Genel
Giriş Tarihi : 28-01-2018 10:30   Güncelleme : 28-01-2018 10:30

Türkiye’de öğretim üyeliği sorunu!

Yükseköğretim Kanunu İle Yükseköğretim Personel Kanunu ve Yükseköğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında 16.01.2018 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan değişiklik önerisinde Yükseköğretim Kurulunun yapısı ile 2547 sayılı kanunda yer alan Yardımcı Doçentlik ve Doçentliğe yükseltilme ve atanma konularıyla ilgili köklü değişiklikler öngörülmektedir.

Türkiye’de öğretim üyeliği sorunu!

Bu kanun teklifinde yer alan “Yardımcı Doçentlik” unvanının kaldırılarak yerine “Doktor Öğretim Görevlisi” unvanının getirilmesi ile Üniversitelerarası Kurul’dan alınan “doçentlik” unvanı ve üniversitelerden alınan “doçentlik” kadrolarına atanma süreçlerine dair değişikliklerle ilgili görüşlerimizi ve önerilerimizi ifade etmek isterim.

Bilindiği üzere, 2547 sayılı Kanun’da “yardımcı doçentlik” bir unvan değil, doktorasını tamamlayan öğretim elemanlarının ders verebilmelerini sağlamak için o günün ihtiyaçlarından ortaya çıkan bir ara kadro olmuştur. Önerilen yasa teklifinde de artan üniversite sayısına istinaden aynı ihtiyacın devam ettiğinden bahisle yardımcı doçentlik olarak isimlendirilen bu ara kadronun “doktor öğretim görevlisi” olarak değiştirilmesi önerilmektedir. Yani “yardımcı doçent” unvanına sahip olanların ve olacak olanların “doktor öğretim görevlisi” yapılmaları teklif edilmektedir. Oysa dünyanın hemen her ülkesinde doktoradan sonra bir ara kadro bulunmakta ve farklı isimlerle ifade olunmaktadır. Bizim örnek aldığımız Amerikan sisteminde de bunun adı “asistan profesör”dür. Çünkü söz konusu sistemde üniversitelerde ders veren doktoralı herkes “profesör” olarak anılmaktadır, yetkinlik ve kıdem durumuna göre de “asistan profesör” “associate profesör” ve “profesör” olarak unvanlar sıralanmaktadır.

DOKTOR ÖĞRETİM ÜYESİ

Kanaatimizce eğer mutlaka bir isim değişikliğine gidilecek ise “doktor öğretim görevlisi” yerine “doktor öğretim üyesi” daha makul bir tercih olabilir. Zira yükseköğretime dair düzenlemelerde öğretim elemanı ve üyesi ayrı kavramlar olarak tanımlanmaktadır. Öyle ki, doktora sonrası unvanlı öğretim elemanları öğretim üyesi olarak nitelendirilmektedir. Öğretim görevlisi ise ders veren öğretim elamanıdır. Cari uygulamada, öğretim görevlilerinden doktora yapanlar, öğretim üyesi de olabilmektedirler ve bunlar “öğretim görevlisi doktor” unvanı ile anılmaktadır. Şimdi bir de “doktor öğretim görevlisi” kavramı ihdas olunduğu düşünüldüğünde, yükseköğretim personelinin kadroları paydaşlarca kavranmakta zor bir hale gelmenin ötesinde çeşitli karmaşalara neden olabilecektir. Eğer sistemde zaten eğitim-öğretim hizmetleri için ihtiyaca binaen olan “öğretim görevlisi” kadrosu varken ve bu öğretim görevlilerinin bazıları da doktorasını yapmış elemanlarken öğretim üyesi olarak istihdam edeceğimiz doktoralı elemanlara “doktor öğretim görevlisi” unvanı verilirse, bu durum akademide kafa karışıklığına neden olabilir. Yine mevcut yardımcı doçentler, kanun çıktıktan sonra “doktor öğretim görevlisi” haline getirildiğinde, bu durum bir tenzili rütbe olarak görülebilir ve bu durum da akademide küslüklere neden olabilir. Bu nedenle önerilen “doktor öğretim görevlisi” unvanı yerine “doktor öğretim üyesi” unvanının kullanılmasının kanun değişikliğinin amacına daha iyi hizmet edeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, öğretim üyeleri arasında bir sıralama yapmak ve bu çerçevede de doktorasını tamamlayan doktor asistanlara “doktor öğretim üyesi” unvanı vermek suretiyle öğretim üyesi olarak istihdam etmek daha iyi bir seçenek olacaktır. Bize göre Sayın Cumhurbaşkanımızın konuyla ilgili dikkate çekmek istediği husus da bununla ilgilidir. Zira bir yandan öğretim üyesi ihtiyacından söz edilirken, bir yandan da öğretim üyesi olabilmek için doktorasını bitirmiş ancak kadro bekleyen araştırma görevlilerine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda, doktorasını bitiren öğretim elemanlarının yeni bir kadro tahsisi gerekmeksizin, kendi kadrosunda öğretim üyesi olabilmesinin önünü açılabilirse, ihtiyaç duyulan öğretim üyesi ihtiyacının ivedi ve etkin çözümü de sağlanmış olacaktır.

