Çınar Ağacı

İlknur ESKİOĞLU

02-11-2020 07:40

“Hangi güzel yüz ki toprak olmadı, hangi tatlı göz ki yere akmadı.” beytini, İmam-ı Âzam’ın  öğrencisi Davud-i Taî, ölen kişinin ardından mersiye, ağıt söyleyen bir kadın şarkıcıdan duyunca, dünyaya karşı sevgisi köreliveriyor birden. Mâziye başını çevirdiğinde, yaptığı hataların muhasebesini tutuyor defterine.

   Âdem işte anlıyor bir şekilde hayatın cilvesini Davud-i Taî misali. Her bir gönlün hanesine, ayrı bir kapı tokmağı tıklıyor da çekidüzen veriyorsun kendine. Ayağa kalkıp kapıyı açtığında, dünyaya meylin de azalıveriyor birdenbire. Çünkü gelen konuğu, sen hane sahibi olarak buyur etmiyorsun hanene. O, buyur ediyor ebedi hanesine cânının cânânını. O zaman idrak ediyorsun bir kere daha; topraktan gelenin, ‘en bâkî dostunun' TOPRAK olduğunu!

...

   “Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü kör oldum/ Yıkadılar aldılar götürdüler/ Babamdan ummazdım bunu.”

   Hanenin direği, temel taşı, gizli kahramanı BABA! Sevgisini her dem içinde yaşayan, gölgesinde bile ayrı bir ahengin mihenk taşlarıyla, gözleri kamaştıran koca çınar! Kapıyı tıklayanın alıp götürdüğü BABA, devrilen koskoca çınar olunca, bu hengâmenin, enkazın altında kalakalıyorsun. Vücut başsız olur mu hiç? Olmak zorunda oluyorsun, baban dünyayı terk-i diyar edince. Onun varlığının verdiği güvenin sıcaklığı, bütün benliğini ısıtırken, ayazlarla hemhâl oluveriyorsun bir gecede. O vakitten sonra ısınmak ne mümkün! Tebessümünün, gönülleri nakş eden samimiyeti, yerini buz gibi mezar taşına, kupkuru toprağa bırakıp gidiyor. Her yattığında ve kalktığında, günün herhangi bir zaman diliminde... Ve'l-hâsıl; ne hâl üzere olursan ol, sol yanına batan bir yaranın köküne, mani olamıyorsun. Bir tarafın uyuşmuş gibi çökük yaşıyorsun.

   Dilin alışıyor ‘iyiyim’ demeye. Peki ya kalbin? Kalbinin dili, dile geliyor; “ Ey adını hece hece sayıkladığım! Artık sadece rüyalarda görebilmeyi, Allah’tan dilediğim. ‘Rahmetli’ demeye bile dilimin varmadığı.” Ne çağlarsa çağlasın gönül hazinesinden, her bir kelime, cevizin kabuğu gibi sadece satıhta kalıyor. Gönül hazinendeki inciyi, bir kerecik olsun, rüyalarında ağırlamak için uyumak istiyorsun. Sadece uyumak! Dunuk, ürkek bir sesle; ‘baba’ diye sayıklayarak, bir an önce uyumak oluyor tüm meramın. Çünkü o yakarışına, gönül sesinle cân-hırâş çığlıklarına, ses veren bir babanın olmayacağını bilmenin teessürlüğü ile  gözyaşlarına gark oluyorsun.

   Sevinçten ağlayan insan kederden gülmez mi hiç? Güler gibi yapılır da ağlar gibi yaplmaz! Yâr olan geceler bilir, gözyaşlarının sebebini. Başını koyduğun yastığa, gecenin karasına sorsunlar hele seni? Onlar duyar; “ Ölüm Allah’ın emri de, şu ayrılık olmasaydı” nidalarını.

   Ah firâk ah! Ah vuslatın hasretini, Musa’nın asası gibi ruhunun elinde taşımanın muhayyilesi! Hey gidi özlemine karşı tek dayanak, elinde kalan fotoğraf kareleri olan bağrı yanık! Bilirim bağrı yanık dost... Kısacık ömür, olur KOSKOCA senin nazarında. Yine bilirim, babasız geçen her günün ıstırabını. Bir gün bile, olur sana asırlar boyu yolculuk. Varmıştır çınar ağacın ebediyete! Dünyanın çarkını döndürmek ise sana kalmıştır! Bu devran ki, nasıl döner; vuslat vâki olana kadar Allahü a'lem. Yıllar da geçse, otuz dokuz mum sönmüş olsa da, o kalan bir mumun ateşi, kavurur seni. Ne sönmek bilir o mum, ne dinmek bilir bu aşk! Artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz CÂN, bunu da bilirim! Nice huzurlara gebe kalsan da tadı-tuzu eksik kalır gülüşlerin. Baban var iken ki lezzetin tadı, damağında kalır.

   Sana yolun güzer-gâhını gösteren pusulan, ruhlar alemindedir artık. Tam düşecekken, koluna hoyratça yapışıp; “dikkat et!” diyen çınarın göçmüştür. Beden gözüyle göremezsin de; ruh gözün hisseder ruhunu. Ruhun, ruhuyla gizlice buluşur. Kimsecikler görmez, Allah’tan gayr-i! Duvarda asılı kalan bir tek ceketinin verdiği gücü, yığınlar dolusu insan bahşedemez sana.

