Islak

Servet ZEYREK

29-04-2022 15:10

Kapıyı sessizce tıklattı. İçeriden gelen ve duymakta zorlandığı "Gir" sesi sonrası kapının gıcırdama sesi eşliğinde odaya girdi. Masasında oturan ve bir şeylerle meşgul olan müdür yardımcısı, gelen kişi kim diye kafasını bile kaldırıp bakmadı. Müdür Yardımcısı elindeki evraklarla uğraşmaya devam ederken odadaki derin sessizlikle öylece kalakaldı bir süre odanın ortasında. Zaman sonra çekingen bir eda ve kısık bir sesle; "Geç kağıdı alacaktım" diyebildi. Kafasını masasından kaldırmadan işiyle ilgilenmeye devam eden müdür yardımcısı bir hışımla; " Geç kağıdı yok demedik mi? Vaktinde geleceksiniz okula, çık dışarı" diye payladı onu.

Kapının gıcırdama sesi eşliğinde sessizce çıktı odadan. Aslında kafasını kaldırıp baksaydı müdür yardımcısı, sicim gibi yağan yağmur altında okula yürüyerek gelmek zorunda olan, şemsiye ve kabanı olmadığı için sırılsıklam olmuş ve karşısında dal gibi titreyen çocuğu görecekti. Üstüne giydiği birbirine uyumsuz pantolon ve ceketin, birini abisinin diğerini de bir yakınlarının kullandıklarını ve artık üstlerine olmadıkları için onun giymek zorunda olduğunu, ayağındaki en az iki üç numara büyük ayakkabının da babasına geçici işçi olarak çalıştığı fabrikadan verildiğini bilmeyecekti ama yine de haline acıyacaktı belki de.

Müdür yardımcısı odasından sessizce çıktıktan sonra hızlı adımlarla sınıfının yolunu tuttu. Sınıfta derse geç kaldığı için tüm arkadaşlarının önünde fırça yiyeceğini ve ezilip büzülerek rezil olduğunu hissedeceğini bile bile adımlarını hızlandırıyordu. Hem belki çok hızlı giderse, öğretmenini henüz derse başlamamış olarak bulacak ve küçük bir ihtimal de olsa öğretmenin de eşref saatiyse eğer fırça yemekten kurtulacaktı. Sınıfın kapısına kadar geldi ve alelacele kapıyı çaldı. İçeriden gelen "Gir" sesi sonrası hızlıca içeri girdi. Karşısındaki İsmail Hocasıydı. Halbuki ders, öğrenciler arasında sertliği ve tavizsizliğiyle tanınan Ömer Hoca'nın olmalıydı. Ders programına yanlış mı bakmıştı, yoksa ders programı mı değişmişti de onun haberi olmamıştı; bunların bir önemi de yoktu aslında. Karşısında Ömer Hoca değil de babacan tavırları, zorluklar içerisinde okuyarak öğretmen olduğu belli olan ve belki de o nedenle halden anlayan tutumuyla İsmail Hoca'sını görünce ferahladığını hissetti birden. İsmail Hoca, onu sırılsıklam olmuş ve titrer halde görünce neden geç geldiğini dahi sormadan gürül gürül yanan sobanın yanında oturan bir arkadaşını kaldırarak hemen sobanın yanına oturttu. Yoklamayı da henüz almamıştı ve onu yok yazmayacaktı. İsmail Hoca hep böyle yapardı zaten. Öğrencilerin bir kısmının yaya olarak veya bisikletleriyle civar köylerden şehirde bulunan okula geldiklerini bildiği için ilk dersin yoklamasını on dakika geç alırdı hep. O gün de öyle yapmıştı.

Usulca yanına yaklaştı İsmail Hoca öğrencisinin. Neden geciktiğini sordu. Aslında her zamanki vaktinde çıkmıştı yola o gün de. Yola çıktığında hafiften yağmur çiseliyordu. Yanına şemsiyesini almamıştı. Zaten alsa da ne olurdu ki o şemsiyeden? Telleri kırık, ilk rüzgarda geri dönen çalı süpürgesi gibi bir şeydi. Kabanı olsa belki onu giyerdi üstüne ama o da yoktu. Yağmur hızlandıkça o da hızlanmaya çalışmıştı ama nafile... Yağmur iyice artmış ve ıslanmıştı bile çoktan. Yolda bir araba rastlasa da beni de alsa diye de geçiyordu içinden ama kimde araba vardı ki bu devirde? Herkes zaten kıt kanaat geçinebiliyordu. Öğretmenlerinin bile çoğu okula yaya veya bisikletleriyle geliyorlardı. Hızlanmaya çalışan da sadece o değildi üstelik. Yanından hızla geçen bir araba yolun kenarında biriken suları kafasından aşağı bir kova suyu boca edercesine boca etmiş ve onu daha da sırılsıklam hale getirmişti. Yağmurda ıslandığı yetmiyormuş gibi bir de arabanın yaptığı üstünde neredeyse kuru yer bırakmamıştı. Ne olup bittiğine dahi bakmayan şoför basıp gitmişti. Arkasından bakakaldığı arabayı sanki tanıyacak gibiydi bir yerlerden ama şimdi bunu düşünmenin hiç de sırası değildi. Hem tanısa bile neye yarardı ki; sırılsıklam olmuştu bir kere. Bütün olup bitene şahit olan fırıncı, onu fırına çağırmış ve birazcık ısınmasını söylemişti.

