Değişecek, Değişecek Olan

Bir siyasî makam büyüğü diyor ki: "Çaykovski dinletirsek kitleler adam olur sandılar". Artık o büyük, kocaman şahıs mı yanılıyor; Çaykovski dinleterek bir topluluğu dönüştürebileceğini düşünenler mi; en iyisini Allah bilir ama kesin olan bir şey var ki bazı öküzlere ne dinletirsen dinlet, onlar adam olmazlar. En baştan kabul edeceğiz. Öküz öküzdür, adam adamdır. Adam öküz olmaz, öküz adam olmaz. Niçin dönüştürmeye çalışıyoruz ki?

Köşe Yazıları - 15-01-2018 16:08

Değişecek, Değişecek Olan

Benim anladığım, Kehf'in başında bu söyleniyor. Kendini yıpratma, değişmeyecek olan değişmeyecektir. Bir şey ne ise odur. Mevlana olayı asırlar önce çözmüş. Coğrafyayı, iklimi, sosyolojiyi çözmüş. Kitabının adı: “Fihi ma fih”. “İçindeki içindedir” diye tercüme edenler var. Ben bir başka mana tercümesini tercih ediyorum: "O neyse odur". İngilizce bilenler Türkçesiyle yan yana bunu daha iyi anlayacaklardır: "It is what it is". Bir şeyi kendisiyle tarif ediyoruz.

Değil mi ki insanoğlu yeryüzünde halifedir; hani demişti ya Allah, "ben yeryüzünde bir halife yaratacağım"; o hesap, halifelik yolunda ilerlemek yeryüzünde varlığımızın temel sebebidir. Çiğ geliriz. Ham, pişmemiş, yetişmemiş! Mesele Allah'ı Rab olarak kabul etmektir. Yani eğitici, öğretmen, terbiyekâr. Öz irademizle müsaade edeceğiz ki etrafımızdaki şartlar, akan bilgi kafamıza girecek, bizi eğitecek. Bu kendi kendine olmuyor tabi, aktif bir yürüyüş gerekiyor. Onun için bilmemiz, kabul etmemiz gereken en temel şeylerden biri de bu: Bu iş nasip işi. Bizimle beraber bir sürü yumurta geliyor ama pek azımızdan civciv çıkacak, kuş çıkacak! Pek az tohum ilerleyip filiz, fidan, ağaç olabilecek. Zorlamaya gerek yok. Neyse odur. İçindeki içindedir. O neyse odur. Biraz dolambaçlı yollardan anlatıyorum, huyum kurusun ama direkt anlatılamıyor bazı şeyler.

Bu "sen ne yaparsan yap, değişmeyecekler" anlayışı bizi insanlarla bildiğimizi paylaşma, faydasına inandığımızın ortaklığına çağırma operasyonlarında tembelliğe götürüyorsa meseleyi ta kökünden anlamamışız demektir. Güzel, faydalı bir yemek yiyorsak; elbette, yakınlarımızı, yakınımızdakileri, ulaşabildiklerimizi sofraya çağıracağız. Bereket dolu madde ve mana sofralarımız herkese açık olduğu müddetçe adam oluyoruz. Elbette, tohumumuz adamlıksa, bu bizim alnımıza yazıldıysa. Yap olsun. Yap, yazılsın. Çalış, anlarsın.

"(Hükümlerimi yürütecek bir) halife" deniyor metinde. Bu "kod"u nasıl okumalıyız? Başa sarılan kumaş parçası, üst baş, kılık kıyafet mi? Haşa min huzur. Mesele Allah adına ahkam kesmek, onun adına hükmetmek değildir. Öğretilmiş isimler ve bizzat telakki edilmiş kelimeleri anlamaktır. Kodları, örüntüleri, olayların arka planını düşünmektir. Elbette, üniforma önemlidir. Armalar, bayrak, flamalar önemlidir ama mesele teknoloji üretmek, yapılamayanı yapmak peşinde olmak, artık iyice havasız kalmış, havasız kaldığından da aklı her geçen gün daha az çalışır hale gelmiş bir kalabalığın arasından yeni bir kavim inşa edebilmektir. "İçinizden bir kavim" sırrı budur. En açık sırlardandır.

Mesele isimler ve kelimelerden murad nedir, anladıktan sonra uygulama sahasını doldurmaktır. Mesele bazısı ancak hayal edilebilen, çalışıldıkça bir sonraki adıma ulaşılan teknolojiler, insani usuller, insan ferdi için başkalarının  varlığını tahmin bile edemeyeceği latifeleri, özel duyguları keşfetmek, çalıştırmak, dört başı mamur müminler olmaktır. Bu ancak omuz omuza yapılır. Saflar sıkı ve muntazam, anlamayan kapı dışarı!

