Eğitim
Giriş Tarihi : 22-12-2013 14:44   Güncelleme : 22-12-2013 14:44

SENDİ(N)KA

Din-Bir Sen Genel başkanı Lütfi Şenocak geçen hafta Samsun’da sendikaya bağlı din adamlarının katıldığı bir toplantı düzenlemiş.

SENDİ(N)KA

Bu toplantıda Sayın Şenocak’ın yaptığı konuşmadan bazı bölümleri Akasyamhaber’de okudum.

 

Anladım ki dini faaliyetlerin icrası esnasında ortaya çıkan pek çok aksaklığın giderilmesinde sendikadan aktif bir rol beklemek beyhude imiş!

 

Ülkemizde dini hizmetlerin yürütülmesinde pek çok sorunla karşılaşıyoruz.

 

Zaman zaman camilerdeki yetersizliklerden, huşu ve huzurla ibadet edememekten, hopörler sesinin çok yüksek oluşundan, iç mekânın ışık ve sesle boğulmasından, mimari aksaklıklardan, kimi konulardaki özensizliklerden şikâyet ediyoruz

Şikâyet ediyoruz çünkü eskilerin tabiriyle "tahsil-i kemâlât kem âlât ile olmaz"

Yani eksik malzeme ile mükemmel ürün elde edemeyiz.

 

Bizim şikâyetimiz veya itirazımız toplumsal ve bireysel yapıda ibadet kavramının artık ruhunu kaybedip bir şekilsel ritüele dönüşmesinedir.

 

Eksi-kler

 

Minarelerin hemen yanı başında yükselen apartmanları düşünün ve bu apartmanlarda oturanları.

 

Müezzin hoparlöri sonuna kadar açmış, duvarlar, camlar bangır bangır iniliyor. O dairelerde oturan insanları düşünüyorum. Ezan sesi bu insanlara hatırlata hatırlata neyi hatırlatacak?

 

Ses sistemleri zaten çok güçlü, bu ayarları sonuna kadar açmanın anlamı ne?

 

Bu durumdan şikâyet etseniz size hemen “ezandan rahatsız mı oldun?” derler.

“Hayır ezandan değil ama okuyandan rahatsız olabiliriz” deseniz bunu lâfebeliği sayarlar.

 

Cami içi ses tsunamileri dışarıdan farksız. Hoparlör sonuna kadar açık, bir de okuyan bağırıyor. Mabet içinde desibel rekoru kırılmak üzere.

 

Bunlar bu yüksek volümlerle kime, neyi duyurmaya çalışıyorlar?

 

Caminin tam ortasındaki kubbeden aşağıya devasa bir avize sarkıtılmış, avize o kadar aşağıdaki cemaatin başına değdi değecek!

 

Peki, neden bu avize bu kadar aşağıda?

 

Çünkü Osmanlı camilerinde öyleydi.

 

Peki, onlarda neden böyleydi?

 

Çünkü o zaman elektrik yoktu, o muazzam boşluklar mumla ışıklandırılıyordu.

 

Mum ışığı da ne kadar aşağıda olursa o kadar geniş bir alanı aydınlatırdı.

 

Ya şimdi?

 

Zaten onlarca ampul avizeye takılmış, yaldır yaldır parlıyor, onu neden insan başı seviyesine indirirler ki?

 

Taklit bu kadar mı ironik olur, komik olur, hatta trajik olur!

 

Oysa maksat aydınlatmaksa - herhalde başka bir maksat yoktur!- üç-dört tane kuvvetli aydınlatma cihazı o iç mekânı mükemmel bir şekilde aydınlatamaz mı?

 

Böylece beyinlerimiz ve gözlerimiz de aşırı ışığın istilasından, yakıcılığından, dehşetli huzursuzluğundan emin olur!

 

Hutbe ve Özen

 

Hutbe, Cuma namazının olmazsa olmazıdır.

 

Hutbenin dinlenmesi ile ilgili o kadar katî hükümler var ki, onun önemini kat be kat artırıyor.


Orası bir vaaz yeri değildir, orası bir bilgi verme yeri de değildir.


Zannımca orası ibadetin, insan olmanın, toplum yaşamının, insan hakkının tam da özünün ne olduğunun insan ruhuna fısıldandığı yerdir.


Herkes pür dikkat dinlemektedir. İnsanın varlık macerasının ruhaniyetine dair kelamın makamıdır hutbe.


Bugün öyle midir?


İstisnalar her zaman bir tarafta durmak kaydıyla!


Hutbelerimiz o kadar özensiz hazırlanıyor ve o kadar özensiz okunuyor ki!


Türkçedeki vurgulama, tonlama bir yana.


Hutbenin Türkçe kısmı bitiyor, biter bitmez hoca efendi hemen bir yardım ilanını hutbenin peşine ekliyor.


Bu bir hitabet faciasıdır!


Bu, tam da pişmiş aşa su katmaktır.


Bir sözün bütünlüğü bitmeden başka bir söz öbeğine geçiş, iki söz grubunu da pespaye eder.


Hutbenin lahuti bir derinliği olmalıdır. İnsan sesi o metni okumada bütün ilahi müzikalitesi ile kullanılmalıdır.


Türkçe kısım etkili bir cümle ile sona ermeli ve Arapça bölüme başlanmadan çok kısa bir ses aralığı verilmeli, Arapça hitabe farklı bir ses tonu ile okunmalıdır.


Din-Bir Sen, Din-Bir Ben, Din-Bir O...


Öyle yapılmadığı için bunları yazıyoruz.


Peki, bu eksikliklerin düzelmesini kimden bekleyeceğiz?


İmamlarımızı, müezzinlerimizi, vaizlerimizi kim farklı eğitimlerle destekleyecek?


Diyanetin bizi ciddiye aldığı yok, daha doğrusu diyanetin bu işi ciddiye aldığı yok!

Artık ne iş yapmak için memurlarsa?

 

Sendikaların ne iş yaptığını hiç bir zaman anlamadım.

 

Yapılan faaliyetlere bakıldığında anladığım kadarıyla uğraşılan iş çalışanların haklarını korumaya ilişkin çalışmalarda bulunmak.

 

Haklarını korudukları insanların haksızlığına uğrayanları kimlerin koruyacağı ise tamamen meçhulümüzdür.


Yazının devamı için tıklayınız:


http://www.akasyam.com/kose-yazisi/761/sendinka.html

 

adminadmin