"İşte hiç mümkün müdür ki, hayat verme ve idareye ve
şu terbiye ve iaşeye, beslemeye;
o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden,
talepleriyle kuşatan, bir ilm-i muhitin,
her tarafı kuşatan ilmi ile ve
o orduyu bütün levazımatıyla,
lüzümlu ve gerekli maddeleri ile idare eden,
bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin,
müdahale edebilsin,
onda hissesi olsun?
Yüz binler defa hâşâ!.. "
"Evet, Hayy u Kayyum'un, ezelden ebede kadar devamlı var olan, hayat sahibi Allah’ın CC,
hadsiz ordularından,
her bahar mevsiminde yeni silah altına alınmış,
gaibden gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz.
Şu orduya bakıyoruz ki: Nebatat, bitkiler taifelerinden iki yüz binden ziyade ve
hayvanat milletlerinden yine yüz binden fazla,
çeşit çeşit muhtelif kavimler görüyoruz.
Her bir milletin,
her bir taifenin elbisesi ayrı,
erzakı ayrı,
talimatı ayrı,
terhisatı ayrı,
silahları ayrı,
müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde;
bir kumandan-ı a'zam hadsiz kudret ve hikmetiyle ve
nihayetsiz ilim ve iradesiyle,
bitmez rahmetiyle,
tükenmez hazinesiyle,
hiçbirini unutmayarak,
şaşırmayarak,
karıştırmayarak,
geciktirmeyerek ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyade milletleri ve taifeleri,
kemal-i intizam ile
tamam-ı mizan ile
vakti vaktine ayrı ayrı erzaklarını,
ayrı ayrı elbiselerini,
ayrı ayrı silahlarını vererek,
ayrı ayrı talimat yaptırarak,
ayrı ayrı terhisat ettiğini,
gözü bulunan bilmüşahede görür ve
kalbi bulunan biaynelyakîn tasdik eder. "
Yani hayat veren yalnız odur.
Öyle ise her şeyin Hâlık'ı, yaratanı dahi yalnız odur.
Çünkü kâinatın ruhu,
nuru,
mâyesi,
esası,
neticesi,
hülâsası hayattır.
Hayatı veren kim ise bütün kâinatın Hâlık'ı da odur.
Hayatı veren elbette odur,
Hayy u Kayyum'dur. " (6/256)