Röportaj
Giriş Tarihi : 15-03-2017 11:25   Güncelleme : 15-03-2017 11:25

Hüseyin kerim ece; İnsan Bilmediğinin Düşmanıdır

Kelimeler ve kavramlar insanoğlu için hayati bir öneme sahiptir. Kelimelerin ve kavramların yer değiştirmesi veya anlamından farklı mecralara çekilmesi, inanç açısından intihar gibi bir durumdur. Ülkemizde maalesef kelimeler ve kavramlar pek önemsenmemektedir.

Hüseyin kerim ece; İnsan Bilmediğinin Düşmanıdır

Oysa kendini İslam’a nispet edenler, kavramları yanlış anladıkları takdir de, İslam’ı bir ömür yanlış yaşayacaklarının farkında ve bilincinde değiller. Kavramların öneminin farkında olan bir isim, bir yürek, bir dava adamı Hüseyin Kerim Ece… Kendisi yıllar önce, halen canlılığını koruyan Beyan Yayınları’nın desteğiyle, “İslam’ın Temel Kavramları” isimli çok önemli bir eser kaleme aldı. Kitap, Kur’an âşıklarının başucu eseri oldu. Aradan yıllar geçti, halen kavram bilinci eksikliğini mazlum coğrafyamızda, derinden his etmekteyiz. İşte bu vesile ile Hüseyin Kerim Ece Hocamız ile “İslam’ın Temel Kavramları” üzerine konuştuk.

Hocam, öncelikle şu sorudan başlayalım, İslâm’ın Temel Kavramları kitabını kaleme aldığınızda mutlaka kelimeler ve kavramlar ile ilgili başka eserlerde mevcuttu.  Sizin böyle bir kitap yazmanızdaki gaye nedir?

Doğru, bu kitabı yazdığımız zaman Türkçe ’de Kur’an kavramları konusunda pek değerli çalışmalar vardı. Daha sonradan da pek çok çalışmalar, araştırmalar yapıldı. Bunlardan bazıları çok sayıda bir kısmı tek bir Kur’an kavramı hakkındadır. Bunlara şimdilerde daha çok konulu tefsir (et-tefsirul’mevduî) deniliyor. Bir kısmı belli bir ilim disiplinine ait, bazıları da belli bir okuyucu kitlesine hitap edici özelliktedir. Bunların bir kısmı yüksek lisans veya doktora çalışmasıdır. Tabiatıyla bu tür çalışmalar hem belli bir kesimi muhatap alırlar, ve akademik dil kullanırlar.

Şüphesiz ki bunların hepsi değerli ve takdire şayan çalışmalardır. “İslâm’ın Temel Kavramları” ise bu değerli çalışmalara ilave olarak, İslâmî kavramların en önemlilerini bir araya toplayan ve her kesime hitap eden tabir caizse “efrâdını câmi’ ağyârını mâni’” denilebilecek bir çalışmadır.

Bununla İslâmî kavramların daha doğru bir şekilde anlaşılmasını, zihinlerde onlara ait daha tutarlı kanaatlerin oluşmasına katkı sağlamayı, Kur’an’ın mesajını daha iyi anlaşılmasına, yanlış anlamaların azaltılmasına yardımcı olmayı hedefledik. Başta Kur’an kavramları olmak üzere İslâmî ilim dallarından seçtiğimiz, bizce daha önemli, her zaman karşılaşabileceğimiz, İslâmî dünya görüşünü yansıtan kavramları seçtik, onları tanıtmaya ve anlaşılır bir şekilde açıklamaya çalıştık. Seçtiğimiz kelimeler içerisinde İslâmî ilimlere ait bazı terimler de bulunmaktadır. Ancak biz hepsini ‘kavramlar’ başlığı altında açıkladık.

Bu çalışma, Kur’an’ın, bir anlamda Allah’ın Dini’ni onun diliyle, onun mantığı ile onun maksadına uygun tanıma çabasını okuyucularla paylaşma arzusudur. İslâm’ın çağrısını anlama ve onu ifade edebilme teşebbüsüdür. Bununla dışarıda olanlara İslâm hakkında gerçekçi, sahih, tutarlı bilgi; içerde olanlara da İslâmî kavramlar üzerinde yeniden düşünmelerini sağlamayı ve bir şuur kazandırmayı ümit ediyoruz.

