Kültür
Giriş Tarihi : 16-12-2018 11:30   Güncelleme : 16-12-2018 11:30

Zıddına İnkılap Eden Kadın Meselesi

Zıddına İnkılap Eden Kadın Meselesi

Son günlerde çok tartışılan bir konu: Kadına şiddet, kadın istihdamı, kadın hakları, kadın mağduriyetleri… Kadem tarafından fikrî olarak desteklenen Kadın ve Aile Bakanlığının meseleye yaklaşımı, “Aile” kısmına hiç dokunmadan, sadece “kadın” problemlerine odaklanmak şeklinde. Yani “Kadın Bakanlığı” gibi hareket ediyor. Oysa ister çalışsın, ister öğrenci olsun, ister ev hanımı olsun, isterse mağdur edilmiş olsun, kadının problemlerini “Aile”den ayrı olarak değerlendirmek mümkün müdür? Kadınının kaç türlü şiddet arasında hayatını idame ettirmeye çalıştığına yakından bakalım:

Mesela, çalışan bir kadını ele alalım. Eğer özel sektörde çalışıyorsa, çalışma saatleri 9.00-19.00 arası olacaktır. Cumartesi günü de çalışacaktır. Akşam işten en iyi ihtimalle 20.30’da eve gelecektir. Çocukları varsa ve okula gidiyorlarsa, saat 22.00’de yatacaklardır. Onlarla uyumadan ilgilenme süresi bir buçuk saattir. Bu kadın çocuklarının beslenmesini, derslerini, özel sevgi ve ilgi ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrum bırakılmış olacaktır. Bu kadının bir eşi var mı, birbirlerini görmeye vakitleri olur mu hiç girmiyoruz. Burada hem kadın hem de çocukları mağdur edilmektedir. Buna kapitalist şiddet denir. 
Ev hanımı bir kadını ele alalım. Sabah çocuklarına kahvaltılarını yaptırıp okula gönderir. Günlük işlerini tamamlar. Televizyonun karşısına geçer. Çocuklar okuldan gelene kadar izlediği programlar, diziler çalışan kadını, ülke ekonomisine katkı sağlayan kadını, evine ekmek götüren kadını sürekli yüceltir. Ev hanımlarını ise sabah programlarına meze yapar. Göbek atan, gelini ile çekişen, evini süsleyip duran bir tip olarak programlar. “Sabahtan akşama kadar aile için çalışıyorsun, fakat bunun hiçbir önemi yok, çünkü maddi bir karşılığı yok” şeklinde subliminal mesajlarla günü tamamlar. Ev hanımı farkına varmadan değersizleştirilir. Bütün vasıfları “değersizleştirilir”. Anne olmak “para etmiyor” ama mesela çocuk bakıcısı veya Anaokulu öğretmeni olmak “para ediyor”. Kadın bu değersizlik hissi ile içinde ailesine karşı öfke biriktirir. İçinde bulunduğu durumdan duyduğu hoşnutsuzluğu eşine ve çocuklarına yansıtır. Ya çok titiz olup ailesine hayatı zehir eder, yahut sürekli söylenerek “dırdırcı” olur. Buna da kapitalist şiddet denir.

Dövülen, tecavüze uğrayan ve öldürülen kadının uğradığı fiziki şiddet, ne yazık ki kadına uygulanan kapitalist şiddetten ayrı değil. Fiziki olarak güçlü olan erkeğin, fiziki olarak güçsüz olan kadına şiddet uygulamasını 2018’in bu günlerinde hala konuşuyorsak, burada yanlış giden bir şeylerin olduğunu anlamak gerekiyor.

Yanlış giden şeylerden biri de, istatistik oranlarının sürekli burnumuza burnumuza sokulması. Efenim ülkemizdeki kadın çalışma oranları şöyle, dünyada ise böyle. Ülkemizdeki siyasete kadın katılımı şöyle, dünyada böyle. Ülkemizde şiddet gören kadın oranları şöyle dünyada böyle. Oysa “dünya” dediğimiz Batı. Batı’ya oransal olarak benzeme hastalığı içinde çırpınıp duran bir Kadın ve Aile Bakanlığımız var. Fakat istatistikleri farklı şekilde de okuyabilirsiniz. 