   Hani kökünü beğenmeyip de filizlenmeye çalışan neslimiz var ya!..Çıktığı kabuğu benimsemeyen, bedenen servi gibi olan, ruhen de bir o kadar bodur kalan gençlerimiz! Çınar ağacının gölgesi dahi, güneşten korur bilesiniz! Sabun elindeyken hoş rayiha saçar, elinden kayıp gidince, senin nasibine kalan da sabun köpüğü olur. Onun da tebârüzü, ân ile sınırlı kalır. Sen ise; sarp yamaçlarda, çorak kalırsın.

   Babanın nasıl bir DEV KAHRAMAN olduğunu, hiç ‘baba’ diye hitap edecek lütfu olmamış olanların, yüreği bilir. İlkokulda çizilen soyağacında boş kalan kısım; BABA(!) bir kavramdan ibarettir sadece. Bir tesellisi vardır onların; “Bizim Peygamberimiz(s.a.v) de, doğmadan babasız kaldı!”

   Bir kadının yaşı kaç olursa olsun; “İlk aşkın kimdi?” diye sorulduğunda, şöyle bir bakar etrafına. Ardından bir tebessüm konar çevresine; “Babam!” der. Peki ya; babanın, nasıl bir nimet olduğuna erişememenin imtihanını, koluna altın bilezik olarak takanlar? İşte onlar bilir, inci-mercanın değerini!

   ...

   Ölüm yıldönümü yaklaşırken, bütün uzuvlarında kelebekler uçuşmaya başlar. Dünyanın debdebesine dalar, belki mânâ veremezsin. Lâkîn; takvimler, fısıldar kulağına hazin gerçeği.

   Bilir misin biçâre?..Kapı zili çaldığında; ‘babam geldi' diye yerinden doğrulmayı...Sonradan hatırına gelip, azar yemiş çocuklar gibi dudaklarını büzmeyi... Aynı duygularla, mezar ziyaretine gittiğinde, mezarına yaklaştıkça; yeni yürümeyi öğrenenler çocuklar gibi yalpalaya yalpalaya, adımlarını hızlandırmayı ..Mezarını görmüş olmak bile ayrı bir neşat kaynağı! Bir kez de orada; “Baba, baba!” dersin.”Ben geldim!”... Yine sükunet!

   Mezarlar! Sükûn zırhını kuşanmış, yalnızlık abâsına bürünmüş, ürpertici soğukluğu dost edinmiş görünen mezarlar...Ah bilsek görünmeyen âleminde ne azaplar, feryatlar; ne kurtuluşlar, ferahlıklar mevcut. Bilseydik yaşayamazdık! Bildiğim; babamdan miras kalan bir söz; “BİR FATİHA DOYURUR, O FATİHA Kİ NELERE KÂDİRDİR.”...

   Allah’ım, bizden önce âhirete intikal eden babalarımız ve sâir tüm sevdiklerimizle, âhiretinde o güzel cennet mekanında, vuslata eriştir bizleri. Cümlesine kabir ferahlığı bahşeyle, geride bıraktıklarına, 'bekleme salonunda beklediklerine de' sabırlar nasip eyle. (Amin)...Selam ve Dua ile...

DİĞER YAZILARI Neydik ne olduk allah'ım! 01-01-1970 03:00 Kur'an-I Kerim 01-01-1970 03:00 Unvan Ezikleri 01-01-1970 03:00 Yavuz Bülent Bakiler/ Sözün Doğrusu -1- 01-01-1970 03:00 Hangimiz Engelli Oluyoruz! 01-01-1970 03:00 Mübarek Olsun 01-01-1970 03:00 Karanfil, Rengini “Kadınların Kanından” Almasın Artık!.. 01-01-1970 03:00 Lütfen Tebessüm Etme! 01-01-1970 03:00 Anne, Kâbe Kim? Baba, Peki Kıble Ne Demek ki? 01-01-1970 03:00 Tezat 01-01-1970 03:00 Kadının Terazisi 01-01-1970 03:00 Kibrit Kutusu 01-01-1970 03:00 Kokoş Teyze 01-01-1970 03:00 Dikkat İstikâmet Huzurevi..!!! 01-01-1970 03:00 Eyvah Yıl Sonu Geldi...! 01-01-1970 03:00 1930’lu Yıllar Uyandırılıyor...!! 01-01-1970 03:00 Limon...! 01-01-1970 03:00 Ezânla Aramıza Set mi Çekiyoruz! 01-01-1970 03:00 52 Dakikaya Sığan 32 Sene 01-01-1970 03:00 Gizli Sır 01-01-1970 03:00 Mahşer 01-01-1970 03:00 Ol Dem Razı Olunan Olasın... 01-01-1970 03:00 Duyuyor musun? 01-01-1970 03:00 Ey Güllerin Rayihasındaki İnci Tebessümlü Yâr! 01-01-1970 03:00 Derinlerde Bir Gizli Yara 01-01-1970 03:00 Deprem 01-01-1970 03:00 Ah Bu Fotoğraflar 01-01-1970 03:00 Habil mi, Kabil mi? 01-01-1970 03:00