Laiklik kısaca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin dine dinin de devlete karışmaması diye tanımlanıyor.
Türkiye anayasada belirtildiği üzere laik bir ülkedir.
Laikliğin ülkemizde ve dünyanın çeşitli yerlerindeki uygulanış biçimleri yıllarca tartışılmış, devletlerin veya bireylerin laik olup olamayacakları üzerine dünyanın pek çok yerinde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Biz yazımızda bu tartışmalar ve uygulamalar üzerinde durmayacağız.
Dinimiz İslam, bireyin her anını kuşatan bir dindir. Mükellefiyet çağına gelmiş her Müslüman'ın günlük hayatında uyması gerekli olan kurallar vardır. Müslüman, yaşamı içerisinde her an helal - haram çizgisine riayetle sorumludur. Günün yirmi dört saatinin her anı için söyleyecek sözü olan İslam, müntesibi olan Müslüman'ın nefes alıp verdiği her anını kendisi düzenlemek ister. O nedenle Müslüman, her anının Allah'ın bilgisi ve gözetiminde olduğunu bilir ve ona göre yaşamaya gayret eder.
Hayatın her alanını ihata eden İslam'ın günlük yaşam içerisinde Müslüman'dan beklentisi sadece namaz, oruç, sadaka vb. gibi ibadetler değildir. Allah'ın istekleri doğrultusunda bir hayat yaşanırsa hayatın her anının ibadet ediyormuşçasına yaşanabileceğini belirten bir dindir İslam dini. Dinimizde salih amel (amel-i salih) diye isimlendirilen kavram, Rabbimizin rızası için yapılabilecek tüm davranışları içeren bir kavramdır. Yani Allah'ın rızasını önceleyerek hayatını idame eden bir bireyin hayatının her anı ibadet hükmünde olabilir. O nedenle İslam dini, sosyal bir dindir, hayatın içerisinde yaşayan bir dindir.
İslam dini, belli mekanlara ve zaman dilimlerine hapsedilemeyecek bir inanç sistemidir. Sadece benim kalbim temiz denilerek helal ve harama dikkat etmeden yaşanacak bir hayatın anlamı olamayacağı gibi ibadetleri sadece belli mekanlara veya belli zaman dilimlerine hapsederek ilke ve düsturları sosyal hayata yansıtılmayan İslam'ın da Allah'ın vaz ettiği din olamayacağı muhakkaktır. İslam sadece namaz, oruç, hac, zekat vb. temel ibadetlerden ibaret bir din olmayıp; İslam'ın ilk ve en doğru uygulayıcısı olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) hayatı da sadece bu temel ibadetlerden ibaret değildir. İslam Müslüman'ın ticaretine, eğitimine, ev yaşantısına, komşusuyla olan ilişkisine, ailesiyle olan münasebetine, arkadaşlıklarına, giyim kuşamına, yiyip içtiklerine, konuştuğu sözlere, iş hayatına ve hayatının diğer tüm alanlarına da sirayet etmelidir. Rabbimiz Ankebut suresinin 45. ayetinde namazın insanları fenalıktan ve çirkin işlerden alıkoyacağını belirtmektedir. Bu da demek oluyor ki; namaz kılan bir kişi, çirkin işleri yapmaya devam ediyorsa, mesela ticaretine hile karıştırıyorsa, tesettürüne dikkat etmiyorsa, yalan konuşup insanları kandırıyorsa, kıldığı namazın üzerinde bir etkisi yok demektir.
Çok hızlı akan bir çağda yaşıyoruz. 'Hız ve haz çağı' diye de tanımlanan günümüz yaşantısı içerisinde Müslüman olduğunu ifade eden bireylerin de sanki İslam'ı zihnen ibadetlerini yerine getirdiği zaman dilimlerine veya ibadetlerini yerine getirdiği mekanlara hapsetmeye meylettiğini görmekteyiz. Günün yirmi dört saatini ihata eden o din telakkisi zihinlerde yok gibi bir hayat sürülmekte. Günün koşuşturmacası içerisinde veya teknolojik cihazlarla beraber hayatımıza çok hızlı bir şekilde giriş yapan ve günümüzün önemli bir kısmına kurulan diziler, programlar, sosyal medya mecraları gibi alanlar ibadetlerimizi dahi sakat hale getirmekte. Oysa ki Müslüman, domuz eti yememeye gösterdiği özeni kul hakkı yememeye de, sakız çiğnemenin orucu bozup bozmadığını sorguladığı kadar ölmüş kardeşinin etini çiğnemenin dindarlığını bozup bozmadığını da düşünmelidir. Sanki günümüz Müslüman'ı zihninde bazı şeyleri ayırmış gibi bir izlenim vermekte. Sanki Allah (haşa) hayatın veya günün bir bölümüne karışmıyormuş veya karışmamalıymış gibi bir yaşam sürülmekte bazı Müslümanlarca. Bu anlayışı biz 'Zihinsel Laiklik' diye tanımlasak, bilmem yanılmış olur muyuz?