Vatan nedir?

“Vatan diye bildiğim fikrimin coğrafyası /Fikir yoksa vatan ne kuru toprak parçası.”

Kültür - 20-08-2017 15:00

Andre Gide’e sorarsanız, “vatan dediğiniz şey birkaç dosttan başka nedir ki?” cevabını alırsınız. Meseleyi şahsî hissiyat planında geçiştirmesine mukabil, gerçeklik payı olan bir ifade. Andre Gide gibi kendini bütün dünyaya âit hisseden ve bütün dünyayı kendisinin bilen her entellektüel, elbette ufkunu ve vicdanını bir toprak parçasıyla sınırlandıramazdı. Kendisini vatansızlıkla suçlayanlar ise, bundan iyi karşılık göremezdi.

Dost vatandır. Dost; yani seni senden daha iyi tanıyan, dilinden anlayan,aynı ıztırabı paylaştığın, aynı hasretleri bölüştüğün, benzer kaygılar için kalbinin çarptığı kişi. Böyle bir dostla aynı mekanı paylaşan kimse, kendini gurbette bilip, sıla türküleri söyleyebilir mi?

Bunun tersi bir durum ise, ananın, babanın, kardeşlerinin yanında bile kendini sürgün hissetmek, Baudelaire’in “albatros kuşu” gibi şaşkın şaşkın çırpınmak olmalı. Cemil Meriç, –sanırım- Jurnal’inde, fikir arkadaşlıklarına susadığı bir dönemden bahsederken, “o kadar yalnızdım ki, gökten iblis inerek elini uzatsa, ona minnettar kalabilirdim” benzeri bir söz söyler ve Allah korusun, bu tür bir yalnızlığın küfre varabilecek neticesini işaretler.

Dostunun yanında, emniyette olursun. Vatan da işte, tehlikeden uzak olunan, emin yer. Bu işin bir de tasavvufî yönü var ki, ehline bırakmak gerek. Müridinin vatanıdır mürşid. Bütün bir Tilki Günlüğü’nün şahitlik ettiği husus…

Evet, nedir vatan? Halkımız arasında deyim haline gelmiş bir dövizde sorulduğu veçhile; “doğduğun yer mi, doyduğun yer mi?”…

Psikanalizmin etkisindeki bazı batılı aydınlar için vatan, çocukluğumuzu yaşadığımız yerdir. Çocukluk; yani dünyayı, dış âlemi ilk defa idrak ediş, ben kavramının farkına varış… İnsan her yerden, her şeyden kopabilir, birçok şeyi unutabilir ama ilk göz ağrısı olan mekan çerçevesini unutamaz, o yeri özlemekten alamaz kendisini. Tıpkı Andre Gide’in sözü gibi, hakikati olan bir yaklaşım.

Bu bakış açısını kendi dilimize, “vatan bir hatıradır” diye çevirebiliriz. Bazı din büyüklerinin “vatan sevgisi imandandır” mealinde nakledilen hadisi, ”ruh aslî yurdunu, öteler âlemini özler, oranın hatıralarını, renklerini taşır, hasretini çeker” şeklinde tefsir ettiklerini biliyoruz. Nitekim Üstad Necib Fazıl’ın şu mısraı, bu mukaddes fikirlerden süzülmüştür:

“Ne kadar vatan varsa, o vatandan haberci.”

Kısacası, her “toprak seviyeli” meselede olduğu gibi, tüm bu vatan izah veya teorilerinin de nihaî tecridinde, tasavvufî bir çehre vardır. Bu bakımdan bize düşen, karınca kararınca da olsa pay almaya çalışmaktır ondan.

Vatan tarifinin sığacağı, onu izah için kullanılacak belki son kavramdır toprak. İçtimaî pencereden bile baksak, bu tesbit yine değişmez.

Maalesef bizim düşünce hayatımıza vatan kavramı Namık Kemal’in toprak merkezli çığlıklarıyla girmiş ve 150 yılı bulan süreye rağmen bu çerçeveden kurtulamamıştır. “Vatan elden gidiyor… Vatan tehlikede… Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini… vs.

Üstad Necib Fazıl, Namık Kemal’e dair yazdığı eserde, bu içi boş klişelere şu ifadelerle tepki verir:

“Uğrunda candan başlayarak her şeyi feda etmek lazım gelen vatan mefhumu hangi madde ve ruh bütünlüğünü ifade eder?..”(Necib Fazıl Kısakürek, Namık Kemal, Büyük Doğu Yayınları, 3 Basım, Ağustos 1992, s. 220)

Kuru bir toprak parçası değil de, ”madde ve ruh bütünlüğü”… Mevzu bu olduğunda, her ideolojiye, her anlayışa nisbetle ayrı bir vatan tarifi çıkar karşımıza.