Fırında üstünü değiştirebileceği bir şeyler de yoktu. Hem olsa bile değiştiremezdi de zaten. Çünkü okula farklı kıyafetlerle gidenleri almıyorlardı. Kıyafetin rengine çok dikkat edilmese bile ceket, pantolon, gömlek ve kravat muhakkak olması gerekenlerdi. Fırında biraz ısınmış ama hala üstü ıslaktı. Bir müddet sonra fırıncıya saati sordu. Dersinin başlamasına on dakika kaldığını fark edince hemen fırından ayrıldı ve hızlı adımlarla okulun yolunu tuttu. Geç kalacağı besbelliydi. Fırında epey zaman kaybetmişti ve okula en az yirmi dakikalık daha yolu vardı. Adımlarını daha da hızlandırdı. O adımlarını hızlandırdıkça sanki yağmur da hızlandırılıyordu. Ya da ona mı öyle geliyordu? Normal zamanda yirmi dakikada alacağı yolu, sırtındaki kitap, defter, atlas, flüt, iletki takımının bulunduğu ve eşofman takımlarının da tıka basa üstüne basalandığı çantasına rağmen on beş dakikada almıştı. Çantasında öğretmeninden her ders getirmediği için azar yediği spor ayakkabıları yoktu, belki onlar da olsa çantası daha da ağır olabilirdi ama zaten spor ayakkabıları hiç olmamıştı ki...

Okulun kapısından girer girmez hızlı adımlarla müdür yardımcısının odasına gitmiş oradan yediği azarla hızlıca sınıfına gelmişti. Ders başlayalı henüz beş dakika olmuştu. İsmail Hoca bütün olup biteni dinledikten sonra onun sobanın başında biraz daha ısınmasına müsaade ederek dersine devam etti. İkinci ders de İsmail Hocanındı. İkinci derste de ona sobanın hemen yanında oturması için müsaade etti hocası. Zaten teneffüste de hiç ayrılmamıştı sobanın başından. Hocası sayesinde mutlak bir hastalıktan kurtulmuş, titremesi kesilmiş, nispeten de olsa üzerindekiler kurumuştu.

Ders sırasında yağmur kesilmiş ve güneş yüzünü göstermeye başlamıştı. Hava da öyle çok soğuk sayılmazdı. Havanın ısınmaya başlaması sebebiyle sobaya da odun atılmamış ve soba sönmeye yüz tutmuştu. Öğrenciler idare tarafından öyle tembihlenmişlerdi. Eğer hava güneşli olursa gün içerisinde sobaya odun atılmayacak, böylece sınırlı olarak alınabilen yakacakla kış çıkarılacaktı.

Dışarının ısındığını düşünerek ve biraz da güneşlenir, hava alırım düşüncesiyle arkadaşlarıyla beraber dışarı çıktı. Güneşin sıcaklığı üstüne vurdukça hoşuna gidiyordu. Bahçede öğrenciler o yana bu yana koşuşturuyor, bazıları da aralarında oyunlar oynuyorlardı. Bir grup sahanın her tarafı çamur içerisinde olmasına ve teneffüsün on dakika gibi kısa bir süre olmasına rağmen topun peşinde koşmaktan kendilerini alamıyorlardı. Arkadaşıyla kol kola girmiş bahçede gezinirken öğretmenlerin araçlarını park ettikleri alana doğru yürüdüler. O zamana kadar hiç dikkatli bakmadığını düşündü arabalara. Oysa ki bazı arkadaşları arabaların yanlarına kadar sokulur, kaç km yaptıklarına bakar; "Oğlum, Ahmet Hoca'nın arabası 200 basıyormuş" gibi sözler ederlerdi birbirlerine. Onun hiç öyle hayalleri ve merakları olamamıştı.

