Recep YAZGAN Atatürk O Gece...
SON DAKİKA
Sol Ok
Sağ Ok
Yazarlar - Köşe Yazıları
Akasyam Haber
Advert
ANASAYFA Genel Güncel Gündem Siyaset Samsun Haber Kent Kültürü Türkiye Dünya Ekonomi Kültür Tarih
Atatürk O Gece...
Recep YAZGAN

Atatürk O Gece...

1934 yılının sıcak bir temmuz ayında vuku bulur olay.Dolmabahçe sarayından,Beylerbeyi Sarayına denizden yaklaşan motor çok önemli bir misafiri taşımaktadır.İran Şahı,Rıza Şah Pehlevi.Görünürde iyi ilişkiler olmasına rağmen iki ülkenin sınır bölğesinde yaşayan kürt aşiretlerinin yarattığı sorunlar yaşanmaktadır.Sınırın tam olarak belirlenememesi,iki ülke güvenlik güçleri arasında gerginliklere sebep olur.Özellikle “Ağrı Dağı”isyanları sırasında Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığı had safhaya ulaşır.Daha sonra yapılan bir antlaşmayla küçük Ağrı Dağının tamamen Türk sınırlarının içine alınır ve sorun büyük ölçüde çözülür.Rıza Şah,aradaki gerginliği yumuşatmak adına Türkiyeye bir ziyaret yapar.Olayın tarihsel ve siyasal akışı budur! Zamanın karanlık bırakılmış noktalarında demlendirilmiş,uzayıp uzatıldıkça şekil ve içerik değiştirme ihtimali aşikar anılar zilsilesi  olayları yeni yeni öğreniyoruz...Korkaklık gösterilip saklanan,aşağılanma görmüşlerse abartılarak düşmanlık beslenen kişisel anlatılar belkide.Emin olamayız.Sonuç itibariyle,ortaya dökülen aynaların sırları ..Ayna parçalanmış bir kez,kiminin ayağına kiminin yüreğine batacaktır mutlaka. Bizim bildiğimiz hikayatta masal, 1001.gece bitmişti.Oysa ki bizim masalımız 1002.gece yaşanmış rivayete göre!Gerçekliği tam bir muamma.Benim kalemimin ucundan dökülsede kağıda,ben Şehrazat değilim.Olsa hoş olur muydu,bunu da hiç düşünmedim. Evvel zaman içinde diye başlar tüm bildiğimiz masallar.O evvel zamanı hangi saatin zembereği doğru gösterir o da bilinmez.Bizde kuralı bozmayalım masalımıza bir varmış bir yokmuş girişiyle başlayalım...Geçmiş zaman rivayeti aksın,sonuna kadar dinleyen her kes sussun,kırık aynalarda yolculuğumuz başlıyor. Düşlerini suya yazan bir zatı muhteremi, paşa yanına çağırmış bir gün: _Bu gece Beylerbeyi Sarayında Şehinşah’a hususi bir ziyafet veriyoruz hariçten kimse bulunmayacaktır.Kendileri mihmandarlardan yalnız senden başka kimsenin bulunmasını istemiyorlar.O da yalnız bir nedimini getirecek buyurmuşlar.Ziyafetin olacağı havuzlu salon gün boyu gece için hazırlanmış.Tamamı Fransız_Baccarat kristalleri tek tek silinip parlatılmış.Ortamın ihtişamı daha bir aydınlansın diye.Saray Sultan Abdülaziz zamanında yazlık olarak yaptırılmış.En önemli özelliği doğu_batı motiflerinin iç içe kullanılmasıymış.Tavanlarda çini işlemeleri,yerleri kaplayan hereke halılarılarıyla hem Osmanlının hem yeni kurulan Cumhuriyetin resmi misafirlerini ağırlamakta kullanılmış uzun yıllar.1002.gece masalıda bu sarayımızda gerçekleşmiş! Nihayet gece olmuş.Ağır misafiri,sarayın kapısında gayet güzel ve ağır giyinmiş on kadar kadın karşılamış ki bunlar o zaman İstanbul’un sazandeleri ve dans artistleri imişler.Hepsi diz çökerek hükümdarları selamlayıp, Şah’a takdim olunmuşlar.O da gülerek iltifatlarda bulunmuş.Bu meclis o zamanın “helva sohbetlerine”pek de benzemiyormuş görünen.Hayli curcunali geçeceği belliymiş. Saray içinde ahengle mermer havuz un içinden sular fışkırmakta, gerilerde bir orkestra hem alaturka hem alagranga şarkılar çalmaktaymış.