Kimilerine çok klişe gelebilen söz düşüncemden bir not halinde fışkırmış ifade değil...
Pek çok münevver ve Allah dostu zatın nasihat verirken “Ey nefsim!” biye başlaması ne manidardır.
“ Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilatiyle, sekiz hikayecilikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. Çünkü; ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz ayetten istifade ettiğim ‘sekiz söz’ü, biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisaniyle nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.” ( Nursi Said, Sözler, shf. 5, RNK Neşriyat)
Risale-i Nur namındaki - müellifinin diliyle- “Kur’an’ın nurani ayetlerinden alınan ilhamla telif edilmiş (yazılmış)” ve “bir nevi tefsir” olan İslam- İman külliyatının, iman hizmetiyle şekillenmiş mesleğinin ilk eseri Sözler’in başına alınmış bu ifadeler, aynı zamanda her tebliğciye de yol gösterir mahiyette.
“ Mü’min veya inanmayana seslenirken bile kendinizi dışarıda tutmayıp, ilk muhatap ‘Nefs-i emmare”niz olmalıdır!..”
*****
Çok zaman hatırlarım.
"Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; mârifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil hakikattır; dâva değil, dâva içinde bürhandır.” (Mektubat, 376)
“Ümmet-i İslamiye’nin ahkam-ı diniyede gösterdiği teseyyüb ve ihmalin bence en mühim sebebi şudur:
Erkân ve ahkâm-ı zaruriye ki, – yüzde doksandır- bizzat Kur’an’ın ve Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olan sünnetin malıdır. İçtihadî olan mesail-i hilafiye ise, yüzde on nisbetindedir. Kıymetçe mesail-i hilafiye ile erkân ve ahkâm-ı zaruriye arasında azim tefavüt vardır. Mes’ele-i içtihadiye altun ise, öteki birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütununu on altunun himayesine vermek, mezcedip tâbi kılmak caiz midir?” ( Asar-ı Bed’iyye, Sünuhat, shf:141)
Böylesi “muhakeme” anlarımda baş vurduğum baş ucu kaynağım , “Dâva içinde bürhan” denilen Risale-i Nur’un şu ya da bu “müteferrik” meselesi değil, BÜTÜN KÜLLİYATI.
Zira bir külliyat sahibinin dediklerini anlamanın yolu, tek tek yazdığı cümle ve metinleri fehmetmek değil, külliyatında o konuda yazdığı bütün bahisleri MUHAKEME edip hads sürat ve halinde hüküm çıkarmaktır.
Çünkü hem “Kur’an’ın hakiki müfessiri olan Sünnet”i yani hadisleri, bu zamanın anlayabileceği tarzda ve ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimlerinin izahlarına tam mutabık olarak izah eden elbet Bediüzzaman Said Nursî; Nur Üstad. (RA) Bunun şahidi ve musaddıkı ehlihak yüzlerce ALİM...
Yeter ki bakmasını, okumasını, metin tahlili usulünü bilelim de, “Hakkın hatırı âlidir, hiç bir hatıra feda edilmez!” düsturunu şiar edinelim; yeter ki “müfrit hüsnü zan”la, şu ya da bu şahsın izahına uymuyor diye, meseleleri kendi “kafa feneri”mizle anlamaya ya da “seçkincilik” yapmaya kalkışmayalım.
*****
Misal olması için meseleyi hatırlatalım.
“Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adavet mecazî olur; acımak suretine inkılab eder. Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”
Eğer esbab-ı adavet galebe çalıp, adavet hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu’ ve temelluk suretine girer.
Ey insafsız adam! Şimdi bak ki: Mü’min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ’be’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ’be hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü’mine karşı adavete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın…” (Mektubat, 263- 264)
Metnin bütününü almamın sebebi şu. Bir metni kavramak için onun sadece bir paragrafını anlamak kâfi değildir- erbabınca bilindiği üzere... İtiraz eden sesleri hemen duyuyor gibiyim.
“Risale’ler normal bir metin değil ki…”
Evet, amenna, neam… “Bu zamanın dertlerine tam çare” olabilecek (olacak) ve Müceddid-i Zaman olan Nur Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye (Ra) “Kur’an’ın feyziyle” (yani KUR'AN ilhamıyla) yazılan eser külliyatı. Öyle bir külliyat ki 350-400 Ayet’ten muktabes, Üstad’ın tabiriyle bir meselesini telif zamanında, “İki yüz Ayet”in imdadına yetiştirildiği ve “ihtiyaca binaen” yazdırılmış bir eser külliyatı.
Yukarıya iktibas ettiğimiz meselede men edilen “küs kalma” hadisesinin şahsi, ferdi, cüz’i mevzularda olduğu –mantıken dahi- o kadar bedihi ki, İmam-ı Nevevi hazretlerinin Hadis’e verdiği mana bilinmese dahi, metni bütünüyle okumak ve düşünmek yeter. Çünkü Üstad, dini mevzudaki hatayı, “İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü’mine karşı adavete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, iman ve İslâmiyete tercih etmek” cümlesiyle tasrih ediyor. “Kabe hürmetinde olan” iman ve İslamiyet açısından bir hataya karşı, mü’minin şiarı mesafeli durarak ona “aksulamelini” göstermesidir ki Hadis, bunu dahi imanın en düşük derecesi diye izah buyuruyor.
“Belki ben de ifsad ediyorum. O halde, siz mihenge vurmadan almayınız.” İfadesi da muhterem Müellifin. O “miheng”in ne olduğu da mezkur makalenin diğer cüzlerinde ayan beyan bellidir.
Zaten makalenin baş kısmına alınan, “Allah’ın ipine topluca – camian; fert fert değil- sarılınız, sakın bölünmeyiniz.” (Allah’ın ipi olan inzal buyurduğu Kur’an’a topluca, cemaat olarak (ehl-i sünnet vel-cemaat) sarılmazsanız, aranıza tefrika girer.- Mana Nur’ul-Beyan tefsirinden) Ayet-i Celilesi ile “ Elif Lam Mim, Ayetlerinde hiç bir şüphe bulunmayan Kur’an (el-kitab), muttakilere bir hidayet rehberidir.” Ayet-i Kerime’si “ miheng”in ne olduğunu açıklamıyor mu?
Bir muhterem yorumcunun dediği, miheng Risale-i Nur’un ta kendisidir, ifadesi usuli’d-Din’e de, mantığa da, Risale’nin açık beyanlarına da uymuyor.
Aklen düşünelim; almak istediğimiz bir kumaşın ölçü “birimi” bizzat o kumaşın kendisi olabilir mi?
Mehmet Nuri BİNGÖL