Bazen insanı hüzünlendiren bir durum olarak; adam aslında kovuluyor, neyi kaybettiğinin farkında bile değil ama sanıyor ki birileriyle arkadaşken arkadaşlıktan ayrıldı. Hayır, sen doğru dürüst top bile süremediğin, çatalla bıçak ne işe yarar karıştırdığın, ağız yolunu bulamayıp, pilavımızı cebine doldurduğun için elendin. Şimdi de "ağız yolunu bilmez kaşık çalar pilava" hesabı, ahmak bir yığın içinde, hani o filmdeki yabancı ajan tarafından portakallı, kavunlu çikletle kandırılan ahmak gibi, sakızını şişirip, patlattıkça ta kulağına, oradan ensesine çiklet parçaları bulaşan acınası bir ahmak olarak düştüğün çamuru kaşıklayıp orana burana sürüyorsun. Lakin biz kimseye “kumaşı uygun değil, öküz bile olamadı, en azından bir yük yüklenirdi”, demiyoruz. Eski bir tanıdığımız, beceremediği bir öküzlükten kurtuldu diye senin ve bin yıllık yürüyüşün hayrına seviniyoruz. Bu yürüyüşe yokluğun dışında bir katkın olamazdı da bu ancak yürüyenleri eğitirken işe yarayacak bir şey olduğundan "sistem" sana tahammül etti. Anlasan, ne acınacak bir hâldir bu. Lazım olan faydalı öküzlerden bile olamadın. (Tevbe kapısı açık olmakla birlikte) Allah ne yarattıysa ondan razıyız. O da bizden razı olur inşallah.

Ne neyse odurla asla çelişmeyen bir gerçek daha var. Ölene kadar da kimin aslında adam, kimin öküz olduğu bir yönüyle anlaşılmayacak şeydir. Adam olduğuna genel manada kanaat getirdiğin biri kolay kolay bozulmaz. “Asil azmaz, bal kokmaz” ifadesi bu hakikati ifade eder. Öküz veya öküze-benzerler için ise bir şans vardır. Ölmedikçe, can çıkmadıkça öküz olma halinin aslında geçici, altkültürden kazanılmış, araz hükmünde bir sıfat olması ihtimali her zaman vardır. Her zaman bir ümit vardır. Cevher ve araz farkını bilmedikçe insanlara dair sürprizlere uğrayıp, sık sık canımız sıkılabilir. Hikmet'te, "o özel ilim"de cevher ve araz farkını çok rahat ayırabilmek önemli bir başlıktır.

Kitabın adı Furkan, ayırd etmekle alakalı. Akıl yürütme de en çok iyiyi kötüyü ayırabilmek için yapılır. Zehirli meyvelerle faydalıları ayırabileceksin ki karnını doyurmaya çalışırken amaçsızca ölüp gitmeyesin. Akıl, hayatta kalmak için önemli. Her geçen gün akıl yürütmekten eski bir dosttan vazgeçilir gibi vazgeçildiği, vazgeçtikçe de büyük bir ilerleme içindeymişlik zannıyla tarihten aferin bekleyen bir duygu durum bozulma ikliminde aklı yükseltmeliyiz.

Bunu, aklı oluşturan bütün unsurları hakkıyla anlayıp, uygulayarak başarıyoruz. İyi, kötü, adam, adam adayı, öküz, geçici öküz, masum öküz, öküz bile değil yüke bile gelemez, vefasız, gerçek bir adam satıcı, vefalı, diğergam, ölmeden anlaşılmaz, uzak durulası, gölgesinden ayrılınmayası gibi bir sürü görünmez etiket ve marka taşıyan bu insanları; bir veya bir kaç görüşte tanıyacak usulleri algılayıp, idrak etmek ve bu idraki harika bir yürüyüş performansı içinde usta bir hekim, uzman bir savaşçı tarzıyla uygulayıp, bilgiyi dua hükmünden kader hükmüne çevirmek; ehline ve ehliyle beraber takılanlara kolaydan da öte nefes alıp vermek türünden bir tabi alışkanlıktır. Uzun sözün kısası insanların ehline görünen kumaşları, ikinci bir bedenleri vardır. Resulullah arkasını görebiliyordu. Görünmeyen bazı şeyleri görebilmek de sünnettir. Sıradan adam bunun mümkün olmadığına inanır. Eğer arzda halife olacaksak, varoluş sebebimiz buna çalışmaksa, iyiyi kötüyü ayırd edebilen, bir adı da "feraset" olan latife/latifeler grubuna sahip olan o mümtaz fertlerden olmak mesleki şarttır. Bir meslek; şartları, gerekli sıfatları uygulanmadan sahip olunabilir bir şey değildir. Sahte meslek sahipleri, sahte doktorlar, sahte zenginler, sahte krallarla dolu bir iklimde bunu "a deyince a'yı anlamak" netliğinde anlamalıyız.

Bütün bu etrafında olup bitenler yalan, sen gerçek ol. Sen hakikat ol. Arzın halifesi olmak temel meslektir. İnsan ferdi bunu tek başına yapamaz, bu beraber yapılır. Omuzlar birbirini sıkı tutacak, hiçbir göğüs öne çıkmayacak, Peygamber'in buyruğundaki gibi, saflar sık ve net, bedenler çok gayretli, zihinler ferasetli, bunca yalanın arasında bir gerçek muhakkak zuhur edecek.

Gerçek, şahit olanın hakiki şahit olabilmesidir. Çalışın, yırtılması gereken yalanlar her tarafta var. En başta, dünya yalan, yalan dünya!

Ahmet Kubilay

Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Sayın Tavlı, Sayın Muş, Sayın Doğan

Sayın Tavlı, Sayın Muş, Sayın Doğan

30-04-2024 - Köşe Yazıları

Birlikte hâreket ve Erdoğan'la yeni bir yürüyüş!

Birlikte hâreket ve Erdoğan'la yeni bir yürüyüş!

30-04-2024 - Köşe Yazıları