Daha ne denir, bilmiyorum. Gökkubbe altında söylenmemiş söz yoktur. Söylenebilecek bütün sözler söylenmiştir. Muhibbi’nin beytinde olduğu gibi “Kadd-i yâre kimi ar’ar dedi, kimisi elif / Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif.” Rivayet edecek başka kelam bulamıyorum, bu konuda rivayet edecek başka kelama gerek olmamalı.
Geçtiğimiz haftalarda ve neredeyse her gün karşılaştığımız kadın cinayetlerinden bahsediyorum. Kadının değeri, önemi, insaniyet, vicdan, merhamet gibi konularda o kadar çok söz söylendi ki niye hala söylenmeli; gündemimizde niye hala bu rezil konu olmalı, gerçekten bilmiyorum.
Peygamberimiz kadınların en hakir görüldüğü zamanda; kalpleri, tüm insanî duygulardan uzaklaşmış ve nasırlaşmış bir kavmin ortasına gelmişti. Kız çocuğu olmasından utanan, olunca da götürüp o Arabistan çöllerinin kızgın kumlarının altına atıp ölüme terk eden insanların arasına. Ve öyle bir toplumda kızı Hz. Fatıma’nın sabavetinde onu omuzlarına alıp Mekke sokaklarında gezmişti. O benim başımın tacıdır, en kıymetlimdir, dercesine.
Üç kız çocuğunu terbiyeli, ahlaklı bir şekilde yetiştirip evlendiren ana babayı cennetle müjdelemiş. Cennet’i annelerin ayaklarındadır diye tarif etmiş ve veda hutbesinde de bütün yaşamında tatbik ettiği bu düsturları “Kadınlar size Allah’ın emanetleridir.” Diyerek bir kez daha vurgulamış ve kadınlara nasıl değer vermemiz gerektiğini vasiyet eylemiştir.
Daha ne söylenir, daha ne denir?
Dini literatürden bihaber olanlardan da az çok okul okumamış, tahsil görmemiş, hiçbiri yoksa türkü dinlememiş olan da yoktur herhalde. Gerçi akademisyenlerden bile kadına şiddet haberlerinde başrol olduğundan beri eğitimi de çare olmadığına kanaat getirdim. Cinayetten şiddete düşüyor yine de.
Bir kadını acımasızca katleden cani nasıl yetişmiş olabilir bu topraklarda? Çocukluk yıllarında hiç mi bir çift göze vurulmadın, hiç mi anacığına sarılmadın, diye feryat edesi geliyor insanın. Evrensel ahlak kuralı diye söylenen kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapma düsturunu da mı duyup anlayacak kadar kafasız ve kalpsizsin. Neşet Ertaş “Analar insandır, biz insanoğlu” derken bir an hiç mi dalıp gitmedin, için cız etmedi, vay be, demedin.
İnsanların eşitliği meselesini Ömer Tuğrul İnançer şöyle tanımlıyor: İnsanlar, haklardan istifade etme noktasında eşittir. Haklar herkes içindir ve herkes bu haklardan istifade etme hakkına sahiptir.
İzbandut gibi, kaba saba, hantal erkek gücüne karşı cins-i latif denilen son derece kibar, zarif, nazenin kadın vücudu ve fıtratı nasıl eşit olur? O “erkek” denilen cinsiyetin kadına kuvvet uygulaması orantısız güç değil de nedir? Sadece fiziksel güç olarak bile kıyaslanmayacak bu iki türden adam olamamış, aşağılık bir varlığın, üstüne üstlük bıçaklarla, silahlarla, işkencelerle kadınları öldürmesi, onunla da kalmayıp parçalaması, geçen haftalarda bir de buna yakması eklendi, nasıl bir vahşilik, nasıl bir denaet, nasıl bir rezalettir?
Çok söz söylendi şimdiye kadar. Beyannameler yayımlandı, seminerler verildi, zaten en kapsamlı cümleleri peygamberimiz söylemişti. Bunların üstüne daha ne söylenir, daha ne denir?
Şimdi YouTube’da Şiirden Şuura diye bir programa başladım. Şiirle bilinçleneceğimizi ümit ederek bilinçlendirecek mısralar, şiirler paylaşmaya gayret göstereceğim, diye bir program. Şimdi bunları yazarken kendimi tekzip ediyorum. Aslında şiir miir değil bizi şuurlandıracak olan. Öyle olsaydı dönemin en iyi şairlerini yetiştirmiş, edebiyat ve şiiir yarışmaları tertip etmiş Arabistan’da da bu vahşet olmamış olurdu. Onları şiir düzeltmedi. Peygamberimiz ve onun getirdiği ahlak ve iman düzeltti. Hz. Ömer gibi bastığı yeri titreten bir adam, ahkam-ı Kuraniye ve ahlak-ı Muhammediye (s.a.v.) ile geçmiş günlerine nedamet getirip gözyaşı döktü. Şiir, bütün bunların üstüne eklenirse nurun âlâ nur olur elbet.
Kalplere iman nuru girmedikçe bu haberleri duymaya devam edecek olmanın realitesini görerek yapılması gerekeni vicdanlara, bu zalimlere verilecek hiçbir cezanın bu dünyada yürekleri soğutmayacağını bilerek de bu esfel-i safilini mahkeme-i kübraya havale ediyorum.