BİR ŞEYİN KAVRAMI O ŞEYİN BİLGİSİ DEMEKTİR

İslâmî kavramları bilmek önemli bir konu, zira bizler kendimizi kelimeler kavramlarla ifade ediyoruz. İslâmî kavramlar neden bu kadar önemli?

Bilindiği gibi anlamak/farkında olmak aynı zamanda sorumluluktur. Ya da sorumlu olabilmek için anlamak gerekir. Kur’an (vahy) insana sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi için de onun ne dediğinin bilinmesi gerekir.

Allah (c.c.) bunun için insanı öncelikle anlama kabiliyeti ile donatmıştır. Sonra da onun anlayabileceği bir Kitap indirmiştir. Kitap (vahy) bir anlamda Allah’ın muradının, insan idrakine (anlama kapasitesine), yani insan seviyesine indirilmesidir. 

İnsan hangi dili konuşuyor olursa olsun, özelde Kur’an, genelde İslâm’ın mesajı her insan için anlaşılabilirdir. Dünyaya belli bir işlev ve görev için gelen insan, işlevinin ve görevinin ne olduğunu bilmeli ki yapabilsin. Bir otorite sahibinin elinin altındakine görevini bildirmeden onu bilmediği bir şeyden sorumlu tutması hakkaniyet değildir.

Dil en önemli iletişim ve anlaşma aracı olduğuna göre, anlaşılsın diye gönderilen, insanla Allah (c.c.) arasındaki en önemli haberleşme olan Kur’an’ın da, insanların kendi aralarında anlaşabildikleri bir dili kullanması doğaldır, hatta gereklidir de. Allah (c.c.), kullarını hidâyete davet etmek için dillerin içerisinden Arapça’yı seçmiştir.

Kavramlar, düşüncemizin, tasavvurlarımızın, algılarımızın ve dünya görüşümüzün kalıba dökülmüş ifadeleridir. Kavramlar, dilin ifadeye dökülüşü, kelimelerin ilimde, edebiyatta ve inanç dünyasında yeniden canlanışıdır. Bir şeyin kavramı o şeyin bilgisi demektir. Kavram, ilgili olduğu konuyu kavramaya yarayan bir anlamda anahtar kelimedir.

Her dilde belli ilimlere ait kavramlar (mefhumlar), kalıplaşmış ifadeler, deyimler vardır. Bütün bunlar bilgileri, tecrübeleri, kültürleri, anlayışları, zevkleri, hatta inançları ve dünya görüşlerini anlatırlar, sonraki nesillere aktarırlar.

Kur’an (İslâm) da kendini, mahiyetini, mesajını, davetini, hükümlerini, prensiplerini, ölçülerini kelime ve kavramlarla takdim ediyor. İslâmî kavramlar kendi bağlamında, İslâm’ın genel bakış açısı çerçevesinde anlaşılırlar. Bu çerçeve de Tevhid’in genel çizgisidir. İslâm, kendini bütün insanlığa kendi diliyle takdim ediyor.

DAR KAPSAMLI KELİMELER İSLÂMÎ KONULARI ANLATMAYA YETMEZ.

Peki, hocam bize göre İslâmî kavramlar Türkçe’de ısrarla aynen kullanılmalı, birebir çevrilmeden. Neden?

İslâmî terimler ve kavramlar hiç bir dile olduğu gibi, asıl anlamını koruyarak, o anlam zenginliği ile aktarılamaz. Bunlar Arapça dışındaki bir dilde belki tefsir ve izah edilebilir. Fakat onların ifade ettiği manayı başka dillerdeki kelimeler yeterince yansıtamazlar. Bir başka dilde onların ifade ettiği manaları karşılayacak kelime yoktur. Onlar başka dile, olduğu gibi değil de bire bir başka kelimelerle aktarılırsa, onların ifade ettiği anlam zenginliği kaybolacağı gibi, bu dar kapsamlı kelimeler bizatihi İslâmî konuları anlatmaya yetmez. 

KAVRAM BİR ŞEY HAKKINDA SAHİB OLUNAN GENEL DÜŞÜNCEDİR 

İslâm dünyasında bütün ilim dallarında kullanılan özel kelimelere ıstılah denmiştir. Bu kelime Türkçeye terim olarak geçti. Terimle ıstılah aynı şeyler midir? Biraz bize bu konu hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

Terim ve kavram kelimeleri arasında benzerlik olmakla beraber, ikisi de farklı şeyleri ifade ederler. Bazen de birbirlerinin yerine kullanılırlar.

