Türkiye
Giriş Tarihi : 22-07-2015 21:00   Güncelleme : 22-07-2015 21:00

Şanlıurfa Suruç’ta ne oldu?

Osmanlı’dan sonra hiçbir İslâm toplumu kendi devletini kuramadı… Tayfa Sohbetleri’nde dün yaşanan Şanlıurfa’daki patlamalar konuşuldu

Şanlıurfa Suruç’ta ne oldu?
Osmanlı’dan sonra hiçbir İslâm toplumu kendi devletini kuramadı… Tayfa Sohbetleri’nde dün yaşanan Şanlıurfa’daki patlamalar konuşuldu.  Tayfa Sohbetleri  – Ne oldu? – Temel kâidedir; hayat boşluk tanımaz. – Yâni? – Yânisi şu; yiyemeyenin malını yerler… “Siz devlet olamadığınız müddetçe sizin malınız yenilecek” demektir. – Suçlusu kim? – An itibariyle suçlu tesbit edilemez, zira kakofoniden melodi çıkmaz. Mâziye göz atarak bugüne gelmek daha doğru. Suruç katliamıyla ilgili ekran hatiblerinin belki birkaçı hâriç öyle nâneler yiyorlar ki, bir de utanmadan neredeyse karşısındakinin konuşma özgürlüğünü kısıtlayacak kadar da yamyamlaşıyorlar. Bu psikoloji daha dün denilecek bir zaman diliminde İttihat Terakki olarak zuhur etmişti. Bugünün İttihatçıları ise dünün İttihatçıları’na rahmet okutuyor. – Suruç’ta ne oldu? – Suruç’ta olan olmaya devam edecek, tesbitini öncelikle yapmamız gerekiyor. Çünkü, son zamanlarda kullanmayı çok sevdiğimiz “Üst Akıl” denilen, hakîkatte emperyalizmin ta kendisi olan o sırtlan ruh henüz kuvvetini yitirmemiştir. Evet, eskisi kadar oyun kuramıyor ama, karşısında bulunan cansız devletleri istismar edebiliyor. – Cansız devletler nasıl canlanır? – “Üst Akıl” kelimesinin hemencecik tasarrufuna girenlerin ÜST DİL ÜST MÂNÂ’nın ne mânâya geldiklerini idrâk etmeleriyle… Biraz müşahhasa dönersek; Osmanlı’dan sonra hiçbir İslâm toplumu kendi devletini kuramadı, buna Türkiye Cumhuriyeti de dâhil. Ortada kurulan değil, kurdurtulan devletler var. Dolayısıyla kurucular bu devletlerin kendilerine âit olduklarını da zâten kendi aralarında deklâre etmiş vaziyetteler. – Nasıl? – Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ya: “Dünya beşten büyüktür” diye… Fakat, hâlihazırda beşten büyük olan dünya büyüklüğünü gösterecek çapa gelemedi. Aynı zamanda şu da görülmüyor değil, bu beşli çete herşeye rağmen hızla kan kaybediyor ve bu duruma çâre bulmakta zorlanıyor. – Herşeye rağmen Suruç’ta ne olduya cevab? – Şu bilinmeli önce Türkiye fecî bir kuşatma altında. – Suruç bununla mı ilgili? – Suruç, daha önce olanlar, bundan sonra da olacak olanlar. Hepsi bu kuşatmanın gereği olarak yaşandı, yaşanacak. Hâdiseye bu gözle bakmazsanız, at izinin it izine karışması gibi aklî karışıklıklara dûcar kalırsınız. Ha bir de kestirme sonuç var ki, bu tür yorumlar hiçbir tarafın işine gelmez. – Nasıl? – Meselâ HDP’lilere, “İşte terör böyle birşey anladın mı” desen binbir mazeretle kendilerini savunurlar ve de kendi zâviyelerinden fevkalâde haklıdırlar. Devlete, “Sen zamanında Kürt vatandaşlarına bunca zulmü reva görmeseydin bunlar yaşanmazdı” desen, devlet de binbir mazeretle muhalefetini ortaya koyar. Hükümete, “Bir yerlerde yanlış yapmamış olsaydın bunlar başına gelir miydi” desen, onlar da binbir mazeretle haklılıklarını isbat edebilirler… O zaman kim haklı? Bu sorunun doğru cevabı bulunmalı. Buna da kimse yanaşmıyor. Daha doğrusu yanaşamıyor. Çünkü bu sorunun