Sivil toplu kuruluşlarının (STK) veya Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) birçok tarifini yapmak mümkün. Benim en fazla isabetli bulduğum ve yeri geldiğinde de sık sık dile getirdiğim tarifi şudur.
Sivil toplum kuruluşları “Merkezi idarelere ve birtakım güç odaklarına karşı halkın oluşturduğu örgütlü savunma mekanizmalarıdır.”
Sivil toplum örgütlerinin önemli bir görevi de çağın risklerine ve tehlikelerine karşı tavır alıp alternatif projeler üretmektir.
Sivil toplumu tanımlarken “devlete ait olmayan alan/resmi kurumların dışında kalan” özel alandan bahsediyoruz.
Yani STK’ların en büyük özelliği tam sivil ve bağımsız olmalarıdır.
STK’lar, politik, sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda, oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterirler.
Sivil toplum kuruluşları (STK), gönüllü çalışmalar ve üyelerinin verdiği düzenli aidatlarla ayakta kalırlar.
Sivil toplum kuruluşu olabilmek için; siyasi partilerden, iktidardan, yerel ve mahalli resmi kurumlardan yardım almaması, beslenmemesi, gerekmektedir.
Alırsa ne olur?
“Yardım alan emir alır!” ilkesi gereği tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyamaz.
Bir de kurulmaları bakanlığın iznine bağlı, Kamu Kurumu niteliğinde meslek kuruluşları var. Bunların yöneticileri de seçimle işbaşına gelirler. Bunlar da odalar, borsalar, sendikalar, barolar v.s. Bunlar ve dernekler hepsi STK’ları oluştururlar.
Sivil toplum kuruluşları, sivil yönetimlerde çok önemli bir yere sahiplerdir. Siyasi iktidarlar da bu sivil toplum örgütlerinin görüşlerine ve projelerine değer verip onlardan çokça istifade ederler. Çünkü onlar tabandaki değişimleri, gelişmelerin ve talepleri olayın merkezinde hissetmekte ve yaşamaktadırlar.
STK’lar, gerektiğinde devletin ve siyasi iktidarın eksikliklerini dile getirerek tamamlamak için harekete geçer. Bazen de yanlışlıklarına karşı tavır alır, onları engellemeye çalışır. Bazen devletin yaptığı işlere katkı sağlar ve destek verir.
Siyasi iktidarlar yol haritalarını sivil toplum örgütlerinden aldıkları bilgilere göre çizmeleri gerekir. Yani sivil toplum kuruluşları, siyasi iktidarların önlerinde giderler. Onlara yol açarlar. Siyasi iktidarlar her şeyi bazen açıkça gündeme getiremeyebilirler. Bunları STK’ lar önce gündeme getirir, kamuoyunda olgunlaştırır yetkililerde uygun görürlerse gündemlerine alır, uygulamaya koyarlar. STK’lar siyasi iktidarların en önemli beslenme kaynaklarından biridir.
STK’lar zaman zaman bir yerlere angaje olmaya çalışıyorlar. Böylece, bir kısmı siyasi partilerden, iktidardan, bir kısmı yurtdışı ya da başka fonlardan destek alıyor. Bütün bu alınan destekler ve yardımlar onların özgürce düşüncelerine engel oluyorlar ve bağımsızlıklarına sekte vuruyor.
STK’lar kuruluş ilkelerine ve misyonlarına göre davranmak ve faaliyetlerde bulundukları sürece değer ifade ederler.
STK’lar çevresine ve dünyaya küresel bir vizyonla bakmalı, siyasi iktidarlarla sürekli iletişim içerisinde olmalı ama onun kontrolüne kesinlikle girmemelilerdir.
Bizde maalesef STK’lar yeni ve hala oturmamış bir vaziyette. Batıdaki gibi etkin ve yaygın değiller. Ayrıca ülkemizde sivil alan gittikçe daralmakta. Bunu etkisinde kalan birçok STK’lar, şeffaflıklarını ve özgürlüklerini kaybetmektelerdir.
Birçok STK’lar, başkanlarını bile zor değiştirebiliyorlar. Genellikle kazanımlarını kaybetmemek için yönetimleri yenilere bırakmıyorlar. Bu gibi kurumlar, genellikle sosyal, siyasi ve kişisel bir kazanç kapısı olarak görülüyor. İkbal ve istikbal için atlama taşı olarak kullanılıyor. Toplumun yeteri kadar sivil olmama sorunu varsa sebeplerinden biri de budur.
Bizde Sayın Cumhurbaşkanı, maalesef STK’ların birçoğunu hipnozladı. Artık özgür ve bağımsız düşünemiyorlar. Genellikle siyasi iktidarın ağzına bakıyorlar. Onun gündeme getirdiğini destekler, karşı çıktığına karşı çıkarlar. Hükümetin bazı uygulamaları kuruluş ilkelerine, inançlarına ve amaçlarına çok ters düşse bile artık bir önem ifade etmez. Artık o değerler kâğıt üzerinde kalmış yazılardan başka bir şey değildir. STK’lar siyasi iktidarlara yol göstermesi gerekirken siyasi iktidar onlara yol gösterir duruma gelindi. İtaat kültürünün kuşatması altında ezilip duruyorlar. İşin üzücü bir tarafı da bu ezilmişlikten şikâyetçi olmamalarıdır.
Çünkü onların bir kısmının yöneticileri, maalesef telkinlerle belirleniyor. Haliyle de onun yönlendirmesiyle kontrol edilir ve gündem oluştururlar.
Bizdeki STK’ ların en büyük sorunu maalesef sivilleşememe sorunudur.
Hükümetin ekonomik ve para politikalarında birçok çarpıcı yanlış uygulamaları var. Bu işi bilen, ekonomistler, akademisyenler, uzmanlar, siyasetçiler bu yanlış uygulamaları duyurmak için bağır bağır bağırıyorlar. Odalara, borsalara ve iş insanı derneklerine bir bakın, esas konuşulması gereken bu gibi durumlarda bunlarda tık yok. Yazık.
Peki bunun sebebi nedir? Önce, elde etmiş oldukları birtakım dünyevi kazanımları kaybetmekten korkarlar. İleride birtakım beklentileri olabilir düşüncesiyle onlara aykırı davranmak istemezler. Aralarındaki dostlukların bozulup, itibarlarının azalmasını riske edemezler.
Herhangi bir partinin sözcüsü gibi davranmayan, haksızlık karşısında susmayan, en yakını bile olsa yanlışa yanlış diyen, karşı mahalleden bile olsa doğrularını destekleyen bir erdemliler topluluğu STK’lar oluşturmak ideal olanıdır.
Ülke için; konuşan, eleştiren, uyaran, yanlışa engel olmaya çalışan, STK’lar hayati öneme haizdir ve sivil yönetimlerin olmazsa olmazdır. Muhalefet partileriyle birlikte iktidarların en büyük ihtiyacı ve yol göstericisidir.