Kavram; bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, duyularla gözlenen veya gözlenmeyen şeyler hakkında zihnimizde oluşan soyut ve genel fikirlere denir. (Komisyon, Türkçe Sözlük, TDK., 2/817)

Başka bir ifadeyle kavram; bir şey hakkında sahib olunan genel düşüncedir.  “Kavram, temamen zihinsel bir işlemdir. Bu kelime her ne kadar fikir ve düşünce ile aynı veya ortak gibi algılansa da, aralarında belirgin bir fark vardır. Kavram fikir veya düşünce değil, o nesne hakkında zihinde meydana gelen bir algılama, bir kavrayış, bir tasarımıdır.

Terim ise; bir bilim, bir sanat dalıyla veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir anlamı olan söz demektir.(Komisyon, Türkçe Sözlük, TDK., 2/1458) Bir başka deyişle terim, bir türe ait ortaklaşa niteliklerin bir isim altında toplanmasıdır.

Terim bu anlamıyla eskiden İslâmî ilimlerde kullanılan ‘ıstılah’ kelimesinin karşılığı, kavram da mefhum’un karşılığıdır denmiştir. Ancak bize göre terim; ıstılahtaki anlam ortaklığını, söz birliğini ve mana zenginliğini yeterince karşılamaz.

Kavram, bir şeyin zihindeki tasavvuruna, terim ise dışardaki somut karşılığına, soyutun somutlaşmasına denir. Objenin zihindeki karşılığına işaret ediyorsa kavram, yazıda, dışarıdaki şeye işaret ediyorsa terimdir. 

Kavramlar, nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve onları ortak bir ad altında toplayan tasarım olsa da; bu tasarım geneldir ve soyuttur. Terim gibi kesinlik arzetmez, insanlara ve inançlara göre değişik anlaşılmaları mümkündür.

Istılah; kelimesinin aslı her türlü iyi durumu, faydayı ve barış halini anlatan ‘sulh-salah’ masdarından türemiştir. ‘Sulh-salah’, bozulma, kötülük, kavga, çekişme ve fesadın karşıtıdır. ‘Istılah’, bir kelimeye yüklenen anlamlardaki anlaşmazlığın gitmesi, kelimenin manası üzerinde söz birliğinin olması, bir anlamda bir barışın olmasıdır.

Bir kelime üzerinde bilginlerin, toplumların ve ilgili kişilerin söz birliği etmesi o sözü, o kelimeyi ‘ıstılah’ haline getirir.Istılahlar, genellikle bilimlerin anlaşılabilmesi için zorunlu olan, başka bir ifadeyle bilinmedikleri takdirde söz konusu edilen ilmin anlam ve muhteva dünyasına nüfuz etmek imkanı bulunmayan anahtar kelime veya terkiplerdir.

O halde “ıstılah her ilmin kendine has dilidir” demek mümkündür. İslâmî ilimlerde ıstılah fizik, kimya, matematik gibi fen bilimlerindeki formüller gibidir. Söz konusu ilimlerde formülsüz problem çözülemez. Ya da problemi çözecek formül hatalı seçilirse sonuç yanlış olur.(Yücel, A. Hadis Istılahlarının Doğuşu Ve Gelişimi, İFAV Yay., s:19)

Kavramlar üzerinde ortak anlayışa ulaşmak, kişiler ve toplumlar arasındaki barışı çoğaltır, ortak duyguları zenginleştirir, ortak hedeflere yöneltir.

KAVRAM KARGAŞI BİR KAÇ KİTAPLA BİTMEZ

Kitabınızın ilk baskısı 1999’da yapıldı. O günden bugüne özelikle Türkiye’de kavramlar konusunda gerçek manada bir kavram bilinci inşa edilebilindi mi yoksa halen kavram kargaşası devam mı ediyor?

