Milletimiz içerisinde kreşlerden, anasınıflarından itibaren çocuklarının yabancı dil öğrenmesi için çaba sarf edenler var.
Devlet okullarında ikinci sınıftan itibaren zorunlu hale gelen yabancı dil -ki genelde İngilizce- neredeyse tüm eğitim kademelerinde ve sınıf düzeylerinde var. Bazı eğitim kurumlarında birden fazla yabancı dil okutulduğunu da görmek mümkün. Hatta bazı okulların eğitim dilinin tamamının yabancı dillerde olduğunu da biliyoruz. Bu kadar uzun yıllar yabancı dile maruz kalan çocuklarımızın ve gençlerimizin yabancı dilleri ne kadar öğrenebildikleri de ayrı bir konu esasında.
Bireyin ana dili olmayan bütün diller onun için yabancı dil mesabesindedir. Bazı coğrafyalarda yaşayan bireyler ana dilinin yanında bu ülkelerde kullanılan resmi dil veya dilleri de öğrenmek durumunda kalabiliyor. Esasında farklı bir dili öğrenmek, dili öğrenenin zararına değil. Nitekim ‘bir lisan bir insan, iki lisan iki insan’ denilmiş.
Peygamberimizin hayatını incelediğimizde onun kendi konuştuğu dil olan Arapça haricinde başka bir dil bildiğine dair elimizde bir bilgi yoktur. O dönem Arap Yarımadası'nda farklı milletlerden insanlar yaşıyorlardı, muhakkak ki kendi aralarında konuştukları farklı diller de mevcuttu. Araplar ticaret için gittikleri yerlerde farklı dillere muhakkak muhatap oluyorlardı. Peygamberimiz döneminde ticaret için gidilen bölgelerde yaşayan ve farklı dil konuşan kişilerle münasebet kurabilmek maksadıyla o dilleri bilen insanlar toplumda muhakkak olmalıydı. Yine Mekke ve Medine'ye farklı milletlerden köle olarak gelen İnsanların olduğu bilinmektedir. Meşhur sahabilerden Selman-ı Farisî'nin fars yani İranlı idi ve mutlaka Farsça biliyordu. Yine meşhur sahabilerden Bilal-i Habeşî Habeşistanlıydı ve muhakkak ki habeşçe biliyordu. Yani peygamberimizin ilk muhatap kitlesi içerisinde farklı diller konuşabilen insanlar da vardı. Peygamberimizin yaşamının son yıllarında siyasi anlamda devletin sınırları büyümüş ve İran, Bizans sınırına kadar dayanmıştı. Arap Yarımadası’nın tamamı Müslümanların kontrolüne geçmişti. Bu geniş coğrafyada farklı milletlerin ve haliyle farklı dillerin de olduğu bilinen bir gerçektir.
Ayrıca peygamberimizin sahabeden bazısını dil öğrenmesi konusunda görevlendirdiğini de görmekteyiz. Toplamda altı dil bildiği rivayet edilen ve ‘Peygamberimizin Tercümanı’ namıyla şöhret bulan sahabi Zeyd Bin Sabit’ten Yahudilerle yapılacak yazışmalarda, kendisine yardımcı olması için peygamberimizin ibranice veya süryanice öğrenmesini istediği ve Zeyd b. Sabit'in kısa sürede bu dili öğrendiği bilinmektedir.
Peygamberimizin isteği ile İslam'a hizmet etmek maksadıyla farklı bir dil öğrenen sahabenin sevaba girdiği muhakkaktır ve bu fiili Peygamberimizin isteği ile yaptığı için de bu davranışı sünnet diye nitelendirebilir. Peki, şu an yabancı bir dil öğrenmek sünnet ve bu davranışta bulunan kişiye sevap verilir, denebilir mi? ‘Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah (cc) ve Resûlü (sas) için hicret ederse, hicreti Allah (cc) ve Resûlü’nedir (sas). Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir." (Müslim, İmâre, 155; B1 Buhârî, Bedü’l’vahy, 1) hadisi mucibince eğer İslam'a hizmet etmek maksadıyla bir insan yabancı dili öğreniyorsa sünnet bir davranışı gerçekleştiriyor ve bu davranışından dolayı sevap kazanacaktır denebilir. Fakat kişinin bunu yaparken ki niyeti bir dünyalık elde etmek, para kazanmak vb. ise o da bu amelinin karşılığını niyetindekine göredir.