Namık Kemal’in izahsız, temelsiz vatan çığlığının yanında, Ziya Gökalp’ın mefkureleştirmeye çalıştığı hayal ürünü vatan tarifi bile, yanlışlığına rağmen, izah ifade ettiği için daha ötede bir safhadır:

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne de Türkistan;

Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan.”

“Kültür”e dayalı düşüncelerde vatan, o kültürün yaşadığı ve yaşatıldığı yerdir. “Devlet” temelli bakış açıları ise, vatanın sınırlarını bu müessese etrafında çizer. Marks’a sorarsanız, “işçinin vatanı karnının doyduğu yerdir.” Yahudi bu kelimeyi duyunca, “Arz-ı Mev’ud”u anlar.

Irk temelli milliyetçiliğin gözükara serdengeçtisi Nihal Atsız için, “İzmir’i kurtarmak için yapılacak savaşla, Türkistan’ı kurtarmak için yapılacak savaş arasında hiçbir fark yoktur.”

Bu türden hayalî bir Turan sevdasının dışında kalmakla birlikte, Prof.Dr.Remzi Oğuz Arık gibilerin başını çektiği bir başka milliyetçi zümreye göre, “coğrafyanın vatana dönüştüğü yer, Anadolu’dur.”Ancak muhtevasına iman nurunu yerleştirmeyen bu türlü bir Anadoluculuk, nazarımızda dar bir mekan nazariyesinden başkaca bir şey değildir.

Suyun, içine girdiği kabın şeklini alması gibi, vatan fikri de, neresinden tutarsanız onun biçimine bürünmekte. Tam da bu sebebtendir ki, siyasî hayatımızda en çok istismar edilen, ırzına geçilen kelimelerin başında gelmekte.

Devam edelim: Vatan kavramını, millet dâvâsından ayrı düşünemeyiz. Bir ideoloji, millet ve milliyeti nasıl tarif ediyorsa, vatanının sınırlarını da o çerçevede çiziyor demektir. Millet kavramını reddeden hümanistlerin, vatansız olmayı haykırmaktan çekinmeyişi gibi. Çoğu kimsenin Tevfik Fikret’e ait olduğunu sandığı, aslında ilk sahte kahramanlardan, Tanzimat gazetecisi Şinasi’ye âit şu mısra meşhurdur:

“Milletim nev’i beşerdir, vatanım rûy-ı zemin.”

Fikret’in aynı görüşleri dile getirdiği şiir ise, şöyle:

“Toprak vatanım, nev’i beşer milletim. İnsan

İnsan olur ancak bunu iz’anla, inandım.”

Halbuki aynı Fikret, “İttihat ve Terakki” hayali gördüğü yıllarda ne ateşli vatan şiirleri yazmıştır. Oğlu Haluk henüz ufak bir çocukken defterine bir bayrak resmi çizmiş, altına da “Ölmek ve Yaşatmak Seni” yazmış, bunu gören Fikret, o heyecanla tam dört sayfalık bir şiirle, Haluk’u vatanı uğruna ölür görmenin gurur ve hayalini dile getirmiştir.

Andre Gide’in vatansızlık idealinin yanında, Fikret ve Şinasi gibilerin hümanizmi ne kadar yavan ve başıboş. Âmiyane tabirle, serserice…

Vatan şiirleri denilince… Askerde “rap rap” temposunda “her-şey vatan için” yürüyüşü yaparken, aklıma hep Orhan Veli’nin yazdıkları gelirdi: “Neler yapmadık şu vatan için. Kimimiz öldü. Kimimiz nutuk çekti.”

Nazım Hikmet, hâkim güçlerin her türlü baskı ve zulmü “vatanseverlik” maskesi altında gerçekleştirmesine tahammül edemez ve kendisini “vatan haini” ilân eder: “Vatan çiftliklerinizse, kasalarınız ve çek defterinizin içindekilerse… Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan… Kışın soğuktan it gibi titremekse… Yazları sıtmadan kavrulmaksa… Ve vatan polis copuysa… Amerikan uşaklığı ise…” Böyle bir “hain”likten gurur duyar şair:

“Ben vatan hainiyim

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla

Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ…”

Oysa Nazım, Rusya’da geçirdiği yıllarda buram buram Anadolu’nun kokusunu duymuş, Moskova’ya 25 kilometre mesafede bir “karlı kayın ormanında” memleket hasretiyle yıldızları seyrederken, bütün bir hatıra tablosu gözlerinde canlanmış ve “memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak” diye hayıflanmaktan geri kalmamıştır. Hangi derin memleket acısıdır ki o, bu şaire “ben vatan hainiyim” çığlığını attırabilmiştir?

