Fikir
Giriş Tarihi : 29-11-2020 06:00   Güncelleme : 28-11-2020 12:09

Zaman ve Çocuk

İnsan içinde bulunduğu zamanın mahsulüdür.

Zaman ve Çocuk

Geçmiş ve gelecek insan için kendini konumlandırdığı mefhumları ifade eder. Her şeyde gelişigüzel veyahut kendi oluşturduğumuz düzene göre hareket etmek alışkanlığı yerine toplumun bütününe faydası olacak bir düzen ve disiplin edinmek herkes için en güzel neticeyi getirecektir.

 

Zaman ve çocuk istikbali bir olan iki ayrı mefhum, fakat birbirine de sıkı sıkıya bağlı. Birinde yaşanan değişim mutlaka diğerini de etkileyecektir.

 

Hayatımızın en mühim unsurlarından biri olan zamanı verimli kılma konusunda en kötü dönemlerden birinde olduğumuzu söylersek yanlış olmayacağı kanaatindeyim.

 

İnsan için zaman en kıymetli mefhumdur. Onun da bütün hayati unsurlar gibi sevk ve idaresi gerekir. Bugünün insanı ise zamanı harcamak ve onu heba etmek konusunda ziyadesiyle bonkördür. Bu kötü alışkanlık zamana büyük kıymet veren İslâm’ın müntesibi olmakla övünen insanlar için vahimdir.

 

Zamanı o kadar kötü kullanıyoruz ki, vaktimizin çoğunu “iş” olarak addedilebilecek olan herhangi bir şeyden çok uzak geçiriyoruz. İnsanın daha ilk ânlarından itibaren edinmesi gereken ilk şey bir zaman disiplini edinmesi zaman üzerine düzen kurmasıdır. Tabiatıyla bunun da en iyi verilebileceği zaman çocukluktur. Tanpınar “Müslüman saati”nden bahseder; bu tabii olarak hayatımızın zaten içinde varolan değişmez bir karakter gibiydi. Fakat bütün bu düzeni, kültür ve yaşayışı çoktan kaybettik. “Öteler, öteler. Gayemin malı: Mesafe ekinim, zaman madenim.” Mısralarında olduğu gibi, mutlaka iyi işlenmesi gereken zaman, çocukta olduğu gibi, iyi işlenmediği takdirde kaybedilen bir kıymetten farksız olacaktır.

 

Zamanı kıymetlendirmek ve ondan verim elde etmek düzenli çalışma ile gelecektir. Jules Payot’nun İrade Terbiyesi’nde belirttiği gibi: “Gerçek ve verimli çalışma enerjisi az ama düzenli olan eforla mümkündür. Böyle değilse muhtemelen tembel işidir. Düzenli çalışma, tek hedefe yönelik olmayı gerektirir. Çünkü irade, gösterilen çabanın çokluğundan ziyade tek amaca yönelik olmasıyla kendini belli eder.”

 

Demek ki, sadece boş kalmamak için çalışmak da değil onu bir düzen içinde sürdürmek suretiyle gerçek verimi elde ederiz. Aynı eserde “Zaman onu doğru kullanana yanlış yapmaz.” denmektedir. Bu sadece bir şeyleri ertelemek, işleri zamanında yapmakla alakalı bir durum değildir; zira işler zaten vaktinde yapılmalıdır, asıl olan zamanı doğru değerlendirmek doğru işlerle de meşgul olmak demektir.

 

Çocuk damla damla büyüyen birikimdir. Hiçbir insanın başıboş bırakılarak kendini güzel bir şekilde yetiştirdiği görülmüş bir şey değildir. Çocuğa yapılabilecek en büyük iyilik onun için kıymetli olan bütün kıymetleri ona aşılamak suretiyle istikbale hazırlanmasına imkân tanımak olacaktır.

 

Evvela edinmemiz gereken şey daha ilk çocukluk anlarından başlayarak bir zaman disiplini ve onu yönetebilme alışkanlığı olmalıdır. Oysa biz çocuklara ‘daha çocuk’ diyerek kazandırılması gereken alışkanlıklardan uzaklaştıran bir israf rejimini tatbik ediyoruz.