Mesela, 15 yaşın üzerindeki toplam nüfus içerisinde istihdam oranı erkeklerde %65,8, kadınlarda %29,3. Bu şu demektir: Kadın nüfusun ortalama yüzde 30’u çalışıyor. Asıl sorun, çalışmayan yüzde 35 erkek ne yapıyor? 

Burada üzerinde durulması gereken büyük oran “erkek işsizliği” değil midir? İşsiz erkeğin psiko-sosyal durumu değil midir? Niçin illa kadın istihdamını arttırmaya çalışıyor fakat kadının asıl mağduriyetini oluşturan erkek işsizliği üzerinde durmuyoruz? 

Kamu spotları çekip eşine şiddet uygulayan “baba-eş” figürünü gözümüze gözümüze sokan Kadem, işsiz erkeğin gün boyu neyle meşgul olduğunu, “ailesini geçindiremeyen erkek” olarak ne gibi sosyal baskılara maruz kaldığını, bu durumun ailesi içinde yarattığı psikolojik şiddeti niçin konuşmuyor? Kadın çalışma oranlarının erkeklerle eşit olması gerektiğini bize söyleyen de kim? 

Kadının ve erkeğin eşit şartlarda çalışması da söz konusu olmamalı. Eğer Kadının yanında bir de Aile bakanlığımız varsa, kadının bir “anne” olduğunu, anne olarak sorumluluklarının olduğunu düşünmeli, giriş-çıkış ve fazla mesai saatlerinin erkeklerle eşit değil, daha az olması gerektiğini, buna uygun düzenlemeler yapmasının elzem olduğunu da dile getirmeli değil midir?

Ev hanımlarının “değersizleştirilmesi” algısını oluşturan değil, yıkan bir Bakanlık olmalı değil midir? Anne olarak bütün vaktini evine, ailesine hasreden kadınları “değersizlik” hissi ile baş başa bırakan her türlü mesajla mücadele etmeli değil midir?

Sadece devlet memurları için değil, özellikle kadının kocasından daha fazla şiddet gördüğü özel sektörün içinde işçi olarak çalışanların hakları gözetilmeli değil midir? Lüks plazalarda temizlikçi olarak çalışan kadının, kariyer planlaması yapıp zirveye oynayan kadınlara hizmet eden kadınların, fabrikalarda, tekstil atölyelerinde çalışan kadınların ve evet evini geçindirmek için çalışan kadınların haklarının, bir memurun hakları kadar düşünülmediği ortada.  

Kapitalist düzenin kötü bir kopyasını ülkemizde uygulayarak, ne kadının “kadın” ne erkeğin “erkek” olmadığı bir toplum oluşturup, bunun neticeleri üzerinden sadece bir günah keçisi aramak üzere kadın politikası oluşturulur mu? 

Feminizmin bir ideoloji olarak Batı toplumunu getirdiği durum ortada. Batı’da feminist baskı öyle ileri boyutlara ulaştı ki, kadının “anne olmama özgürlüğü”, kadının “kadın olmama özgürlüğü”ne evrildi. Nüfus ortalamaları giderek yaşlanan bir Batı toplumu olmak amacındaysanız, söyleyelim, bu toplum buna razı olmayacaktır. Çalışma hayatındaki kadının ve ev hanımının “değeri”, ülke ekonomisine yaptığı katkıyla ölçülecek bir şey midir? 

Tüm bu parça parça problemlerin, meselenin bütün bir şekilde görülmemesinden kaynaklandığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum. İdealsizlik, ideolojisizlik ideolojisi… Basitçe: Bir erkeğin kadına şiddet uygulaması, onun “insan olma” gayreti içinde olmadığını gösterir. Değil ki Müslüman… Kadın ve erkek, insanın temsilcileridir ve “insan olma”nın ölçüsü, bugün bize “batılı değerler” olarak sunuluyor. “Güçlüysen güçsüzü ezebilirsin”, “Kazanmak için arkadaşının gözünü oyabilirsin”… Oysa bir Müslüman için insan olmanın ölçüsü Allah Resûlü’dür. Bu da mutlak bir hakikattir. Siz buradaki mutlak hakikati bir kenara bırakıp, kadını ve erkeği kapitalist Batı’nın “idealleri” ile şekillendirmeye kalkarsanız, çıkan neticeden de sorumlu olursunuz. 

Gülçin Şenel
Baran Dergisi 621. Sayı

adminadmin