Araçların yanından geçerken birden arabalardan birine dikkat kesildi. Evet, bu o arabaydı. Sabah onu ıslatan ve arkasına dahi bakmadan basıp giden araba buydu. Onu tanımıştı. Nasıl yani? Onu sırılsıklam eden ve arkasına dahi bakmadan çekip giden öğretmenlerinden biri miydi? Yanındaki arkadaşına arabayı göstererek, arabanın kimin olduğunu bilip bilmediğini sordu. Araba, sabah ona geç kağıdı vermeyerek odasından kovan müdür yardımcılarınındı...

Servet ZEYREK

 

 

 

 

 

 

   

DİĞER YAZILARI Siyonizm’den Daha Tehlikelisi Siyonist - Evanjelist İttifakı 01-01-1970 03:00 Gazze, Ah Gazze Dün Sreprenitsa, Bugün Gazze... 01-01-1970 03:00 “I Love Me” Mi? 01-01-1970 03:00 Hikâyecinin Hikâyesi 01-01-1970 03:00 Hicretin Altyapısını Hazırlayan Sahabî 01-01-1970 03:00 Sorumluluk Bilinci 01-01-1970 03:00 Son Günlerde Değersizleştirilen İki Dinî Kavram: Şükür ve Sabır 01-01-1970 03:00 40 01-01-1970 03:00 Moda Karşısında Müslüman'ın Tavrı 01-01-1970 03:00 Haz, Mutluluk, Huzur 01-01-1970 03:00 Kur’an’ın ilk emri “oku” mu! 01-01-1970 03:00 Eşik 01-01-1970 03:00 Bir Başka Açıdan Arz-I Mevûd (Vadedilmiş Topraklar) 01-01-1970 03:00 Osmanlı'nın Son Dönem Ulemasından Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi 01-01-1970 03:00 İslamcılık Ve Türk Dünyası 01-01-1970 03:00 Mevlid-İ Nebi Haftası Ve Peygamberimizin Örnekliği 01-01-1970 03:00 Hız Ve Haz Çağının Popüler Akımı: Deizm 01-01-1970 03:00 Edebiyatımızın Kayıp Yılları: Wattpad Edebiyatı 01-01-1970 03:00 Kurban: Rabbine Yaklaşma 01-01-1970 03:00 #İyikiVarsınEren 01-01-1970 03:00 Teog Tercihleri Ve Samsun'da Yeni Tip Okullar 01-01-1970 03:00 Her yer imam - hatip mi oldu? 01-01-1970 03:00 Türkiye Dindarlaşıyor Mu? 01-01-1970 03:00 Şaban Kuzgun'un Şahsiyeti ve İlim Dünyasına Katkıları 01-01-1970 03:00 Sadece Bir Ay… 01-01-1970 03:00 Çarşamba'yı Sel Aldı 01-01-1970 03:00 Dil, Değişim Ve Yabancılaşma 01-01-1970 03:00 Evlendir/Me/Me Programları Veya Algı Yönetimi 01-01-1970 03:00 Çarşamba'yı Sel Aldı Türküsünün Hikayesi 01-01-1970 03:00 Helal Sertifikası Almak 01-01-1970 03:00 Bir Temcit Pilavı Hikayesi: Hukuk Fakültesi'nin Samsun'a Taşınması 01-01-1970 03:00 Çarşamba Doğumlu Milletvekili ve Senatörler 01-01-1970 03:00 Ego, Sekülerizm, Çıkmaz ve Mutluluk 01-01-1970 03:00 Geç Kalmış Bir Yazı Dayım İbrahim Kartal 01-01-1970 03:00 Çarşambamızın Önemli Değerlerinden: Şaban Kuzgun 01-01-1970 03:00 Var mıdır, hacer gibi ana? 01-01-1970 03:00 Çarşamba Talle Ve Yer Isimlaa (Çarşamba Tarla Ve Yer Isimleri) 01-01-1970 03:00 Cemaat Ve Tarikatlar 01-01-1970 03:00 Allah Rızası Anonim Şirketi 01-01-1970 03:00 Yeni Paralel Yapılar İhtimali 01-01-1970 03:00 Rtük ne iş yapar? 01-01-1970 03:00 Âdem Abi… 01-01-1970 03:00 Sofuzade Seyyid Hasan Efendi ve ‘Mecmâ’ûl Âdâb’ Adlı Eseri 01-01-1970 03:00 ŞİDDET VİDEOLARINI ANLAMA KILAVUZU 01-01-1970 03:00 İSLAMCILIK VE TÜRKLER 01-01-1970 03:00