Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 10-06-2012 13:46   Güncelleme : 10-06-2012 13:46

Bİlgi kaynaklarımız

Bİlgi kaynaklarımız

Dünyaya gelirken nasıl bir düşünsel yapı içerisinde olduğumuz, kazandığımız birtakım yetenek, bilgi ve bilinç düzeyinin doğuştan mı yoksa sonradan mı edinildiği gibi sorulara yanıt aramak insanlık tarihi kadar eskidir. Bazı felsefecilere göre boş bir kap olarak dünyaya gelen insan, burada yaşadıkları ile dolmakta ve ona göre şekillenmektedir. Bazı felsefecilere göre de canlı olarak var olduğu an, bir takım temel bilgilerle dolu olarak dünyaya gelmekte, zamanla bu temel üzerine diğer bilgileri bina etmektedir. Kısaca varoluşçuluk (egzistansiyalizm) olarak nitelenen ve insana değer verme temeli üzerinde şekillenen, öne sürüldüğü yıllarda ve günümüzde kitleleri etkileyen bu akım, daha sonraki süreçte bazı değişikliklerle de olsa varlığını sürdürmektedir.

 

Bu akımın öne sürülüşü her ne kadar Tanrıyı inkar etme süreci ile paralellik gösterse de, gelinen noktada Tanrıyı inkar etmeden de varoluşu açıklama noktasında katkıları olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla Tanrının varlığını inkarla başlayan “var oluşun kendinden olduğu; varoluşun özden önce geldiği varsayımına” alternatif olarak Tanrının var olduğu ve bu süreci işlettiği “özün varoluştan önce geldiği varsayımına” dayalı farklı iki görüşe kaynaklık etmiştir. Bu yaklaşımlar halen günümüzde devam etmekte ve edecektir de.

 

Bu tartışmanın gölgesinde pek çok tartışma yapıldığı gibi bilgi kaynaklarımızın da sorgulanması gündeme gelmektedir. Zira bilgi kaynaklarımız aynı zamanda bizi belirleyen temel faktör olarak kendini göstermektedir. Çoğu zaman farkına varmadan düşünce dünyamızı şekillendiren, pratik yaşamımıza yön veren, bizi biz yapan değerler bütününü belirleyen kaynaklar olmaktadırlar.

 

Modern bilimin geldiği noktada dahi tartışmalar devam etmekte, bilgi kaynaklarının neler olabileceğinin ayrımı yapılmaktadır. İnsanlık tarihi kadar eski olan sınıflandırmada bilginin kaynağının ilahi “vahiy” mi yoksa “akıl” mı olacağının tartışması sürgit devam etmektedir. Zaman zaman mutlak kaynak vahiy olarak kabul edilirken, zaman zaman öncelik vahiy olmakla birlikte aklın da vahye uyum sağlaması şartıyla kaynak olabileceği gibi yaklaşımlar olmuştur. Bunun yanında vahyi tamamen yadsıyan, sadece bilime dayalı aklın kaynak olabileceğini de vurgulayanlar olmaktadır. Bu tartışma veya kabuller sürgit devam edecektir. Sonuçta bu bilgi kaynaklarının belirlenmesi çalışması, insanoğlunun dünyasını belirleyen, onu varoluş mücadelesi içerisinde bir yere oturtmaya çalışan yaklaşımların yansımasıdır.

 

İnsanoğlu dünyaya gelmeden, yani varoluşundan önce özü belirlendi ise bunun ancak ilahi vahiy ile mümkün olduğu, dolayısıyla insanın bilgisinin temelinde vahyin olduğu ve vahiy desteğinin doğduktan sonraki yaşamında da kesintiye uğramadan desteklendiği demektir. Aksi durumda ise var olan insanın, bulunduğu biyolojik, ve sosyopsikolojik koşullar başta olmak üzere dışsal faktörlerce özünün sonradan oluşturulduğu bir ortam söz konusudur ki sonuçta boş bir varlık olarak dünyaya gelen kişinin amaca uygun veya mevcut koşullara göre doldurulması demektir. Kısacası maddeci yaklaşıma göre insan bu dünyada doldurulur ve vahiy diye bir bilgi kaynağı yoktur. Dinsel kökenli yaklaşımlarda ise insan doğumundan ölümüne kadar tüm yaradılış ve varoluş sürecinde ilahi vahiy ile kaplıdır ve tüm her şey buna göre şekillenir.