Bir diğer önemli düzenleme de doçentliğe geçişle ilgili yapılan değişiklik teklifidir. Değişiklik teklifi her ne kadar iyi niyetle hazırlansa da akademiyi zora sokacak ve bilimselliği ciddi anlamda sekteye uğratacak mahiyettedir. Ayrıca ileride FETÖ benzeri yapıların ve vesayet odaklarının da üniversitelerde daha çok kümelenebilmesi tehlikesini barındırmaktadır. Kanun değişikliği gerekçesinde “doçentliğe geçişi kolaylaştırmak” şeklinde bir ibare yer almaktadır. Kanaatimizce “kolaylaştırmak ifadesi” yerine daha “nesnel ve ölçülebilir hale getirerek keyfilikten arındırmak hedeflenmektedir” denilirse, daha iyi olur.

Teklifte Üniversitelerarası Kurul, artık doçentlik unvanını vermeyecek. Bunun yerine belirlediği şartlara uyanlara “doçentlik yeterlilik belgesi” verecek ve artık doçentlik sözlü sınavı olmayacak. Sonra kişi bu belgeyle istediği üniversiteye başvuracak. Eğer kişi başvurduğu üniversitenin öngördüğü doçentlik şartlarını sağlıyorsa doçent kadrosuna atanarak istihdam edilecek. Bu yasa teklifini hazırlayanların ülke gerçeklerinden, rektörlerin yanlı tutumlarından ve üniversitelerde çeşitli grup ve kliklerin kadrolaşmalarından haberdar olmadıklarını zannetmiyoruz.

Doçentlik kadrosuna atanma dolayısıyla da kişinin doçent olması eğer üniversitelere bırakılacaksa, bu durumda yanlı davranan veya bir şekilde ideolojik ya da grup/cemaat kadrolaşmasına giden yöneticilerin derhal görevlerinden alınmalarını sağlayacak bir mekanizmanın devreye sokulması ivedilikle gerekmektedir.

Ülkemiz şartlarında doçent kadrosuna atamanın dolayısıyla da doçent olabilme sürecine dair yetkilerin üniversitelere devredilmesi konusu tekrar gözden geçirilmelidir. Bu konuda mevcut durumun ıslah edilerek devam ettirilmesi en uygun çözüm olarak görülmektedir.  Doçentlik sözlü sınavlarında ciddi sorunlar ve ideolojik tavırlar olduğu doğrudur. Bizler de buna şahit olduk ve oluyoruz. Ancak sistem ıslah edilebilir. Doçentlik sınavının devam ettirilmesinin akademide belirli bir kaliteyi yakalama ve kolay doçentliğin önüne geçme adına gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bununla beraber sınavın şekil şartı belirlenebilir.

