Tarih
Giriş Tarihi : 10-03-2012 12:25   Güncelleme : 10-03-2012 12:25

Bir daha böyle belgeseller çekilmesin!

Yapımcılığını merhum Ahmet Şişman’ın üstlendiği ‘Onların Öyküsü’ belgeseli, başörtüsü mücadelesini gözler önüne seriyor.

Bir daha böyle belgeseller çekilmesin!
2002 yılında çekilen “Onların Öyküsü” adlı başörtüsü belgeseliyle, 12 Eylül’den itibaren başörtüsü mücadelesi verenlerin, belki de günümüze değin süren serüvenine şahitlik yapıyoruz. Dileyenler internetten belgeseli aratıp izleyebilirler. Zira üzerinden hayli zaman geçtiği için temini zor olabilir.

Belgeseli ne zaman izlesem gözyaşlarıma hâkim olamıyorum. Her birinin hayat hikâyelerini bizzat kendi hissiyatlarından, üzerinden geçen onca zamana rağmen titreyen sesleriyle anlatmalarından, unutamadıklarımız tekrar canlanıyor gözlerimizin önünde. Belgeselin yönetmenliğini İshak Buhar, yapımcılığını ise böyle faaliyetlerde imzasını görmeye alıştığımız bir isim olan merhum Ahmet Şişman yapmış. Bir kez daha rahmet dileyelim ona ve seslendirmeyi yapan güzel sesli insan merhum Sacit Onan’a da elbette.

O direnç ve tavizsiz duruş hürmete layık

Bir ucuyla her birimizi kuşatan ve acıtan bir mesele. Tam bittiğini düşündüğümüzde bile farklı maskelerle karşımıza çıkartıp en umulmadık yerde size çelme takılabiliyor. “Onların Öyküsü”nü izlediğinizde neredeyse her meslekten başörtülü hanımların ve birçok mesleğe dair hayalleri olan başörtülü öğrencilerin yaşadıkları onur kırıcı ve anlamsız olaylar zinciri karşısında gösterdikleri içten gelen o dirence ve tavizsiz duruşa hürmet göstermeden edemiyorsunuz. Ah! Bir de birlik olabilseydik, kimse duramazdı karşımızda ya neyse!..

Öyküler 12 Eylül sonrası akademik hayattan uzaklaştırılan ilk başörtülü kadın olan kimyager Nebahat Koru’yla başlıyor. Alanında birçok araştırmalara imza atmış olmasına rağmen, sadece başörtülü olduğu için çok sevdiği mesleğini bırakmak zorunda kalıyor. Ardından avukat Özlem Topal, “değişen nedir ki? Ben bir arkadaşımın davasında şahit iken başörtümle mahkeme salonuna girebiliyorum da, cübbem üzerimdeyken o mahkeme salonuna alınmıyorum” diye soruyor. Biz de soruyoruz, evladımızın okuluna her gidişimizde veli olarak, hademe olarak başörtüsüyle bu okula giriliyor da niçin öğretmen veya idareci vasfını kazanınca girilemiyor?!

Türkiye’den Viyana’ya mecburi istikamet!

Peki, ya tahsillerini tamamlamak için yurt dışına gitmeye mecbur bırakılanlar… Melek Paşalı’nın deyimiyle “modernleşmenin çıktığı yere yani Türkiye’de yaşanan sorunun asıl kaynağına gitmek”, taleplerinin dışında olsa da değerlendirildiği takdirde cazip olabilirdi. Nitekim oldu da, mimarlıkta, tıpta, uluslar arası ilişkilerde vs. okuyan birçok başörtülü genç kız “ülkelerinde” bitiremedikleri okullarını başka başka ülkelerde, özellikle Viyana’da tamamlayabilmek için sefere çıktılar. Ve ilahiyat fakültesini, imam hatip lisesini dahi başörtüsünü açmamak için bırakanların öyküsünü merak ediyorsanız “Onların Öyküsü”nde her biri mevcut.

O da bir başörtüsü mağduru!

Son öykü ise hakikaten trajikomik ama bu ülke böyle bir yer işte. Başörtüsü yasağını protesto ettiği için kendi deyimiyle “susan bir hoca olmak yerine konuşan bir emekli olmayı seçtiği için” zoraki emekliliğe ayrılan Hayrettin Karaman. Karaman Hoca tüm bu olaylar sonucunda öfkelendiğini, kızdığını, üzüldüğünü ama asla ümitsiz olmadığını ve her zaman da ümitvar konuşmalar yapıp, yazılarında da buna riayet ettiğini söylüyor. Aynı zamanda mücadele azminin de güçlendiğini ifade ediyor.

Her yeni bir olayda yaramız tazeleniyor, acımız derinleşiyor. Anladık, tarih tekerrür etmekte ısrarlı da bizler ne zaman ibret alacağız acaba?
 
Kebire Gündüz /dünyabizim.com
adminadmin