Bu iki yaklaşımın, vahyin varlığı ve belirleyiciliği dışında ortak olan sadece bir noktası vardır. Bu dünyada edindiğimiz ve bizi belirleyen tüm bilgiler ve bu bilgilerin kaynağı. Her ne kadar tüm bilgilerin kaynağı ilahi vahiy kökenli olsa da maddecilerin bu temeli reddetmesi vahyin olmadığı ve etkisinin bulunmadığı anlamına gelmez. Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz. Bir insanı öldürmek, ilahi vahyin gereği olarak yasaktır ve en büyük suçtur. Günümüzde de maddeci bakış açısına göre de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Oysa yaşamı bir bütün olarak ele aldığımızda aslanın ceylanı parçalaması veya bir canlının hayatta kalabilmek için diğer canlının parçalanmasına seyirci kalması ne kadar doğalsa bu olayın da doğal olarak kabul edilmesi gerekmekte idi. Çünkü fazladan yaşayan her canlı besin kaynaklarına ortak demektir. Bu da yetersiz beslenme veya hayattan daha fazla haz almanın önündeki en büyük engeldir. Ancak maddeci bakış açısı bile bu noktada bir açmaza girip her insanın canının kutsal olduğunu ve yaşatılmasının gerekliliğini savunmaktadır. İşte bu noktada, kabul edilmese dahi ilahi vahyin etkisi kendini göstermektedir. Bu nedenle temel bilgi kaynakları noktasında her ne kadar farklılık var gibi görünse de pratikte böyle bir fark görünmemektedir. Aksine vahiy kökenli kurallar, bilimsel olduğu kabul edilen bulgulara dayanılarak ortadan kaldırıldıkça insanlık daha da karmaşa içerisine itilmekte, mutsuz, umutsuz ve depresif bireyler oluşmaktadır.

Bilgi kaynakları noktasında üzerinde duracağımız kaynaklar, vahyin dışındaki bilimsel bilgi kaynaklarımızdır. Amacımız deneye veya bilimsel gözleme dayalı bilgi kaynaklarının felsefesini oluşturmaktan ziyade basit bir şekilde bilgi kaynaklarımızı ortaya koymaktır.

 

Her ne kadar binlerce yıldır bilimsel bilgi birikimi sağlanmış ise de, çocukluk ve gençlikten başlayarak her birey dünyayı yeniden keşfetmekte, mümkün olduğunca kendi yaşadıkları ile kaynaklarını oluşturmaya çalışmaktadır. Çoğu zaman ateşin yaktığını bilmek yetmemekte, anlayabilmek ve kabullenmek için yaşanması gerekmektedir. Yaşama olanağı olmayan durumlarda ise bilmek ile yetinilmektedir. Tıpkı İspanya’yı görmeden, sadece başkaları tarafından elde edilen bilgi ve gözlemlere dayanarak kabullenmemiz gibi. Gelinen bu noktada belirtebiliriz ki bilimsel bilgi kaynaklarımızın oluşturulmasına üç bilgi kaynağının etki etmekte olduğunu görmekteyiz. “Okuduklarımız, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz.”

 

Okuduklarımız önemli bir bilgi birikimi sağlamakta ve bilgi kaynaklarımızın temelinde yer almaktadır. Doğru veya yanlış bilgi her zaman ilk kaynağımız olmakta, yanlışlığı gözlem veya deneyimlerle ortaya çıkana kadar doğruluğu kabul edilmektedir. Gözlemler ise bilgi birikimimizde olmasa bile pratik hayatta karşımıza çıkan, doğrudan içinde olmasak bile tanıklık ettiğimiz olaylardır. Önemli bir bilgi kaynağımızdır. Yararlanma düzeyimiz bilgi birikimimiz yanında bilinç düzeyimiz ve muhakeme yeteneğimizle sıkı sıkıya ilişkilidir. Salt gözlemlerle bilgi birikimimize katkı sağlayabiliriz. Ama daha sonraki süreçte, yararlanma düzeyimiz çok düşük olacaktır. Sonuçta işlenmeden depolanan bilgi, sadece hafızaya yüktür.

