İnsanın, karşısındakinin menfaatini düşünerek/önceleyerek kişisel çıkarını hiçe sayması ruhani âleme dönük en yüce taraflarından birisidir. Böylesi insanların sayısının azlığı ve bu tür insanların hemen her toplumda büyük bir saygı görmesi eylemin niteliğindeki kutsallığa iyi bir işarettir.
Bunlar kendilerini aldatırlar, ama kimseyi aldatmazlar. Bunlar, yaptıklarının her an kayıt altına alındığının farkındadırlar. Bunlar, bizim görünmediğimizi düşündüğümüz yerlerde konuşlanmış binlerce gözcüyü alenen seyrederler.
Bulunduğumuz hiçbir yerde, gizli kalma ihtimali olmadığını bilmemiz, kimsenin haberi olmadan bir şeyler yapma zannımıza ağır bir darbe vurur.
Aldatmak, ancak sonunda kendimizi vurduğumuz bir bumeranga döner. Sonunda anlarız ki aldatan ancak kendisini aldatmış olur; zira şu büyük hakikat hiç hesaba katılmaz: Hile, oyunu kazandırsa da, kaderi değiştirmez.
İnsana değer veren her sistemin en önemli görevlerinden birisidir, insanın aldatılmasından korunması. Bu, nasıl sağlanabilir?
Aldatan Bizden Değildir
Bir gün Peygamberimiz, pazarda gezerken tahıl satan birisini gördü. Yaklaşarak elini bir çuvala daldırdı ve tahılın altını üstüne çevirdi. Satıcı, ağır gelsin diye çuvalın altına yaş tahılları, üstüne ise kurularını koymuştu.
Aklınca insanları aldatacaktı. Sahtekârlıkla daha çok para kazanacaktı. Peygamberimiz yüzünü ekşiterek ve fevkalade rahatsız olarak şöyle buyurdu: “Aldatan bizden değildir!”.
Peygamberimizin hadislerinin toplandığı en güvenilir kitap İmam Buhari’nin hadis kitabıdır. İmam Buhari hadisleri derlerken fevkalade hassas davranmıştır.
Bir gün pek çok sahabeden hadis dinleyen bir adamın şöhretini işitir. Uzun ve zahmetlerle dolu bir yolculuklardan sonra adama ulaşır. Aradığı adamın, devesini, boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit olur. Bunun üzerine, adamla hiç konuşmadan geri döner. Niçin hadis almadığını soranlara, “Doğru söylese bile, devesini aldatmaya çalışan adamın naklettiği hadisi kitabıma almam” der.
Bu kadar hassas davranmasının sebebi yukarıdaki hadisten anlaşılmıyor mu?
O Zaman Kimdeniz!
Dünya gailesi, hepimiz bir işle meşgulüz, hepimizin bir geçim kaynağı var. Hepimizin muhatabı insanlar var. Onlara karşı işimizi yapmadaki konumumuz nedir?
Aldatmak; kendimiz muhatap olduğumuzda hiç de hoşlanmadığımız bir eylem biçimini başkaları için mubah görmektir. Aldatanlar, yaptıkları açığa çıktığı zaman hemen her toplumda rezil olacak insanlardır.
Kendi çocuğuma nasıl bir öğretmen isterdim, öğretmenliğimi öyle yapmalıyım; kendi annem-çocuğum olsa nasıl muayene ederdim, hastamı öyle muayene etmeliyim; kendi çocuğuma nasıl bir ürün satardım, müşterime öyle ürün satmalıyım. Yunus Emre’nin dediği gibi kendine ne sanursan ayruğa da anı sanmalıyım.
Böyle olmayınca bütün inanç daireleri bir fanteziden ve kurgudan ibaret olmuyor mu?
Peygamberin söylediklerinden yola çıkarak aldatanın sadece bozuk ürün satmaya çalışan esnaf olmadığını söyleyebiliriz. Kendisine layık görmediği muameleyi başkasına yapmaktan çekinmeyen ve insanları zaaflarını kullanarak kandıran herkes Peygamberin hitabı içine girer.
Sözü eğip bükmeden, aldatanların kendisinden olmadığını söyleyen bir peygamberin takipçisiyiz! Anlaşılıyor ki, en ufak bir aldatma halinde bile onun dairesi dışına çıkıyoruz.
O zaman hepimiz şu soru üzerinde derin derin düşünmeli ve aidiyetimizin mehazını iyi sorgulamalıyız: Aldatanlar eğer Peygamberden değillerse kimlerdendir?
Yine Sel
Canik’ten sonra Atakum’u da sel aldı. Suçlu hemen bulundu ve deşifre edildi: Dereyatakları. Bugüne kadar insanları süslü laflarla, boyalı balkonlarla, yalan vaatlerle, günübirlik çözümlerle, rengârenk kaldırımlar, hasıraltı edilmiş sorunlarla ALDATANlar masum çıktı. Onların hiç mi hiç adı geçmedi.
Dün gece rüyamda dere yataklarını gördüm, bir şeylerden koktukları belliydi, kulağıma eğilerek fısıltıyla şöyle dediler: "Üstümüzü kapatıp, önümüzü tıkayıp, yolumuzu kesip sonra da bizi suçlu ilan edenin… Yolu tıkalı, kapısı kapalı, bahtı saralı, âtisi tasalı, vebali katmerli olsun!"