Yargı denilince akla Hakim, Savcı ve Avukat gelir, ama halkın bir derece kendine yakın hisettiği yargı mensubu Avukattır.Keşke bütün Hakimler ve Savcılar Avukatlık meseleğinde geçselerdi.
Elbetteki adaletin tecelli etmesi için herşeyin başı olan yasalar ve anayasa gelir. Ancak Yargıçın takdiri de, Savcının olur olmaz meselelerde dava açması, mutalaa vermesi de, özellkle Avukatın davaya yaklaşımı da her biri adaletin tecellisinde ayrı bir yere sahiptir.
Hani Alev Alatlı’nın bir sözü var;“her yasal hak helal olmayabilir” diye, bu ifade son yılarda kabullenir düzeyde kullanılmaya başlandı. Bu münasebetle Avukatların davalarına bu şekilde yaklaşmaları gerekir diye düşünüyorum.
Mesela 6284 numaralı yasa adaletin tecelli etmesinde yetersiz olduğu için toplumsal huzurun kaçmasına, cinnet ve cinayetlerin meydana gelmesine sebep oluyor, bu yasanın islahı özellikle Meclisin işidir, İstanbul Sözleşmesi kalktığı halde hala olduğu gibi duruyor olması Meclisin kusurudur. Hal böyleyken bu yasanın uygulama tarzının hafifletilmesi Savcı, Hakim, Avukat üçlüsünün davayı ele alma biçimine bağlıdır.
Avukat bir davayı ele alınca yapabileceği iki şey var; mümkünse müvekkilinin beraatını sağlamak, ya da cezasını hafifletmek, ikincisi müvekkili haklıysa haklılığını ispat edebilmektir.
Ama bunu yaparken hakkaniyet ölçüsüne dikkat edip ne sahte delillere, ne de yalancı şahitere tenezzül etmemelidir.
Tabi Avukaltığın zor tarafı da şudur; sanık beraat olsa genellikle “ifademle beraet oldum” der, ceza yerse de “avukat üzerine düşeni yapmadı” yorumları yapılıyor. Halbuki savunmada kullanılan bir cümle, ya da kücük bir delil müvekkili daha ağır bir cezadan kurtacağı gibi beraatine de sebep olabilir.
Yıllardır Yargı adına benim bir fikrim var; diyorum ki 7 yıl başarılı Avukatlık yapanlardan makul bir sınavla Savcılar atansın, en az 3 yıl Savcılık yapanlardan da Hakimler seçilsin. Dolayısıyla olayları bilen, dosya tecrübesi oluşan, Avukatı daha iyi dinleyen Mahkeme Heyeti karşımıza çıkar bence.
Şu andaki dikey atama yerini yatay atamaya bıraksın, böyle önemli görevlere uçarak değil sürüne sürüne çıkılsın, işin içine emek ve kıdem katılsın düşüncesindeyim.
Ayrıca mahkeme salonunun yerleşim planına göre Cumhuriyet Savcısı Cumhurun Avukatının hizasında oturmalı, öyle üstten mahkeme salonuna bakması psikolojik bir üstünlük hissettiriyor.
5816 munaralı yasanın nasıl da öküzün altında buzağı arar tarzında uygulandığını bir çoğumuz biliyoruz. Mesela bu yasanın hala yürülükte olması kendi başına Adalet adına bir sıkıntıdır. Mustafa Kemal döneminde olup biten hadiseleri açık yürekilikle ortaya koyanlar olmuyor, çünkü o dönemin eleştirisi de sağa sola çekilerek Atakürk’e hakaret sınıfında değerlendirilebilir.
Bu ülkede öyle yanlış teamüller varki, niye bir türlü tedavülden kalkmıyor anlaşılır gibi değil.
Mesela belli günlerde devlet erkanının Atatürk’ün heykeline selam vermesi gibi. Şimdi soruyorum Atatürk’ün heykelinin Atatürk’le bir alakası var mı? Ama 5618 numaralı yasayla bunu ele alan çıkabilir. Savcı bir niyet okur, gel de pençesinden kurtul, kurtulabilirsen.
Bütün bu ahval ve şarait içinde Avukatlık mesleğinin varlığı vatandaş olarak insana güven veriyor.
Bu duygular içinde Avukatlık gününü tebrik ediyorum, ama Baro Yönetiminin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini müdafaa etmesini de Avukatlara bir haksızlık olarak görüyorum. İşte teamüller dediğim bu, kim niye bu yanlışlara imza atıyor? anlamakta zorlanıyor insan.
İşiniz zor Avukat vatandaşlarım, kolay gelsin.
Vesselam.
Eyüphan Kaya
İnsan Hakları Cemiyeti(İHC) Genel Sekreteti