Üstad Necip Fazıl, Nazım Hikmet’le en sert biçimde mücadele edenlerin başında olmasına mukabil, onu hiçbir dönem vatan hainliği ile damgalamamış, nefretini bir fikir öfkesi hâlinde dile getirmiştir. Nazım’ın kabahati belki vatana değil, Türk’ün ruh köküne ihanettir ve bu noktada ona vatan hainliğini yakıştıranlar, en az Nazım kadar Türk ruhuna hainlik etmiş ayrı bir zümredir. Türk ruh kökünü kurutmaya memur rejimin koruyucu ve kollayıcılarıdır onlar. Üstad, Nazım’ı cezaevinde ziyaret eder ve “benim rejimim olsa seni asardım, ama hiçliğin rejimi tarafından zulme uğratılmanı kabullenemiyorum” meâlinde konuşur. Aslı ve tafsilatı, Babıali isimli eserindedir.

Kabul etmek gerekir ki, bir fikir için dışarıdan destek aramak ve bu uğurda gurbeti göze alabilmek, yeri geldiğinde en takdire şâyan bir eylem biçimi sayılabilir.

Ah şu vatan… Kimlere ne şiirler söyletmemiş ki?.. Mithat Cemal Kuntay meselâ:

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Kuntay şairlik mertebesini bu beyite borçluyken, bundan üç-beş sene evvel aynı mısralara şu şekilde nazire yapar Yılmaz Odabaşı:

“Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır;

Toprak eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır.”

Böyle dediği için bir süre de hapis yatar… Bilvesile, Kürdistan hayaliyle ölümü göze alan bir zümrenin, ”toprak eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır” diyebilen bu Yılmaz Odabaşı’nı el üstünde tutup kendisine yakın bilmesi de, ülkemize has ayrı bir traji-komedi.

Nereden bakarsanız bakın; vatan dâvâsı bitmez. Kemalizmin en çok istismar ettiği konudur vatan. “Söz konusu olan vatansa, din, iman, itikad, her şey teferruattır” saplantısını da yine onlar dayatmıştır insanımıza. Üstad Necib Fazıl daha ilk dönem Büyük Doğu’larda, 1943 yılında, “Milliyetçilik Nedir” diye bir çerçeve yazar ve bu fıkrasında “Türkiye’nin iç hâli üzerinde muztarib ve samimi tenkid çığlıkları koparanları vatanı ve milleti küçük düşürmek iftirasına uğratanlara” meydan okur. Büyük Doğu Mimarı’na göre, bunlar “zift yürekliler”dir. O’nun, Türk ruhunun dâvâcısı Necib Fazıl’ın “Türklüğe hakaret”le itham edileceği ve aynı zift yürekli zümre tarafından hapislerde süründürüleceği günler ise pek yakındır.

Bize gelince… İbdacıların vatanı İBDA Mimarı’nın kalbidir. O’nun rüyasını gördüğü devrimdir. O, İBDA Mimarı konuşuyor:

“Ne vatanı?.. Vatan, Müslüman için İslam’ın hakim olduğu diyardır ve İslam’ın hakim olmadığı yerde de, vatan mücadelesinden bahis, İslam’ın hakimiyeti için mücadeledir…” (Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar, İBDA Yayınları, İstanbul 1997, s. 191)

Fikirden süzülme şiire misâl mi arıyorsunuz? İşte ve yine O’ndan:

“Vatan diye bildiğim fikrimin coğrafyası

Fikir yoksa vatan ne kuru toprak parçası”

Fikirden süzülme şiir… Fikirden süzülme vatan… Bir Müslüman için Allah ve Resûlünün nizamının hakim olduğu her yer vatandır; o nizamın ayaklar altına alındığı her memleketse, ismi ve cismi ne olursa olsun, karanlık bir gurbettir. Vesselâm.

Hakan Yaman / Aylık Dergisi, Ocak 2010

 

Günün Diğer Haberleri