İmkansızlık Meselesi

Mesut KÖSEOĞLU

07-01-2021 10:01

Black isimli bir Hint filmi vardı, izleyenler vardır. Görmeyen, duymayan, konuşamayan küçük bir kızı eğitebileceğini iddia eden bir öğretmen ve öğrencisini anlatıyordu film. Öğretmen ona bir şekilde iletişim kullanmayı ve kelimeleri öğretmişti. Öğretmediği tek kelime ise “imkansız”.

Okuduğum bir kitapta, küçüklüğünde “sen bu işi yapamazsın, sen beceremezsin” gibi telkinlerle büyümüş bir adamın büyük bir işte üst düzey bir mevkie geldiğinde dahi, o küçüklüğündeki cümlelerin tahribatından müteessir olduğu haller yaşadığını,mesela topluluk önünde konuşmaya bir türlü cesaret edemediğini yazıyordu. Ben de küçüklüğümde bir derste “şu soruyu sen çözemezsin” gibi ifadelere nasıl sinir olduğumu hatırladım. Baştan bu tutumumu ego olarak tanımlıyordum ama aslında ene denilen unsurun haklı olarak kendine konduramadığı bir söz olduğundandı bu tutum. Çünkü o ene dediğimiz şey kendisini anlayalım diye insana verdiği bir donanımdı Halık-ı Hakîm’in. Nasıl ki O’nun için imkansız yoksa biz de bir türlü konduramıyoruz imkansız kelimesini yüreğimize.

Ehl-i dünya, Müslümanların Mars’ta su aramadıkları için ufkunun dar olduğu kanısında hemfikirdirler. Oysa onlar imkansızın sınırlarını zorluyorlar, evrenin en ulaşılmaz köşelerine ulaşmaya çalışıyorlar. Bunlarsa Müslümanları hiç ilgilendirmiyor. Acaba dedikleri gibi bir Müslüman’ın ufku dar mı?

Dünya’yı sular altında bırakacak bir sel tufanının olması ve bu afetten gemisine aldığı canlılarla ve inananlarla korunan bir peygamber olabileceğini Müslümanlar anlıyor da başkası anlamıyor mesela.

 

Hz. İsa’nın dualarıyla ölmüş bir bedeni Allah’ın izniyle dirilmesine vesile olduğuna Müslümanlar akıl erdiriyor da başkası erdiremiyor niyeyse.

Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i asasıyla ikiye bölüp Firavun’un da oraya gömüldüğünü Müslümanlar anlıyor da gayrısı anlayamıyor.

Peygamberimizin duasıyla iki kişilik yemekle ordunun doyduğunu, bir sözüyle ağaçların yanına geldiğini, bir parmağıyla Ay’ı ikiye böldüğünü, kendisinden ayrılan bir odun parçasının ağladığını bir Müslüman kabul ediyor da gayrısı kabul etmiyor.

 

Yine İki Cihan Güneşi’nin Mirac’ında Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan Sidretülmünteha’ya Ka’b-ı kavseyn’e kadar gidip Rabbülalemin ile görüşüp tekrar yatağına dönmesini ve hatta döndüğünde yatağından ilk kalktığı zamanki gibi yatağının sıcak olduğunu Müslümanlar idrak edebiliyor da akılları gözüne inenler idrak edemiyor nedense.

 

Biz biliriz ki hakikatte imkansız diye bir şey yoktur. Bilim insanlarının uğraştığı şeylerin olumlu bir şekilde neticelenmesi imkansız değildir. Uçsuz bucaksız kainatta Dünya dışındaki yerlerin kendilerine mahsus sekenelerinin bulunması imkandan hali değildir, hatta muhakkaktır. Çünkü “Kün” kelimesinin ihata etmediği hiçbir hadise yoktur.

 

Fotoğrafçı isimli şiirimde “Ne vardır ki “Kün”e sığmayan” diye bir mısra bulunuyordu. Yayınevimiz, Allah razı olsun, benim de her halde yanlış yazdığımı düşünmüş, bana danışma gereği de duymadan “Ne vardır ki güne sığmayan” gibi abuk bir ifadenin kitapta yer almasına sebep olmuştu. Orada kastettiğimiz “Ol der, olur.” Sırrının her şeyi kuşattığı hakikatiydi oysaki.

 

“Künfeyekun”a inan biri için zor diye bir şey yoktur, imkansız da zaman almaz. İmkanın sınırlarını en iyi bilen kişi, yukarıda belirttiğim örnekler gibi daha nice örnekten de hareketle bilen, Müslüman olmalı ve kendisine verilen bu harikulade ufku ve potansiyeli en güzel şekilde değerlendirmek için gayret gösteren, çalışan bir örnek olmalıdır vesselam.

DİĞER YAZILARI Daha Ne Denir! 01-01-1970 03:00 Bizde Bu Tebaa Oldukça! 01-01-1970 03:00 Bir Yastıkta Kocamak Ve Kelimenin Ruhu 01-01-1970 03:00 Olamayan Tenasüp Ve Hatırlattıkları 01-01-1970 03:00 Kaybolan Bir Haslet: Diğerkâmlık! 01-01-1970 03:00 İkinci Şans 01-01-1970 03:00 Öğretmenlik Üzerine! 01-01-1970 03:00 Bakış Açınızı Değiştirin! 01-01-1970 03:00 Çocuk Oyuncağı 01-01-1970 03:00 Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde 01-01-1970 03:00 İçimize Sinmeyen Bir Şeyler Var 01-01-1970 03:00 Yolcu … 01-01-1970 03:00