‘Müzik Bilimi Şehadet Getirmektir, O Şehadeti Duymak İstiyorum!’

Bütün tasavvuf tarihi boyunca Hz. Mevlana kadar eserlerinde mûsıkîye atıfta bulunan, hem kendi halini izah ederken, hem de ilahi hakikatleri anlatırken mûsıkîden ve mûsıkînin ıstırabından yararlanan başka bir mutasavvıf bizim coğrafyamızda yoktur.

Fikir - 04-01-2024 15:22

‘Müzik Bilimi Şehadet Getirmektir, O Şehadeti Duymak İstiyorum!’

Peki bütün bir ömrü boyunca İslâm ilimlerini tedris etmiş, günlük hayatında da bu ilimlerle meşgul olmuş olan Mevlana’da mûsıkî neden bu kadar öne çıkmaktadır?

Hz. Mevlana çocukluk çağlarında, Harzemşah ülkesinde Kübrevilerin arasında yetişmiştir. Necmeddin Kübra’nın görüşleriyle ve himmetleriyle şekillenen Kübrevilik Orta Asya’da Hoca Ahmet Yesevi ile yükselişe geçen Türk İslamlaşmasının en merkez tarikatlerinden biridir. Necmeddin Kübra ile ilgili kaynaklar onun mûsıkî ve semaya düşkün olduğunu, müridleriyle beraber sema yaptığını, tasavvufta kişisel tecrübeyle ilgili ilk eserleri de onun verdiğini söylüyor. Anlaşılıyor ki, çocukluk çağından itibaren mûsıkî, sanat ve bireysel tecrübeyi önceleyen bir idrakle, din ve tasavvuf algısı içinde büyümüştür. Gençlik çağlarını daha çok medrese eğitimi ile geçiren Mevlana’nın sema ve mûsıkîye düşkünlüğü, Hz. Şems ile beraber iyiden iyiye ortaya çıkmıştır. Bizzat kendi ifadesiyle hazret, 62 yaşında aşka av olmuş, medreseyi, kitabı, dersi bir yana koymuş, mûsıkîye ve semaya düşmüştür.

“Biz Bu Müzik Nağmelerini Göklerin Dönüşünden Aldık.”

Hz. Mevlana, mûsıkîyi tasavvuf yolunda, seyr-i sülûk’ta bir hakikate hasıl olmak için araç olarak değerlendirmektedir. Nitekim, Mesnevi’deki bir beyitinde mûsıkînin nasıl ortaya çıktığı sorusuna: “Hakimler derler ki, biz bu müzik nağmelerini göklerin dönüşünden aldık.” diyerek cevaplamaktadır. Kainattaki ahenk ile müzik arasındaki ilişkiye dair bu kavramsallaştırma, Mevlana’dan çok önceki kadim düşüncelere dayanıyor olsa da, Hz. Mevlana bu bahsi kendi tasavvuf sistemi içinde apayrı bir yere bağlar.

Mesnevi’de Hazret şöyle söylüyor: “O kişinin rebab sesini dinlemekten maksadı, iştiyak çekenler gibi Allah’ın hitabını duymak içindir”, “Zurna ve davul sesleri bir parçacık o külli nefirin, kıyamet günü çalınacak olan surun sesine benzer.” “Hakimler derler ki, biz bu müzik namelerini göklerin dönüşünden aldık. Halkın tanburla çaldığı, ağzıyla, sesiyle söylediği bu şarkılar, nağmeler hep göğün hareketinden alınmadır.” “Müminler derler ki, cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur. Biz hepimiz Âdem’in cüzleriydik. Cennette o nağmeleri duyduk dinledik. Gerçi, suyla toprak bize bir şüphe verdi ama, yine o nağmeleri birazcık olsun hatırlıyoruz. Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra, o zil ve bend nağmeleri nereden o nağmeleri verecek. İşte bu yüzden güzel sesi dinlemek aşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Allah’la buluşmanın zevki vardır.”

“Mûsıkînin Ritminde Bir Sır Saklıdır. Onu Ortaya Çıkarırsan İki Alem Alt Üst Olur.”

Zeynü`l-Elhan adlı kitabın müellifi Mehmed Çelebi şöyle der: “Kim bir müzik eserini gerçekten can kulağıyla dinlerse o tarab’dan ölür. Tarab, metafizik alemi, maverayı duyuran bir ses ile kendinden geçmek demektir. Tarab kelimesi ile mudrib kelimesi aynı köktendir. Genelde bizim ülkemizde mutrib kelimesi ‘çalgıcı’ olarak tercüme edilir, fakat mutrib, ilahi sesleri duyurarak insanlara manevi zevk veren kimse demektir. Mehmed Çelebi’nin vurguladığı gerçeği Mevlana da “Mûsıkînin ritminde bir sır saklıdır. Onu ortaya çıkarırsan iki alem alt üst olur.” diye ifade eder.

Mesnevi Adeta Bir Konservatuvar Gibi...

Mevlana’nın özellikle Divan-ı Kebir`i adeta bir konservatuar gibidir. Mesnevi’sine “Dinle Ney’den” diye başlayan hazret; çegâne, erganun, çeng, def, ney, rebab, mizmar, tanbur, zil, kös, kopuz, mızrap, tel, yay, kiriş, perde, akord etmek, zengule, rast, hüseyni, yegah, segah, dügah, maye, sipihr, rehavi, çargah, neva, büzürg, ferahnak, ırak, sünbüle, ısfahan, hicaz, buselik, hafif, zirefkend gibi yüzlerce müzikal terim kullanmaktadır. Isfahan Ayin-i Şerifi’nde icra edilen bir gazelinde de “Ey çeng, senden ısfahan perdesini istiyorum; ey ney, yakıp yandıran güzel bir feryad istiyorum ben. Hicaz perdesinden güzel bir teranedir tuttur. Çünkü ben hüdhüdüm, Süleyman’ın ıslık sesiyle yaptığı nağmeyi istiyorum.” demekte, “Müzik bilimi bana göre şehadet getirmektir. Çünkü ben mü’min olduğum için, o şehadeti, o imanı duymak istiyorum.” diyerek mûsıkînin manevi anlamına işaret eder.

Kaynak; Halil İbrahim BOZOĞLU - gencdergisi.com

 

Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Terbiye Sistemini Psikiyatr ve Psikologlar Bozdu

Terbiye Sistemini Psikiyatr ve Psikologlar Bozdu

02-05-2024 - Fikir

Samsun İl Müftü Yardımcısından haysiyetli Arapça müdafaası

Samsun İl Müftü Yardımcısından haysiyetli Arapça müdafaası

02-05-2024 - Fikir