“Eğer Allah’a ibâdet etmek istiyorsanız, güneşe ve aya (yıldızlara) secde etmeyin, onları yaratan Allah’a secde edin.” (Fussilet, 41/37) Önceden insanlar, güneşe, aya, yıldızlara, ağaçlara, taşlara, vb. şeylere ayrı ayrı taparlardı. Fakat günümüzde ise hepsine birden tapanları görüyoruz. Şöyle diyorlar: “Tabiat ana, doğa gereği” Tabiatperest olan kimseler yaratılmış olan tabiatı, yaratıcı yerine koymaktadırlar. “Kâinat kendiliğinden varolmuştur” demekteler. “Tabiatta her şey kendi kendine olmakta; güneş, ay, yıldızlar kendi kendine hareket etmekte; gece, gündüz, yaz, kış ve yağmur, kar, seller, depremler hep kendiliğinden oluyor” diyorlar. Tâbiî ki, bu düşünce materyalistlerin, ateistlerin, Allah’a gereği gibi inanmayanların düşüncesidir.
Diğer ülkelerde olduğu gibi zaman zaman, yaşadığımız bu ülkede de doğal âfetler (seller, depremler) olmaktadır. Uzmanlara depremin ne zaman olacağı sorulduğunda onlar: “depremin önceden, ne zaman olacağını tespit etme imkânımız yoktur. Araştırma sonucu nerelerde deprem olabilir, anlıyoruz. Fakat ne zaman olacağını bilemiyoruz” diyorla. Tabiî ki, herşetyi en iyi Allah bilir, depremin nerede, ne zaman olacağını, her şeyi en iyi bilen O’dur. “Allah bir şeye ‘ol!’ dedimi, o hemen oluverir.”(Nahl, 16/40) Bu âfetler Allah’ın dilemesiyle olmaktadır.. Müslümana düşen görev tedbir almak ve Allah Teâlâ’nın her türlü âfetlerden, kazalardan koruması için ona duâ etmektir. Tabîî âfetler (felâketler, seller, depremler) neden oluyor? Materyalistlere, ateistlere göre kendi kendine oluyor.
Fakat müslüman kişi, dünyada her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğunu bilmelidir. Bu âfetlerin, musîbetlerin insanların kendi yaptıkları günahlar, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, zulümler, kötülükler yüzünden de olabileceğini Rabbimiz Allah bildiriyor: “İyilikler Allah’tan, kötülükler (musibetler) kendi günahlarınızdan olmakta.” (Nisâ, 4/79) “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.”( Yunus, 10/44) Allah onların sezme, anlama ve kavrama melekelerini ellerinden aldığı için değil; onlar irâdelerini kötüye kullandıkları için hak yolundan ayrılmışlar, bâtılı tercih etmişler, dolayısıyla kendilerine zulmetmiş olurlar. Bundan dolayı Allah (c.c.) dilediği zaman dünyada da cezasını verir.
“Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının (Şuayb peygamberin kavminin) ve (Lut kavminin başları üstüne) ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (İnanmadıkları için helâk oldular) Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (Tevbe, 9/70) Âyette sözü edilen kavimlere peygamberler mucizelerle geldiler. Fakat bu kavimler, gelen peygamberleri yalanladılar. Allah Teâlâ da her birini bir felâketle helâk etti. Nuh (a.s.), kendi kavmine gönderildi. Kavmi onu inkâr edince meşhur Nuh tufanında boğulup helâk oldular. Âd kavmine Hûd Peygamber gönderildi. Onlar şiddetli rüzgâr ile helâk oldu. Semud kavmine Sâlih Peygamber gönderildi, onlar da depremle helâk oldular. Hz. İbrahim’in kavmi ise sinekle helâk oldu; Medyen halkına Şuayb Peygamber gönderilmişti, onlar ateşle helâk oldular. Şehirleri alt-üst olarak helâk olan kavim ise Lut Peygamberin kavmidir. Bu kavim homoseksüellik yüzünden helâk olmuştur. (Bkz. Ankebût, 29/28-31; A’râf, 7/80-84; Kamer, 54/34-39) “Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulüm etmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (Ankebût, 29/40)