cevabı, “Yeni Dünya Düzeni’nde yerini hangi fikrinle alacaksın” sorusuna eli ayağı düzgün bir cevabda yatıyor. Ne teklif ediyorsun? – Böyle birşey yok! – Evet yok. Yaşanan olay kimin aleyhine ise önce duygusallaşıyor, sonra da saldırganlaşıyor. Bu tavırla tatmin olup bir başka olaya yelken açıyor. Hani dedik ya, HDP’nin bugüne kadar yaptığı, tastik ettiği şey kendisine yapıldı; “Senin ona yaptığınla onun sana yaptığı arasında ne fark var” desen yine binbir mazeretle haklı çıkma teşebbüsü. Bu yönden baktığımızda IŞİD de haklı! ABD gelip Irak’ı bombalamasaydı IŞİD mi olurdu? Saddam’ı hangi sâikle alaşağı ettin? “Elinde Nükleer var” diye gidip milyonları katlettin, sonra da dışişleri bakanının ağzından, “Evet nükleer bulamadık ama yine de yaptığımız doğruydu” deyip yoluna devam ettin pişkin pişkin. Sonra o insanlar kirlenen nâmuslarını, çiğnenen topraklarını kurtarmak için ayağa kalktır, o arada belki yine katillerinin oyunlarına geldiler vesaire vesaire… – Yâni hemen herkes haklı veya hemen herkes haksız gibi bir durumla karşı karşıyayız. – Bir bakıma öyle. Bir hâdiseye parça olarak baktığınızda haklı olabilirsiniz, Suruç’ta olduğu gibi. Ama aynı hâdiseye bütün açısından baktığınızda hiç de haklı olmayabilirsiniz. Adam çıkmış ekrana bağırıyor, “Hiç olmazsa bugün susun”! Zannedersin Suruç’ta ölen otuzbir kişi için yanıp yakılıyor; yalan… Adamın yalanını görebilmek için hayata hangi gözlükle baktığına bakmak yeterli… Eşkiya dünyaya hükümran olmuş, bu yetmemiş gibi herkesin kendi adına kurduğu, kurabileceği krallıklar da icad etmiş. Ortalık Eşkiya Krallığı’ndan geçilmiyor. – Cumhurbaşkanı zâviyesinden bakarsak! – Recep Tayyip Erdoğan parlementer sistemle, oluşmuş bulunan psikolojik ve sosyolojik travmaların atlatılamayacağını görüyor. Bu sebeble “BAŞKANLIK SİSTEMİ” diyor. “Üst akıl” denilen KİRLİ AKIL devreye girip mızıkacılarını coşturuveriyor hemen, “Seni başkan yaptırmayacağız.” Daha da şirretleşip, Kanal İstanbul’u, yeni havaalanını, şunu bunu “yaptırtmazsak, ettürmezek” meâlinde koroyu genişletiyorlar. Diyorsun ki, kardeşim, hadi bunu dışarıdaki çakal kendi menfaatlerine uygun olduğu istemiyor, sen bunu anlamayacak kadar manyak mısın? Bu sefer de küsüyor ve aman Allah’ım ne mâzeretler ne mâzeretler… Maalesef KİRLİ AKIL içimizi bu derece çürütmüş vaziyette. – Çâre? – Çâre sorusunun çoğalması çâredir ve bu soru da çoğalmaya başlamıştır. Elbette yakın vâdede beklememek gerek. İçinde bulunduğumuz kuşatılmışlıktan kurtulabilmek için önce evin içindekileri uyarmak, mümkün değilse çaptan düşürmek lâzım. İlk defa Türkiye Ak Parti hükümetiyle (Tabiî Erdoğan’ın şahsında) devlet olma refleksi vermeye başlamıştı, KİRLİ AKIL da buna müsaade etmeyeceğini her hâliyle deklare etmeye başladı. Binbir zâviyeden bakılabilecek olan Suruç katliamı da bu kirli aklın refleksinden başka birşey değildir. Kirli akıl vicdan nisbeti içinde hareket etmez. Menfaati için kullanıp atamayacağı hiçbir ferd hiçbir toplum ve hiçbir değer yoktur. Kirli akılda herşey HAZ’a endekslidir. Ve; herşeyden çok şehevî lezzet duyduğu haz insan katletmektir. Medeniyetleri, işgâl ettikleri topraklarda yerli avı safarileriyle başlamıştır, öyle de devam etmektedir. Sözüm