İslâm tarihinin başından beri süregelen kavram kargaşı bir değil bir kaç kitapla, bir değil bir kaç üstadla bitmez. Bu kadim bir meseledir. Bu kitapla böyle bir iddia da zaten bulunmadık. Ancak kitabımız hakkında sözlü ve yazılı olumlu tepkiler aldım. Bu anlamda kitabımızın İslâmî kavramları anlamaya katkıda bulunduğunu, en azından kitaba aşinâ olanların faydalandığını söyleyebilirim.

KARIŞIK KAFALAR SORUN ÜRETİRLER

Kavramları yanlış anladığımızda İslâmı da yanlış anlarız diyorsunuz kitabınızda. Neden kavramlar yanlış anlaşıldığında dinde yanlış anlaşılır?

Kelimeler ve kavramlar, yalnız başlarına değil ait oldukları sistem içerisinde bir değer kazanırlar. Onların türediği kök anlamına “esas/sözlük anlamı”, sistem içerisinde kazandıkları manaya da “izâfi mânâ/özel mânâ” denir.

Bir kelimeye yüklenen anlam üzerinde söz birliği yoğun ise, onun manası üzerinde ne kadar çok insan birleşebiliyorsa; o ilim dalında, o inançta veya toplumsal düzende o kadar çok anlaşma sağlanır, kişiler ve toplumlar arsındaki barış çoğalır, zenginleşir. Kavramlar üzerindeki çok farklı anlayışların çoğu zaman anlaşmazlıklara, karışıklıklara, hatta kavgalara bile sebep olduğu bilinmektedir. Bu çok farklı ve yanlış anlayışlar Din’i tanımada, onu anlamada ve ifade etmede olursa sıkıntının boyutları daha da büyük olur.

“Konfüçyüs; toplumun kaderi eline geçtiğinde onu düzeltmek için yapacağı ilk işin isim ve kavramları değiştirmek olacağını söylemiş. Bunun sebebi toplumun isim ve kavramları yanlış tabir edilip kullanılması sebebiyle bozulmasıdır.”(A. Şeriatî’den Yücel, Dr. Ahmet. Hadis Istılahlarının Doğuşu Ve Gelişimi, s:19)

Kavramları farklı anlama gerçeği kaçınılmaz bir şeydir ama istenen bir şey değildir. Kavramları Kur’an’ın genel bağlamından kopuk, ya da başka ideolojilere uydurarak anlamak ‘kavram kargaşası’na yol açar. Bu da kafaları karıştırır. Karışık kafalar da sorun üretirler.

Kavram kargaşası zihinsel ve toplumsal gevşemelere ve çalkantılara yol açar. Kavram üzerindeki anlaşmazlıklar kuşaklar ve sınıflar arasındaki mesafeyi artırır. Bu sıkıntıyı ümmet olarak uzun zamandan beri yaşıyoruz. Bunun nasıl bir tahribe yol açtığını fikir çilesi çekenler bilir.

Bu kavram kargaşası Din’i tanımada, onu anlamada ve ifade etmede olursa sıkıntının boyutları daha da büyük olur. Allah’ın Dini’ni yanlış anlamak, eksik tanımak; onu eksik yaşamaya sebep olur. Bunun da zararları sayılamayacak kadar çoktur. Kavramların yanlış anlaşılması müslümanlar arasında ciddi sıkıntılara yol açtı, hala da açmaya devam ediyor. Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkların, tefrikanın, gruplaşmanın en önemli sebeplerinden biri de kavramlara farklı anlam verilmesidir.

Hâlbuki İslâmı bir hayat anlayışı, bir varlık nedeni görmek, onu kendini anlattığı gibi anlamak, sonra da pratik hayata uygulamak İslami kavramların kavranmasıyla ilgilidir. Müslümanların vahdeti için de buna ihtiyaç vardır. İslâm ümmeti tarihten beri gördüğü nice acı tecrübeden sonra bu gerçeği anlaşmalı, kendi ayakları üzerinde durabilmek için de dinini sahih bir şekilde anlayıp hayata uygulaması gerekir.

Üstelik günümüzde İslâm’a sevgi beslemeyen pek çok kişi, kurum ve kuruluş ellerinden geldiği kadar onu yanlış tanıtmaya, öğretmeye çalışıyorlar. Onu ya kendi kavramları ile anlatmaya, ya da İslâm’a ait terim ve kavramların içini boşaltıp kendi arzularına göre doldurarak sunmaya çalışıyorlar. Böyle bir durumda Müslümanlar maalesef dinlerini o dini sevmeyenlerden, o dine hasımlık duyanlardan öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Peki, bu noktada yapılması gereken nedir?