Şehinşah’ın geceyi orada geçirme ihtimaline karşı fevkalade yatak odaları hazırlanmış.Şah’a ikramlarda bulunulmuş,şaraplar ikram edilmiş.Şah meclisin sıcaklığını bozmamak için önüne konulan kadehten arada bir yudum alıp kendisi için hazırlanan bu gecenin tadını çıkarıyormuş. Buraya kadar her şey olası ve realitesi kabul görülebilecek eylemler.Asıl bu anlardan sonra gelişen olaylar endişe verici ve gerçekliğinin alabileceği şekil ve sonuçları itibariyle bıçak sırtı anları.Numaralar gittikçe açılmış ve ortamdaki bayanlar serbestleşmeye başlamışlar.Şah bunları gülümseyerek fakat ciddiyetini hiç bir şekilde bozmayarak seyrediyormuş.Sazendeler,şarkılara ve dansa başlamışlar.Deniz kızı Eftelya ve iki gençkız havuza atlayıp danslarını suda devam etmişler.Bu sırada çırılçıplak bir genç kız Şah’ın önüne yaklaşıp elleri önünde başı eğik öylece durmuş.Bunu gören Şah önce ne yapacağını şaşırmış daha sonra,kızın başını okşayarak:Çok maharetlisiniz,genç ve güzelsiniz.Allah bağışlasın,haydi kızım içeri girinde giyinin üşürsünüz....deyince,bir anda,temmuz sıcağında buz gibi bir hava esmiş. Masal anlatıcısı şöyle devam ediyor sözlerine: “Şehinşah’ın o gece ki durumu,ağırlığı meclisin neşesini bozmaksızın hiç bir hafiflik göstermemesi dikkat çekiyordu.Gece yarısına doğru Dolmabahçeye dönme arzusunda bulundular hep birlikte kalktık gene motorla denizden saraya döndük.Binbir gece masallarını ,bin ikinci gece yapamadık vesselam..!” Aynı masalın bir değişik versiyonu Atatürk’ün yıllarca hizmetini görmüş kişi tarafından “Atatürk’ün Uşağı İdim”adlı anı kitabında da yayınlanır.Bu anıları yakın geçmişimize kadar duymadık.Çünkü 5816 sayısı ağızları mühürlemişti.Değişen siyasal yapılar esnekleştikçe,gizli sırlar yavaş yavaş mühürlü ağızlardan ortalığa saçılmaya başladı.Yaşanan olay,sadece kişisel bir anının seyri olsa idi,üzerinde durulması gerekmezdi.Kişisel yaşam haklarına saygı ilkesi gereği böyle bir hakkımız olmazdı.Fakat bu masalda aktarılan olayın çirkinliği, “Türk kadınının” düşürüldüğü alçaltıcı bir olayın aktarımıdır. Her hikayenin bir çıkış noktası vardır.1001 Gece masalının dokusu bir sadakatsizlikten nefes bulup,üflene üflene zamanımıza değin ulaşmıştır.Sona gelindiğinde Şehrazat üç erkek çocuğu doğurmuş ve evliliklerinin üzerinden uzun yıllar geçmiştir.Şehriyar’ın kadınlara öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş,Şehrazad’ın sadakatine inanmıştır.Görsel anlamda hissedilen bizim olayımızla isminin yaptığı çağrışımdan başkaca  ortak bir özelliği yok gibi gözükse de “Sadakatsizlik” boyutunda bir kesişim seziliyor.Her anlatı kıssadan hisse çıkarmaya odaklıysa bu olayda kıssa neresi alacağımız hisse ne?Şimdi biz neye ,kime inanalım? Uşaklar, tam da bu günlerde pusulayı ters mi çevirmeye çalışıyor?Yakın tarihimiz, bize öğretilirken sadece öğrenmemiz istenilen kadarını mı öğrendik? Bu yeni yeni öğrendiklerimizi,tarihin neresine hangi sıfatla yerleştireceğiz?Kazanılan “Kurtuluş” zaferinin çığlıkları henüz kesilmeden insanın içine bir yenilği,bir büyük kayıp hüznü çökmüyor mu,aklımızın ve kalbimizin orta yerine yansıtılan yakın tarih sırları ortaya döküldükçe? Gizli defterlerin sayfaları,rüzgarın gücüyle açıldıkça,toplumsal heyezanlar yaşıyoruz.Yazanda da ,okuyanda da ruhsal,beyinsel dengesizliklerle karışık afallama hali bırakıyor üzerimizde.