Önceki kavimlerin Allah’a isyan etmeleri, peygamberlerine karşı çıkmaları, yeryüzünde büyüklenmeleri, gururlanmaları, haksızlık, ahlâksızlık, zulüm ve haktan ayrılmaları bâtıl ile iç içe olmaları nedeni ile nasıl helâk olduklarını Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bildirmektedir. Acaba Allah Teâlâ önceki kavimlerin başlarına gelen olayları, musibetleri, nasıl helâk olduklarını bize niçin, niye bildiriyor, bizimle alâkası ne? Onlar gelmiş geçmiş kavimler ve hâdiseler. İşte bunların sebebini Allah (c.c.) Kur’an’da bizlere bildirmektedir: “Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur’an) uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her şeyin açıklaması, iman eden bir toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir.” (Yusuf, 12/111)
“De ki: Yeryüzünü dolaşın ve (sizden) önce yaşamış olan (günahkâr)ların sonlarının ne olduğunu görün: Onların çoğu müşrik idi (Allah’tan başka varlıklara veya güçlere ilâhî sıfatlar yakıştırmışlardı).”(Rum, 30/42) Yani, onlar maddî refaha ve güce taptılar. Böylece bütün mânevî değerleri yitirdiler ve sonuçta kendi kendilerinin helâk olmasına sebep oldular.“Allah katından dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü dosdoğru dine çevir! O gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır. Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da (cennetteki) yerlerini sırf kendileri için hazırlarlar. Zira Allah’a inanıp iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Andolsun ki Biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de, onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek de Bize hak olmuştur.” (Rûm, 30/43-47)
Helâk olan kavimlerin bazı ortak özellikleri: Allah’a ortak koşmak, O’nun emrine uymamak, peygambere ve mü’minlere karşı çıkmak, onları hak yolundan vazgeçirmek için baskı ve zulüm yapmak, haksız yere büyüklenmek, insanları sömürmek, cinsel sapmalar, gayr-i ahlâkî tutum ve davranışlar. Bunlar helâk olan kavimlerin helâk olmasına sebep olan hususlardır. Önceki helâk olan kavimler mutlaka doğal sebeplerle gelen âfetler neticesinde cezalandırılmışlardır (deprem, sel, fırtına vs.). Günümüzde aşırı giden ve eski kavimlerin işlediği suçları işleyen toplumlar da benzer yöntemlerle cezalandırılabilirler.
Âyet ve hadislere baktığımızda doğal âfetlerin sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Günahlardan Dolayı: Helâk olan kavimlerin, günahları yüzünden cezalandırıldıklarını yukarıda âyetlerle belirttik. Başa gelen musibetler günahlardan dolayı da olabilir.
2. Bir Uyarı ve İbret: Sadece seller, depremler değil; diğer musibetler ve üzücü olaylar da ibret için olabilir. “Bizim onlardan daha önce nice nesilleri helâk etmiş olmamız kendilerini yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır.”(Enbiyâ, 21/128) “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden, karada ve denizde fesad belirdi, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rûm, 30/41) Allah (c.c.) insanların yapmış oldukları kötülüklere karşı dünyada iken bir kısım musibetler vermekte, bu gafletten, kötü gidişattan vazgeçmeleri için bir ikaz, uyarı olsun. Olur ki kötü gidişattan dönerler. Bu uyarılara aldırmazlarsa asıl cezanın âhirette olacağını âyetten anlıyoruz.
3. İmtihan: Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Biz sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele” (Bakara, 2/155) Dünya hayatı bir imtihan yeri olduğundan, çeşitli şekillerde imtihana tâbi tutulmaktayız. Varlık, bolluk, sıhhat gibi çeşitli imkânlarla imtihan olduğumuz gibi, çeşitli musibetler, üzücü olaylarla da imtihan olmaktayız. “Sabredenlere müjdeler olsun” buyrulmaktadır.