 

Çocukların dilinden anlamayan bir nesil ve anne babalara şahid oluyoruz. Kendisine de bir şey kazandıramamış ve kazandırılmamış olan bu insanların çocuklarına da pek fazla şey kazandıramayacakları aşikârdır. Bizim zamanımızın bir meyvesi olduğu kadar çocuk, geleceğin sahibi, annesi ve babasıdır. Buna göre yetiştirilmeyen bir insandan istikbalde de pek fazla şey beklenemeyeceği açıktır.

 

Çocukları nasıl yetiştireceğini bilmek bir yana daha ona nasıl davranması gerektiğini, onu nasıl dinleyeceğini ve onunla nasıl konuşacağını dahi bilmeyen ana babalara şahid oluyoruz.

 

Bizzat şahid olduğum hadiselerin genellenemeyeceğini bilmekle birlikte örnek teşkil edeceğini de (aşağıda verdiğim örneklerden çok daha fazlasına şahid olduğumu da belirtmeliyim) benzer vakalar sebebiyle görmek zor değil.

 

Her şeyden evvel çocuk evvela ana babasını, büyüklerini ve etrafındakileri taklid eder. Anne babasında göreceği davranış ve sözler onun ilk mürebbiyesidir. Çocuk henüz doldurulmamış beyaz bir sayfa gibi, her duyduğu, gördüğü davranışları benliğine kazıyacaktır. Bunlar çocuğu bütünü ile şekillendirecek değildir, fakat en mühim tesiri oynayacağı da açıktır. Hele ki, bazı durumlar çocuk ruhu üzerinde çok derin tesirler meydana getirir ve iz bırakır.    

 

Bir lokantada altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu, arabada bebek, kızın annesi, teyze ve enişteleri aynı masa etrafında oturuyorlar. Kız çocuğu sürekli kendi aralarında konuşan büyüklerinin konuşmalarına müdahil olmaya çalışıyor. Bazen kendisine cevab veriliyor, bazen verilmiyor. Çocuk kendisine cevab verilmediği zamanlarda sesini yükselterek istediğini almaya çalışıyor. Bir türlü gelmeyen siparişim sebebiyle ve iki de bir tekrarlanan bu durumdan dolayı benim de dikkatimi çekiyor. Masamın tam karşı çaprazında oturan bu aileyi takib etmeye başlıyorum. Yine kendi aralarında konuşan büyüklerini dinleyen küçük kız, teyzesine geçmişte yaptıkları bir olayı soruyor. Fakat teyzesi ya duymuyor veya duymazlıktan geliyor, o ân itibari ile kız teyzesine çok güzel bir sesle “Teyzeciğim!” diyerek hitab etmeye başlıyor. Ben de bu esna da saymaya başlıyorum, kız dokuz on defa “Teyzeciğim!” diyerek sesini duyurmaya çalışıyor ve nihayet en sonunda hiçbir karşılık alamayan kız avazı çıktığı kadar çığlık atarak bağırıyor. İşte o ân teyzesi kıza dönüyor. Ben de dayanamayıp “Çocuğa niçin bakmıyorsunuz?” diyorum. Yaptığım şey çok acaib bir şeymiş gibi bana bakan bütün aile “O daha çocuk.” diyor. Büyük alicenablık! Hatayı başkasına aksettirerek yapılan eleştiriden kurtulmaya çalışmak, oysa ben çocuğa hiçbir şey dememiştim. Kendi hatasını başkası üzerinden değerlendirmeye çalışarak yapılan şeyden sıyrılmak özellikle anne babalarda sık rastlanılan bir durum.

 

Başka bir hadise: Deniz yoluyla Anadolu Yakası’na geçiyoruz, iki genç kız ve anneleri olması muhtemel daha ileri yaşlardaki bir hanımefendi ile beş altı yaşlarında bir erkek çocuğu hemen arka tarafımızdaki koltuklarda karşılıklı oturuyorlar, yine büyükler kendi aralarında konuşuyorlar, çocuk sürekli bir şeyler istiyor, arada bir ona alakasızca bakıyor, tekrar kendi aralarındaki konuşmaya dönüyorlar. Fakat çocuğun sürekli bağırarak kendini ifade etmeye çalışmasından dolayı bu durum tabii olarak dikkatimizi çekiyor. Çocuk artık bir noktada var gücüyle bağırarak kendini pis zemine, yere atıyor ve debelenmeye başlıyor, başımı çevirip bakıyorum, hakikaten inanılmaz bir durum. Çocuğa bakmıyorlar bile. Aynı şekilde “Çocuğa niçin bakmıyorsunuz?” diyorum. Cevabları da aynı “Çocuk o!” Çocuk olmak, bütün kabahatlerin yüklenebileceği bir şey demek ki, “Çocuk kendini yere atmış.” dediğimde, cevab da manidar: “Çocuğa nasıl davranacağımızı sizden öğrenecek değiliz!”

