hiç kalmadı gümânımız (şüphemiz)
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                         (Bitti)
 
adminadmin