İslâmî kavramların zihnimizde nasıl bir tasarıma yol açtığını tesbit etmek, onları kendi ifade ettikleri İslâmî gerçeklerle anlamaktır. Mesela; Allah, ilah, rab, iman, tevhid, şirk, akide, hesap, ahiret, cennet, cehennem, ibadet, din, kitap, peygamber, vahy ve benzeri birçok kavramı Kur’an’ın anlattığı gibi anlamayan, kendi hevâsına göre, ya da kendisine belletileceği gibi anlayacaktır. Şüphesiz bu anladığı da İslâm olmayacaktır.

İSLAMİ KAVRAMLAR ŞUUR VERİCİ DİNAMİKLERDİR

Peki, Kavramları açıklarken nasıl bir metot izlediniz?

Kur’an’ın dili Arapça olduğu gibi Kur’an’dan, Allah’tan ve insandan kaynaklanan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, kıraat, akâid, tarih, mantık, bedi’ ve beyan gibi ilimlerin de dili ve ilim dallarında gelişen terim ve kavramlar da Arapça’dır. Bu ilim dalları Arapça konuşan Kur’an nesilleri tarafından ve Arapça konuşulan beldelerde gelişti. Her ilim dalına ait yüzlerce terim ve kavram da, tabii olarak Arapça olarak şekillendi ve mana kazandı. Bu anlamda Arapça, Din’in dili haline geldi diyebiliriz. (Fakülte yıllarında rahmetli M. Hamidullah bir dersinde “Arapça bizim ana dilimizdir. Zira Peygamber hanımları bizim annelerimizdir ve onlar Arapça konuşuyorlardı” demişti.)

“İslâm’ın Temel Kavramlar”ı Arapça kökenlidir. Dolaysıyla her birinin kök anlamıyla bağlantısı, anlam ilişkisi vardır. Bundan dolayı kavramlar açıklarken hepsinin değilse de çoğunun kök anlamanı vererek açıklamaya çalıştık. Zira Kur’an ve Sünnet aynı kelimeleri sözlük anlamlarıyla da kullanmaktadırlar.  Bazılarının türevlerine söz konusu kavramla ilişkisi açısından işaret ettik. Kur’an’da geçenlerin hangi manalarda kullanıldığını da âyetlerden örnekler vererek gösterdik. Sonra da o kelimenin bir kavram olarak anlamını tespit etmeye çalıştık. Bunu da âyetlere, varsa hadislere dayanarak ve yetkin âlimlerin görüşlerinden faydalanarak yaptık. Yeri geldikçe de kendi görüşümüzü de ekledik.

Böylece hem kavramın anlamına, hem taşıdığı mesaja vurgu yaptık. Kavramın okuyucuda bir bilince, sahih bir tasavvura sebep olmasını amaçladık. Onları geçmiş kültürümüze ait bir zenginlik olarak değil de; bugün de hayatımıza yön vermesi gereken ilkeler, prensipler, ölçüler, kriterler, hükümler ve esaslar olarak açıkladık. Çünkü İslâmî kavramlar ansiklopedik bilgi, atalar hatırası, kültür malzemesi değil; yönlendirici, tasavvuru, zihni, bakış açısını inşa edici işlevsel ve şuur verici dinamiklerdir.

VELİ OLMANIN ÖLÇÜSÜ İMAN VE TAKVADIR

Kavramları nasıl işlediğinize dair bir örnek verebilir misiniz? Örneğin veli kavramı, bize veli kavramı hakkında bilgi verir misiniz?

İslâmî kavramların içerisinde en yanlış, bağlamın koparılarak, Kur'an'ın maksadından çok

uzak anlaşılanların biri de "veli" kavramıdır.

Kur'an'a göre “veli” iman edip sâlih amel işleyen, Allah'ı hesaba katarak yaşayan takva sahibi mü'mindir. Ne özel bir sıfattır, ne olağanüstü özelliği vardır, ne de özel bir eğitim ve hiyerarşi, ne de diploma gerektirir. Rabbimiz iman edenlerin kendisine iman ve sâlih amelle yakınlık kazanacağını, yani veli olacağını haber veriyor.

