https://www.akasyam.com/files/uploads/user/-9eac9ae11a.png
Emine AYDEMİR

Mânânın, Maddeye Hükmü

12-06-2021 14:35

Ebû Hureyre (ra)’den gelen bir rivayette: “Doğumu esnasında şeytanın dokunmadığı hiçbir çocuk yoktur. Çocuğun doğarken bağırması, şeytanın bu dürtmesinden dolayıdır. Ancak Meryem’in oğlu ile kendisi bundan müstesnadır.” buyrulmaktadır.

Ebû Hureyre (ra), bu hadisi naklettikten sonra “İsterseniz şu ayeti okuyun!” diyerek şu ayeti okumuştur:

“Ben, onu ve neslini racîm şeytandan Allah’a ısmarladım.” Hz. Meryem’in annesi, Hz. Meryem’e hamile kalınca onu koruması için Allah’a bu şekilde dua etmiştir.

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir."

Mana âleminden bu konu için verilen zırh Nâs Sûresidir: "De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların yegâne malikine, insanların ma'buduna, o sinsi şeytanın şerrinden, ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. O (şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun)..."

İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e Hz. Peygamber şöyle emretmiştir:

"Ey İbnu Ömer, dinine sahib ol, dinine sahib ol! Bil ki o, (seni ayakta tutan ) bedenin, damarlarında akan kanındır. Dinini kimden aldığına iyi dikkat et. İstikameti doğru olanlardan al, eğrilerden alma!"

Bu hadiste görüldüğü gibi kan, dine benzetilmiştir. Bu manada düşünüldüğünde şeytanın insanın damarlarında dolaşması mecazi bir mana olup insanı saptırmak için sürekli vesvese verdiği anlaşılmaktadır.

Maddi/Manevi Hastalıkların psikolojik sebepleri-manevi sebepleri- fizyolojik sebepleri hepsi bir bütün halinde. Tek biri ile tam tedavi mümkün değil, üç yönden tedavi birden olmalı, zaten bunlar birbirinden bağımsız da değil. Ruh hasta olmadan bedende etki olmaz. Ruh hasta olunca tedavi edilmezse büyür büyür büyür ve bedende ortaya çıkar.

Ruhu hastalandıran nedir? Derin üzüntü, keder, şiddetli öfke, ümitsizlik gibi olumsuz duygu ve düşüncelerdir. İnsanın bu duygular içinde olduğu zamanlar, manen en zayıf olduğu zamanlardır. Kalkanlar zayıftır ve saldırılara karşı koymakta zorlanır.

İstanbul´un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük âlimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi.

Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa´nın oğlu da bunu yapıyordu. Sakalar, "Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer" diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa´ya şikâyet ettiler.

Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Şeyh Vefa sakalara, "Tamam" dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.

Önce kendinden işe başladı:

- "Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?" diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu:

- "Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü" dedi.

Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. "Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş." Bunu şeyhe anlattı.

Şeyh Vefa "Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile" diye tembihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikâyet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.

Bizim köyden yaşlı bir teyze gelmişti, bahçedeki kedileri ve onları sevdiğimizi görünce ağlamaya başladı. Şaşkın şaşkın ona baktık sonra başladı anlatmaya:

“Gençken evimize bir kedi yavrulamıştı, kedileri sevmezdim, bir gün yavruları alıp köyde akan dereye attım, anne kedi öyle çırpındı ki yavruları akıp giden dereden kurtarmak için koşturdu sürekli miyavladı feryat etti resmen. Sonra zaman geçti kızım oldu, bir gün o dereden geçerken küçük kızım dereye düştü, aynı o anne kedi gibi feryat ederek akşama kadar suyun içinde giden kızım için koşturdum…”

Emine AYDEMİR

[email protected]

Neler Söylendi?