 

Bilgi kaynaklarımız içerisinde en etkili ve en önemli yeri tutan kaynak, bireysel deneyimlerimizdir. Bizzat yaşadığımız, sonuçlarına katlandığımız, birebir etkisini hissettiğimiz, kısacası bizi biz yapan birikimimizdir. En değerli birikimimizdir. Deneyime bağlı bilgi ile konuşurken kendimizi büyük bir güvende hissederiz. İlahi vahyin bir boyutu olan bilginin bize yansıması olan deneyim, bize sunulan bir ilahi vahiydir aslında. Farkına varmasak da, kabullenmesek de sonuç değişmemekte, ilahi vahiy deneyimle tecelli etmektedir. Zaten ilahi vahyin bir kısmı, doğada var olan kurallar bütününün Tanrısal bildirilişinden başka nedir ki.

 

Olgunlaşan her meyvenin dalından yere düşmesi gibi insanoğlu da olgunlaştıktan sonra toprağa düşmektedir. Olgunlaşan bireyler ise kendi çaplarında okuma, gözlem ve deneyim ile bir düzeye ulaşmış, hayatı okuma ve anlama noktasında bir çizgi tutturmuş kişilerdir. Söyledikleri her sözde bir anlam, her davranışta bir mesaj bulunmaktadır. Boş görünen söz ve davranışlarda bile bir gizem vardır. Muhataplar ise kendi birikimleri doğrultusunda ve gücünde bu birikimden yararlanabilirler. Sonuçta olgunluğa erişmiş bu bireyler de herkes için bir bilgi kaynağı durumundadırlar. Çağımızda ise modernleşme sürecine ve dozajına paralel olarak fazla dikkate alınmayan kaynaktırlar.

 

Sonuç olarak vahyi, akıl yanında temel bilgi kaynağı olarak kabul etmememiz, “okuduklarımız, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz” kapsamında edindiğimiz bilgi birikiminin vahyin dışında ve vahye aykırı olduğuna işaret etmediği gibi vahyin kapsamından istesek de çıkamadığımıza işaret etmektedir. Zira bilimsel bilgi birikimi ile bugün yadsıdığımız şeyi yarın kabullenmek durumunda kaldığımız gibi, bugün kabullendiğimiz şeyi yarın da yadsıyabiliyoruz. Bu süreçte yaşantısı ve düşünce dünyası harcanmış insanlara karşı sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmek zorunludur. Ancak ne yazık ki günümüzde ufak bir bilgi kırıntısından yola çıkılarak insanların dünyası yıkılmakta, sonuçta bir özür ile her şeyin telafi edilebileceği düşünülmektedir. Bu noktada vahyin belirleyiciliği dikkate alınmalı ve süreç dikkatle gözden geçirilerek doğruya ulaşılmalıdır. Tıpkı insan öldürme örneğinde belirtildiği gibi pek çok olayda da günübirlik yaklaşım ve yorumlarla ulaşılacak çıktılar sorunu çözme bir yana daha da karmaşıklaşmasına yol açacaktır.

 

Aykırı ve farklı düşüncelerin önünü kesmeden, tartışma dünyasında her şeyin tartışılmasının önüne engeller koymadan süreci işletmek ve değerlendirmek esas olmalıdır. Vahyin otoritesi kabul edilmeden bile önyargılardan kurtulmuş bir düşünüş sisteminin varacağı nokta vahye ters bir nokta olmayacaktır. Zira “okuduklarımız, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz” çerçevesinde elde edilen tüm bilgiler de ters yorumlansa bile vahyin içindedir. Yeter ki sabretmesini ve düşünmeye devam etmesini becerebilelim.

adminadmin