“Veli”(çoğulu: evliya)” kelimesinin kökü ‘velâ’dır. Bunun masdarı da “velâyet”tir. “Velâ ve velâyet”, sözlükte, arada bir şey bulunmadan bitişiklik, din ve nisbette yanyana olma, yakınlık, nusret (yardım) işini üzerine almak demektir.

Velâ kökünden gelen “mevlâ”; dost, efendi, sahip, azat edilmiş köle, Rabb, yardımcı, iyilik yapan anlamındadır. Kur’an’da “el-Mevlâ” sıfatı daha çok Allah (cc) için kullanılmaktadır. (Bkz: Enfal 8/39-40. Hacc 22/78. Âli İmran 3/149-150)

“Veli ve mevlâ” sözcükleri hemen hemen aynı anlamdadır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘el-Veliyy’dir. (bkz: Bakara 2/107, 120, 257. Kehf/10. En’am 6/51, 71. Secde 32/4. A’raf 7/196. Bakara, 257. Âli İmran 3/68) Bunun anlamı, yardım eden, insanların ve evrenin işlerini üzerine alan demektir. Kimileri bunu, seven ve yardım eden şeklinde açıklamışlardır. ‘Veli’ kelimesi doğrudan doğruya sevgi anlamı taşımasa bile, bu velâyetin gereği sayılır. Birine yardım etmek, onun işini üzerine almak sevgi ile yakından ilgilidir.

Müslümanlar Allah’ı, O’nun elçisini ve mü’minleri veli-dost olarak bilmek zorundadırlar. Allah’ı, Peygamberi ve mü’minleri veli edinenler ‘hizbullah-Allah taraftarı’ ünvanını kazanırlar. “Velâyet” gerçeğini anlamış olan iman sahibi kimse, gerçek ve değişmez “veli” olarak Allah’ı tanır. (Âli İmran 3/68) Bu şuura eren bir mü’min, Allah’ın dışındaki kimselerle kuracağı dostlukta hareket noktası Allah’a ait velilik ölçüsüdür. ‘Velâyet’ her şeyden önce bir iman, duygu ve birbirine destek olma beraberliğidir. Bundan dolayı bütün müslümanlar karşılıklı veli olmak durumundadırlar. Bunun ilk örneğini sahabe toplumunda görüyoruz.  (Enfal 8/72. Tevbe 9/71)

Allah’ı bırakıp, ya da O’nun yanında özellikle kendisine kulluk yapma anlamında veliler (putlar) bulmak caiz değildir. Böyle yapanlar Allah’a şirk koşmuş olurlar. (Ankebût 29/41) Kur’an, şeytanın peşine gidenlere “evliyâu’ş-şeytan-şeytanın dostları” diyor. (Âli İmran 3/175)

Müslümanlar da insanlardan bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Allah (c.c.) müslümanlarla diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin (candan dostluğun) sınırlarını çiziyor, mü’minlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini “veli/velâyet” kavramı ile haber veriyor. (Mâide 5/51, 57, 80-82. Âli İmran 3/28. Kehf 18/102. Tevbe 9/23. Nisâ 4/119, 144. Nahl 16/63. En’am 6/121 v.d.)

Kur’an, veliliği kan ve soy bağına değil, iman bağına bağlıyor. Yakın ve uzak akrabayla kurulacak olan iman ve velâyet bağı, onlar arasındaki dostluğu ve sevgiyi daha artıracaktır. İslâm, mü’minleri hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar, veli ilan ediyor. Onların birbirleri üzerinde ‘velâyet’ hakları vardır. Onlar bu hakkını bir iman borcu olarak almaktadırlar. (Tevbe 9/71, 73)

Kur’an ayrıca Allah’ın dostlarından (evliyaullah’tan) bahsediyor.“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri (evliyâu’llah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Yûnus 1062)

Bu müjdeye kavuşacak olan ‘evliya’ kimdir? Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor:

“Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup-sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş budur.” (Yûnus 10/63-64)

Halk arasında “veli veya evliyâ” denilince yukarıda anlatılanlar pek akla gelmez. Kafalarda özel statü verilen, biraz daha özel bir insan grubu şekillenir. Onlarda kerâmet dedikleri tabiatüstü bir güç isterler. Göremeyince de kendileri uydururlar. Ya da önceden uydurulmuş malzemeyi evliyâ zannettikleri kimseler için kullanırlar. Halbuki Kur’an ve Sünnete uymayan yanlış “veli-evliyâ” anlayışı insanı Tevhîd inancının dışına çıkarabilir. Bir müslüman için her konuda olduğu gibi “veli” konusunda da şaşmaz ölçü Kur’an’dır.