4. Keffâret: Günahı örten, gideren şey demektir. Hadis-i şerifte; Ebu Hureyre (r.a.)’dan Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Müslümana fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, herhangi üzücü bir olay, sıkıntı oldumu, hatta vücuduna bir diken batsa Allah Teâlâ bu musibetlerden birisi sebebiyle o müslümanın suçlarını ve günahlarını örter, giderir. (Günahlarına keffâret olur).”(Buhârî) Müslümanların başına gelen musibetlerin günahlara keffâret olabileceğini bu hadisten anlıyoruz. Yine bir hadis-i şerifte: “Mü’minin hali hayrete değer doğrusu; Zira her bir iş onun için hayırlıdır. Bu, mü’minden başka hiç kimsede yoktur. Kendisine varlık isâbet ederse şükreder; bu onun için hayır olur. Darlık isâbet ederse sabreder; bu da onun için hayır olur.”(Müslim, Zühd)
Bir başka hadis-i şerifte Cabir bin Atik (r.a.)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.s.): “Siz hangi şeyi şehitlik sanıyorsunuz?” buyurdu. Ashâb: “Allah yolunda ölümü şehitlik sayıyoruz.” dediler. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah yolunda ölümden (yani öldürülenden) başka yedi şehitlik daha vardır:
1. Tâun (hastalığından)dan ölen şehittir,
2. Suda boğulan şehittir,
3. Zatürre hastalığından ölen şehittir,
4. Karın ağrısından ölen şehittir,
5. Yanarak ölen şehittir,
6. Yıkık altında (depremde) ölen şehittir,
7. Hâmile olarak ölen şehittir” buyurdu.(Ebu Davud, Cenaiz 15)
Hadis-i şerifte görüldüğü gibi, depremden dolayı da ölen şehittir. Tâbiî ki mü’min olması şartıyla. “Kâfir olarak ölenlerin amelleri boşa gitmiştir.”(Zümer, 39/65) Müşrik, kâfir, hangi hal üzere ölürse ölsün gideceği yer cehennemdir. Mü’min, muvahhid, müslüman olmak kaydıyla, insanın başına gelen, o anda çaresi ve tedavisi bulunmayan bir hastalık veya herhangi bir musibetten dolayı ölen kişi şehitlik mertebesine ulaşmış, Allah yolunda savaşıp şehit olan mü’min muvahhid mücâhidin ecri gibi bir ecre nâil olmuş olur... Yeter ki, iman noktasında sapasağlam olsun ve amel-i sâlihten yana hassas davransın!... Allah yolunda mücadele üzere olup, Allah’ın emirlerine göre davranarak Allah’ı kendisinden râzı etmiş olan mü’min bir kul, hangi halde ölürse ölsün, şehit sevabına nâil olarak vefat etmiş olur...
Ebu Malik el-Eş’ari (r.a.)’nın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Her kim Allah yolunda (savaşa) çıkar da (aldığı bir yarayla) ölürse, o kimse şehittir. Yahut da atı veya devesi onu (yere çarpıp) boynunu kırar veya zehirli bir hayvan onu sokar ya da yatağında ölürse, o kimse şehittir ve onun için cennet vardır.” (Dâvud, -Cihad 14)
O mü’min şehittir ve onun için cennet vardır. Çünkü o Allah yolundadır. Bu tabiî âfetler (depremler) neden oluyor? Âyet ve hadislerle bunu izaha çalıştık. “Herhangi bir yerde olan deprem veya başka felâketler sadece şu sebepten oluyor” diyemeyiz. Çünkü hangi sebepten dolayı olduğunu sadece Allah Teâlâ bilir. Fakat günahlardan, isyanlardan dolayı da bu felâketlerin ve üzücü olayların, meydana gelebileceğini unutmamalıyız. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Şüphesiz insanlar kötü (İslâma aykırı) bir şeyi görüp de men etmedikleri zaman, Allah’ın onlara umumi bir ceza vermesi çabuklaşır (veya yakınlaşır).”(Mâce, Fiten 20) Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur’an’da önceki kavimlerin helâkı günahları yüzünden olmuştur. Başımıza gelen âfetler (seller, depremler) musibetler günahlardan dolayı da olabilir. Dolayısıyla kendimize dikkat etmeliyiz. Bu âfetlerden veya herhangi musibet ve üzücü olaylardan ibret almalı, İslâm’a uygun olanı yapmalı, İslâm’a aykırı olan şeylerden ise sakınmalıyız. Çünkü dünya ve âhirette huzur ve mutluluk İslâm’a uygun yaşamakla mümkündür!
Süleyman GÜLEK