İster inanalım ister inanmayalım,ister öfkelenelim ister kuşkuya dönsün düşüncelerimiz ortada gerçekliği su götürür olsa da iki kişi ve bu kişilerin aktarımı bir olay var ! Tek bilmediğimiz olayın aktarımı sırasında araya karışma olasılığı yüksek kişisel hırs ve saptırmaların ölçüsü.... Kollektif bilinçaltımızda kirli düşüncelerin kök salması için uydurulan bir hikayat mıdır ?Böylede yorumlamak mümkün.Yoruma açık bir konu!Yoruma açık,doğru ve yanlışlığı tartışılabilir konuları netleştirmek çok da olsı değildir! Bir de taraflardan suçlanan kişi, kendini savunamayacak konumdaysa! Yapabileceğimiz soruları her kişi kendi beyin ve yürek gücüyle sorar.Aldığı cevap ancak kendini rahatlatır ya da huzursuz eder.Şu an okuyucu neyse ben de o konumdayım.Kendi sorularımı sordum kendi yanıtlarım ancak beni bağlar. Ben kişisel olarak düşülen zaaflara,alışkanlıklara,yapılan hatalara bakmam.Kişiseldir.Hangimizin yok?Kişi yaşar yaşamaz  kime ne? Fakat ! Yaşanan olay benim tarihimi,örf adetlerimi,toplumsal kimliğimi,kadın kimliğimi zedeleyecek nitelikler taşıyorsa,bir yerlerde bu yazıldı ve ben öğrendiysem tahlil ederim.Eleştiririm.Yargılarım.Gerekirse düşüncelerimde suçluları infaz ederim.Demokratik,sosyal ve hukuk devleti sıfatı taşıyan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysam buna sonuna kadar hakkım var. Toplumsal liderleri insan sıfatından çıkarıp küçültenlerde,insanüstü imajlar yükleyip putlaştıranlarda aşırı uç noktalardadır.Her iki durumda gerçekçi ve sağlıklı yaklaşımlar değildir.Her olay yaşandığı zaman diliminde değerlendirilmeli ve sonuçlar çıkarılmalıdır. Gizli defterlerde çizilen portre ile,siyasi,sosyal, ve toplumsal ideolojilerin oluşturduğu portrenin sınırların dışına çıkılmıştır.Karşımızda her şeyden önce “İnsan Atatürk” görülmelidir. Bildiğim ve savunduğum tek düşünce “Sevmek zorunda değiliz fakat ülkemiz için yaptıklarına karşı her zaman saygı duyarız,duymalıyız.!” 5816 zorla olmaz! “Sevmek gönül işidir.” Mustafa Kemal Atatürk hem Türk tarihi hemde dünya tarihinde ulusal ve dünyaca kabul edilmiş bir liderdir.Atatürk birileri onu sevmiyor ya da kötü anılarını ortaya serdi diye ne küçülür ne de değerini korumak için özel kanunlara gereksinimi vardır! Bir şiir düşüyor şimdi de mevsimsiz düşen karların ayazı gibi,kalemimin mürekkebine.... Vakit hüzün vaktidir , Sazendeler bitirmiş meşki ve efkar zamanı gelmiş gönül dostlarım Bütün güzergahlarda senin adın var. Dostlarım kardelen olmuş hergece doğmuş ve ilk güneşte ölmüş. Yarenlerin senin kadar dik senin kadar mağrur yaşıyor usta Sohbetler hep aynı benim ayrılık şarkılarıma benziyor. Terenenler hep aynı ayaklar baş başlar ayak olmuş, Yahu usta çakallar hep adam olmuş. Çakallar adam olmuş... Bedenler hasta  gönüller yasta yeter artık yeter artık.....(Arsız Bela. “Ben babamın oğluyum”dan alıntı )

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
GALERİLER
Web Tasarım
iş güvenliği malzemeleri