Veli olmanın ölçüsü; iman ve takvadır. Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riya gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da Kur’an’ın tanımladığı takvaya ulaşırsa, kim Allah’ı hesaba katarak yaşarsa, işte böyleleri Allah’ın velileridir. Mü’min zaten İslâm’a bütün benliği ile iman edendir. Buna bağlı olarak bütün mü’minler de takva üzere yaşamak zorundadırlar. İman takvayı gerektirir. Takvasız mü’min olunamayacağına göre, Allah’ın razı olduğu bütün mü’minler evliya’dır, Allah’ın velisidir. Allah (c.c.) da onların Mevlâ’sıdır.

Her her müslüman Allah’ın velisi adayıdır. Ya da olmak zorundadır. Zira bu imanın gereğidir. Takva sahibi mü’minler, Hakk’ın canlı şâhitleridir. Onlar, İslâm’ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler. İşte Allah’ın veli kulları (evliyâullah), muttaki mü’minlerdir.

Bu mü’minler özel bir sınıf değildir. Bu velilik sıfatını onlar iman ettikleri ve uydukları Kur’an’dan alırlar. Ne peşlerine takılanlardan, ne de yukarılarda, olağanüstü olduğu zannedilen kimselerden.

Bilindiği gibi İslâm’da ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü yoktur. Herkes Allah’ın önünde eşittir ve herkes Rabbine kulluk yapmakla yükümlüdür. Kimsenin Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur. Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvadır. Kimin takvalı olduğunu da yalnızca Allah bilir.

Üzerinden epey yıl geçmesine rağmen kitabınıza olan ilgi ne durumdadır?

Yayınevinin verdiği bilgiye göre kitaba ilgi normal. Elbette popüler bir kitap değil ki bir kaç haftada binlerce satsın, sonra da piyasadan çekilsin. Konusu itibariyle pek çok kütüphanede bulunabilecek, sık sık başvurulabilecek bir temel eser. (Beyan yayınları yetkililerden aldığım bilgiye göre yakında dördüncü baskısı yapılacak.)

İNSAN BİLMEDİĞİNİN DÜŞMANIDIR

Hocam, son olarak konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Günümüzde insanlar İslâm’ın batıl dediği şeylere yoğun bir şekilde müşteri oluyorlar. Hakkın düşmanları, hak sesin duyulmaması için ona karşı akıl almaz tuzaklar kuruyorlar. Hem müslümanların bir kısmı, hem de dışarıdakiler İslâm’ı kendi kaynaklarından, kendi özgün diliyle değil, onu sevmeyenlerin dilinden ve onların ifadeleriyle öğreniyorlar. Yanlış öğrenilen şey elbette kişiye pratikte yanlış şeyler yaptırır. Ya da insan bilmediğinin düşmanı olur; en azından onu benimseyemez.

Müslümana düşen dinini onu cahillerden ve dininin hasımlarından değil asıl kaynağından ve onun diliyle öğrenmek, Allah’ın istediklerini bütün benliği ile anlamak, tekliflerin maksatlarını idrak edip gereğini yapmak, bir anlamda Allah’ın razı olacağı kulluk yapmaktır. Zira insanlar Allah’a kulluk için yaratıldılar. (Zariyât 51/56) Nasıl kulluk yapılacağını da ancak O’nun Kitabı’ndan ve O’nun Son Elçisinden (s.a.s.) öğrenebiliriz.

Bunun için de çok okumak, talim etmek, öğrenmek gerekir. Bizim çalışmamız ümit ederiz ki hem okumaya, hem dinimizi kavramlar aracılığıyla daha sağlıklı anlamaya katkı sağlar.

“es-Selâmu alâ men ittebaa’l-hüdâ”

Hüseyin hocam, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum

Bende sizleri böyle nitelikli çalışmalardan dolayı tebrik ediyorum.

Röportaj: Ziya Gündüz  

 

adminadmin