Bizim ecdadımız hükmettiği 22 milyon kilometre kare toprağa adalet ile hükmetti, zulme izin vermedi, ayrımcılığa, ırkçılığı daima karşı çıktı. Ama 19. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan işgaller, Fransız ihtilalinin “Milliyetçilik” akımına dönüşüp bu coğrafyayı yaktı, kırdı, geçirdi. Osmanlı’dan kopan toprak parçalarının hiç birinde huzur yok, refah yok, fakirlik yaygın, suç oranları çok yüksek, insanlar mutsuz. Nerede Türk bayrağı görseler başlarlar ağlamaya, davet ederler bizi, “Çok geç kaldınız” diye isyan ederler. Türkiye Erdoğan’a kadar içine kapandı, kapattırıldı. Bu buhranın, geri kalmışlığın, aslında kapana kısılmanın en büyük nedeni parlamenter sistem. 17 aylık ortalama ömrü olan hükümetler ne iş yapabilir? İhracatı mı artırırlar? Eğitime mi yatırım yaparlar? Hiçbir şey yapamazlar. Çünkü ömürleri kısa, zemin çok kaygan. Koalisyonların yaşandığı ülkenin gelişmesi mümkün değil, darbelerin yaşandığı bir ülkenin kabuğunu kırması olanaksız, istikrarı olmayan bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi hayal bile edilemez. Bürokratik vesayetin hakim olduğu bir ülkenin küreselleşmesi ve dünyaya teklif vermesi mümkün değil. Dolayısıyla bu sistem devam eder, Türkiye krizden krize koşarsa kardeş coğrafyalar yine yapayalnız kalır. Kardeşlerimizi emperyalizmin kirli emellerine teslim etmiş oluruz. 16 Nisan bu yüzden çok önemli. Vereceğimiz karar sadece 80 milyonu değil, İslam âleminin tamamını, batının vahşetiyle boğuşan tüm mazlum coğrafyaları da etkileyecek. Eğer “Evet” dersek güçlü Türkiye’nin, kardeş coğrafyaları ile bir araya toplayacak Türkiye’nin temelini atmış olacağız, Batı’yı tehdit eden, ondan medet ummayan, o köhne zihniyete karşı insanlığı adil düzene çağıran Türkiye meydana getireceğiz. “Evet” diyen Üsküp’ü sefaletten, Kudüs’ü işgalden, Suriye’yi bölünmekten kurtarır. Önce ümmet, kararımız “Evet”…