Kültür
Giriş Tarihi : 03-02-2019 14:00   Güncelleme : 03-02-2019 15:34

Zahmetsiz rahmet olmaz!

Zahmetsiz rahmet olmaz!

Kızgın taşlara basa basa çıkıyordu Hz. Hatice, Nur Dağı’nı. Yakıcı güneşin altında bedeni yorgundu, aşılması gereken yol meşakkatle doluydu. Ama Hatice azimli... Hatice vefalı... Resûlullah’ın iyi olduğunu görmek için katlanacağı bütün sıkıntılara talipti... İnsana verilen en büyük nimet, “var olmak” tam da bu değil miydi? Var olabilenler, ancak yüce bir hedefe ve o hedefe ulaştıracak hedeflere talip olabilenlerdi. Rabb’ine yakın olma gayesiyle var olan, değer kazanan insan, bu makama eriştirecek yolda yürümeye de talip olmalıydı. Ulaşılacak bir hedef, varılacak bir menzil varsa, aşılması gereken bir yol olmalıydı zira...  Yol... Mihnetlerle kuşanmıştı, ama “Elbette Rabbim benimledir, bana bir çıkış yolu gösterecektir...” (Şuarâ, 26/62.) inancından beslenen bir azim verilmişti kulun kalbine... Bu azimle sefere devam edenler için rahmetin ve nimetin habercisiydi yol…

Hiçbir sıkıntı vazgeçirmemeli hedefe giden mümini, yolu adımlamaktan... Azim ve sebat, hedefe odaklanmış müminin kalkanı olmalı zorluklara karşı. Yorulabilir, kırılabilir, tökezleyebilir ama yeni baştan kalkmalı ayağa. Resûlullah, ne güzel tasvir etmişti müminin bu durumunu... “Mümin taze ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz)...” (Müslim, Sıfâtü’l- münâfikîn, 59.).

İki gencin hikâyesi, azmin zaferini gösterir bizlere. Bir zamanlar güzel söz ve yazının her hanede ev sahibi olduğu bir diyarda, en güzel şiirler seçilip levhalara yazılarak şehrin en güzel köşelerine asılırmış. Bu iltifata mazhar olmak isteyen gençler, işin sırrını öğrenmek için dönemin Sultanu’ş-şuarâ lakaplı meşhur edibine gitmişler. Şairlerin Sultanı onlara şöyle demiş: “Şiir, söz zarifliğiyle işlenir mısralara. Bunu, ancak zarif gönüller yapabilir. Şiirin kendi içinde hoş bir sedası, ahengi de olmalı... En güzel nağmeler saklanmalı mısralarında... Okuyana hikmet pınarlarını tattıran bir manası da olmalı. Bu mana, ona talip olanın ruhunu olgunlaştırmalı. Şiir böyle bir seyrüsefere dönüşürse, her gönle girecek kadar tesirli olur. Bunun için şu karşıdaki dağı aşıp, eşsiz manzarayı seyretmelisiniz. Yol meşakkatlidir, ama her mihnetin içinde bir nimet saklıdır.”

Gençlerden biri “Zirveye ulaşmanın kolay, kısa bir yolu yok mu?” diye sormuş edibe. Edip, “Bir patika var. Oradan çıkmak çok kolay, ama çok kurak. Hiçbir şey yok görülecek. Sadece zirveye değil, yolda yaşayacaklarınıza da talip olmalısınız ki, sözünüz sanat olsun.” diye cevap vermiş. Gençler, başlamışlar yürümeye. Karşılarına büyük bir çiçek tarlası çıkmış evvela. Zirveye ulaşma hırsıyla her adımda mis kokulu bir güzeli ezdiklerini düşünmeden hoyratça yürümüşler. Şairlerden biri, yakıcı sıcakta ilerlemekten yorulmuş, zirveye çabucak ulaşmak arzusuyla patikaya yönelmiş. Diğeri ise yürümeye devam etmiş. Birbirinden güzel zarafetteki çiçeklere hayran olmuş, hoyrat yürüyüşünden utanmış. Onları ezmemek için zarif adımlarla devam etmiş yoluna. Ruhu incelmiş, varlığına bir zarafet sirayet etmiş. Sonra karşısına bir orman çıkmış. Ağaçların dalları o kadar iç içeymiş ki, yüzü yara bere içinde kalmış. Ama önceden duymadığı güzellikteki kuşların sedalarını dinlemiş yol boyu. Bu eşsiz nağmeler kulaklarından ruhuna doğru süzülmüş, varlığına sirayet etmiş. Daha sonra aşması gereken yalçın kayalarla karşılaşmış. Öyle keskinlermiş ki dokunduğu yer parmaklarında derin kesikler açıyor, büyük bir ızdırap veriyormuş. “Izdırap çekmeyen, dertlinin hâlinden anlar mı hiç? İşte artık anlıyorum ızdıraptan kıvranan dertli gönülleri, hedefine ulaşmak için mihnet ve zahmetine sevdalanan arifleri...” demiş. Izdırap, onu olgunlaştırmış, varlığına merhametin tohumlarını serpmiş. Sonunda zirveye ulaşmış. Kolay yolu seçen, kısa bir süre içinde zirveye ulaşıp şiirini yazmış. Ama meşakkatlerin içindeki nimetlere vâkıf olamadığı için şiiri ahenksiz ve derin manalardan azade olmuş. Uzun, mihnetli bir seferle zirveye ulaşanın şiiri ise mısralarında hoş bir sedanın saklı olduğu, okuyanı derin derin düşündüren manalara sahip zarif bir söz sanatı olmuş. Nesilden nesile aktarılacak kadar tesirli bu şiir levhaya yazılmak üzere seçilmiş. Olanları hüzünle izleyen sabırsız şaire, meşhur edip “Evladım, zahmetsiz rahmet olur mu? Yanmadan, pişmeden dökülen mısralar ne kadar tesirli olabilir ki?” demiş.

Hakikati kavranan her zirve, yeni kapılar açan her fetih; yola talip olan azimli, yolda kalma iradesini gösteren sebat sahibi bahtiyarlara nasip olmuş dünyada. Öyleyse varlığımıza emanet edilmiş azim ve sebatla yürümeye devam etmek lazım vesselam…

Cânân Cehri AKYOL / Diyanet Dergisi

adminadmin