SÖZLÜ SINAV REVİZE EDİLEBİLİRDİ

İki temel nedenden dolayı doçentlik sınavının kaldırılmaması gerektiğini savunuyorum:

(1) Hatırlanacağı üzere 2005 yılında memurlarda güvenlik soruşturması kaldırıldıktan sonra FETÖ militanları devletin her kademesine kolayca yerleşmişlerdir. Korkumuz odur ki, doçentlik sözlü sınavının kaldırılmasından sonra FETÖ militanlarının boşalttığı alanları ele geçirmek için hazır kıta bekleyen diğer yapılar elemanlarının hızlı bir şekilde doktoralarını bitirmelerini sağlayarak kolaylaştırılan doçentlik sayesinde üniversite kadrolarını işgal ederek ileride aziz milletimizin başını ağrıtacak eylemler söz konusu olabilir.

(2) Araştırmacılar artık çok kolay yayın yapmakta ve yaptıkları yayınları da tabiri caizse kontrolsüz bir şekilde mantar gibi hızla artan elektronik dergilerde veya parayla yayınevlerinde yayımlatmak suretiyle oldukça kabarık içerikli bilimsel çalışma dosyaları hazırlayabilmektedir. Dahası bazı grup ve klikler kitlesel olarak çalışıp birbirlerinin yerine yayınlar yapmaktadırlar. İşte bu nedenlerle doçentlik eser aşamasından sonra yapılan çalışmaların bilimsel değerini ve aday tarafından bilinçli bir şekilde yapılıp yapılmadıklarının değerlendirildiği bir aşamanın daha olması gerekmektedir. Bunun en iyi yolu da alanında yetkin ve nesnel hocaların adayın dosyasında sunduğu bilimsel çalışmaları analiz-sentez açısından değerlendirmeleridir.

Önerimiz doçentlik sözlü sınavının, adayın doçentlik için başvurduğu bilim dalının tümünden değil, sadece doçentlik dosyasında yer alan akademik çalışmalarıyla sınırlı olması ve kamera gözetiminde yapılmasıdır. Eğer bu yapılırsa mevcut sistemde doçentlik sözlü sınavlarında yaşanan ideolojik ve diğer yanlı yaklaşımlar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Son olarak eğer mutlaka sözlü sınav kaldırılacak ise bu durumda Üniversitelerarası Kurul’un “doçentlik yeterlik belgesi” değil mevcut sistemde olduğu gibi “doçentlik unvanını” bizzat vermesi rektörlerin yanlı tutumlarını bir nebze olsun engelleyici bir unsur olacaktır. Aksi takdirde doçentliğin türlü koşulu bulunacak, A’nın doçenti, B’nin doçenti gibi söylemler bilim insanlarını bütünleştirmek yerine ayrıştıracaktır.

Yükseköğretimin bir kalite problemi yaşadığı gerçektir. Bu problemin özünü de akademideki doçent ve profesör sayısının azlığı oluşturmamaktadır. Kaldı ki, doçentlik ve profesörlüğün kaliteyi artırmaya imkan verebilmesi için standartlarının yükseltilmesi gerekmektedir. Örneğin, öğretime tabi tutulan öğrencilerimizin öğrenme becerileri ve stilleri hızlı gelişen teknolojik unsurlar ile evrilmekte, ancak her bilim alanında ne literatür ne de öğretimi gerçekleştiren öğretim elemanları bu hızla değişip gelişebilmektedir. Bu yüzden değişiklik tekliflerinin yukarıda izah olunan nedenlerle yeniden gözden geçirilmesinin ve eğitime ve geleceğimize daha yüksek değer ve kalite getirecek bir yapıya ulaştırılması yerinde olacaktır.

Prof. Dr. Mahmut AYDIN / Ondokuz Mayıs Üniversitesi

 

adminadmin