 

Bu sözler karşısında verilecek hiçbir karşılık yok. Çok şey söyleyebilirsiniz, fakat karanlık bir kuyuya karşı seslenmekten farksız olacaktır.

 

Bunun yanında toplum içinde çocukları ile “canım, cicim” diyerek konuşan, çocukla çok alakadarmış gibi duran çok anne babalar gördüm ki, özellikle anneler çocuğun küçük bir yanlışı karşısında birden bire psikopat kesilerek çocuğa şiddet uygulamaya başlıyorlar. Bu zamanın insanları o kadar kendileri ile alakadarlar ki, kendi evlatları da olsa onların gelecekte başka bir zamanın ve hayatın insanı olarak yetişmeleri gerektiğinin, her şeyin kendilerine göre olamayacağının farkında değiller.

 

Oysa çocuk bir aynadır ve ona nasıl davranırsanız öyle karşılık bulursunuz. Çocukların yetiştirilme tarzları, onların kendilerini ifade etmelerini şekillendirir. Onlara karşı verilebilecek terbiyelerin başında bir bütünün parçası olarak yaşamakta olduğu ve buna göre davranması gerektiğidir. Fakat şimdilerde bunu en çok ihlal edenler de yine anne babalar…

 

Sanki bir toplum içinde değil de, sadece kendilerine ait bir dünyada yaşıyor ve etraflarından bihaber gibi davranıyorlar. Ve de çocuklarına istedikleri gibi davranabileceklerini zannediyorlar. Çocuk damla damla büyüyen birikimdir. Siz ona aktarabildikleriniz kadar karşılık göreceksiniz. Biz bu çağın getirmiş olduğu şehir hayatı ve çekirdek aile mefhumları ile ya yeni yeni tanışıyor veyahut neticelerini daha yeni görmeye başlıyoruz. Bu şekilde sürdüğü müddetçe Batı’da yaşanan menfi neticelerle bizim de karşılaşacağımız aşikârdır. Oysa bizde geniş aile anlayışı sadece kan bağı ile ifade edilen bir şey değildi, hemen bütün mahalle bir aile gibi hareket ederdi. O yüzden komşunuzun da çocuğunuza bir nevi anne babalık yapması, onu uyarması veya herhangi bir durumda sahib çıkması yadırganan değil, aşina olunan bir durumdu.

 

Elbette son yetmiş beş yılımızda şehirlere yaşanan yoğun göç ve bunun getirisi olan şehir hayatına adapte olmak yerine kendi âdetlerini veya davranışlarını şehre taşıyarak kendince bir şehir hayatı tesis etmeye çalışmanın da insanların bu gün yaşadıkları yozlaşmaya tesiri vardır. Bütün dünyada yaşanan kültürel değişim hızı da bu yozlaşma üzerinde büyük tesir sahibi. Dünyanın başka bir ucunda yaşanan bir yenilik ve vaka dünyanın başka bir köşesinde hemen haberdar olunan bir şey durumuna geldi. Ve bu vaziyete karşı hemen hemen hiçbir savunma kalkanımız bulunmamaktadır. Toplumların kendi milli hayat, inanç ve kültürel kodlarına bağlılığı ancak böyle bir değişim ve dönüşüm karşısında savunma mekanizması oluşturabilir. Bizim de bundan ne kadar uzak olduğumuz aşikârdır.

 

İnsan içinde bulunduğu zamanın mahsulüdür. Geçmiş ve gelecek insan için kendini konumlandırdığı mefhumları ifade eder. Her şeyde gelişigüzel veyahut kendi oluşturduğumuz düzene göre hareket etmek alışkanlığı yerine toplumun bütününe faydası olacak bir düzen ve disiplin edinmek herkes için en güzel neticeyi getirecektir.

 Kaynak: Zeynel Abidin DANALIOĞLU - Aylık Dergisi 193. Sayı

Recep YAZGANRecep YAZGAN