meclisten dışarı kaydıyla söyleyelim; “İti ite kırdırmak” politikaları fevkalâde başarılı. Üstelik bu politikaları da öyle pek gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Zira muhatablarının nasıl bir zihin sarhoşluğu içinde olduklarını görüyorlar. Kültür emperyalizmiyle kotardıkları zeminde ha bire tempolu propagandalarına devam ediyorlar. Maalesef etkili de oluyorlar. – Suruç bunun sonucu mu? – Elbette. Önce gidip Irak’ı işgâl ediyor. Doğan boşluktan istifade etmek isteyenleri, önceden terörist ilân ettiği hâlde destekliyor ve kendi bombardımanı öncülüğünde Kobani’ye girmelerini sağlıyor. Kobani’den çıkardıklarını başka bir bölgede kendi menfaatine uygun olarak da manipüle etmeye çalışıyor. Ortalık kızıştıkça durumdan vazife çıkarıp yeni oyunlar tezgâhlıyor… Bu böyle devam ederken taraflar hâliyle kendi acılarının intikamı peşine düşüyorlar, dolayısıyla yeni oyunların da imkân sunucuları hâline geliyorlar. – Bizim açımızdan bakmak gerekirse? – “Vicdanlı pragmatizm” çizgisini muhafaza etmeliyiz. Mazlum ne taraftan olursa olsun sahiblenilmesi gerekendir. Ve bütün bunlar olup biterken pergelin bir ayağı daima sabit kalmalı. Omurgalı kalmanın başka çâresi yok… “Hayata ne için geldiğimiz” sorusunun doğru cevabı istikametinde hayatı tahkim etmeye devam etmeliyiz. Basit, adi, aşağılık politik tavırlar kimseye bir şey kazandırmaz, küfretmekle de fikir tahkim edilmez. Hele hele televizyon ekranlarından, gazete köşelerinde, sokaktaki adamın bile söyleyebileceği şeyleri derin tahlillermiş gibi yuturmaya çalışmakla hiçbir şey halledilemez. Müşahhasları elbette konuşalım ama, mücerred fikir istidadına mâlik olma gayreti içinde konuşalım. Yoksa, fazla lâftan kim ölmüş! – Türkiye içinde bulunduğu kuşatmayı yarabilecek mi? – Buna mecbur, hatta mahkûm. Zîra Türkiye hem ümmetin tüm mirasının hâlâ tek sahibi ve zâten ümmet nazarında âbî, hâmî, kurtarıcı rolünü kaybetmemiş durumda. İçinde bulunduğu “Değerli Yalnızlık”ı gerçek değer hâline dönüştürebilmesi için ciddi hamleler yapması gerekiyor. On küsür senedir elde edilen birikimin 10’a, 100’e, 1000’e katlanabilmesi için Tarık bin Ziyâd misâli bilerek gemileri yakmalı ki bu, kendini sorumlu hisseden her kesimden ve her kadrodan insanın nefsanî arzulardan vazgeçerek aksiyonlara yelken açması demektir. İttihatçılar bu çizgiye gelmeyi kabul etmeseler bile (ki büyük kısmı etmez) mevcudumuzla bu hamleyi zaferle sonuçlandırmamız çok zor değil, yeter ki “yumruk fikrin emrinde” olsun. – Suruç ve bundan sonra olacaklar bu istikametin tahkîmi için vesile olmalı bir bakıma! – Aynen öyle. Bir mesele etrafında gevezelik yapmanın âlemi yok. Bugüne kadar da hiç bir meselede tarafların mutabık kaldığı bir olaya şahid olmadık. Biraz önce söylediğimiz gibi, olaya parça hâdise olarak baktığında fevkalâde haklısın ama, bütünden baktığında hiç de haklı değilsin. Bu her kesim için böyle. Bu sebeble “Gâyenin şerefi”ni bileceksin, bundan da önce şerefli bir Gaye’ye mensûb olmayı becereceksin. Aksî takdirde hayat seni yüreğinin götürdüğü yere değil, kirli aklın istikametlendirdiği yere götürür. Kirli aklın pis hilelerine aldanmaktan kurtulduğumuz ön kuşatma kırılacak.. FURKANHABER
adminadmin