Sizden ricam bu bölümü dikkatle okumanız. “Sekoya ağaçlarının oluşturduğu ormanlarda dönem dönem aşırı sıcaklardan yangınlar çıkar. Ormanlık alanda ne var ne yoksa yanıp kül olur. Bir süre sonra ormanın zemini küllerden arınır, çıkan küçük hortumlarla, Mikail Meleğin talimatıyla. Biliniz ki eğer bu yangın çıkmasaydı toprağın altındaki tohumlar yeşeremezdi, yağan yağmurla.
Bu ağaçların 700 santigrat derece sıcaklığa dayandığını da hatırlatayım. 2 ay içinde orman yepyeni tazeliğine kavuşur. Hayvanlar geri dönerler yuvalarına.
Döngü ilahi takdir sayesinde yaratılmışların arasında bir ahenkle döner durur. Bakın az ötemizde 1986 yılında Çernobil’de meydana gelen nükleer sızıntının olduğu yere. Demişlerdi ki bilim adamları “burada en az 100 yıl yaşam olmaz!”
Ah siz bilim adamları. Dünya da ne tür bir sıkıntı varsa arkasında hep sizin imzalarınız var. Patronlara, kodamanlara, hegemonlara, zalimlere üç kuruşluk hizmet karşılığında yapmadığınız dalkavukluk, etmediğiniz madrabazlık kalmadı. Bütün dünyada 500 bin kişilik kalabalığınızla dakikada kaç kişi öldürürüz, kişi başı milli hasılalarla insanları nasıl köleleştirir ve mevcut kölelik sistemini nasıl sürdürürüz gibi bilimsel yöntemlerinizle perişan ettiniz mevcudatı! Ah şu berbat ötesi okullarınız! Bulduğunuz yöntemler, formüller hep nedense insanlığın aleyhinde. Varsa ki içinizde her şeye rağmen vicdanını korumaya çalışanlar, onları da girdabınızda kendinize benzetmektesiniz.
Son 50 yıla nasıl sığdırdınız, bozkırların, dağların, ormanların, denizlerin, kutupların talanını? Mevcudatın % 60’ını nasıl yok ettiniz, fakültelerinizde, laboratuvarlarınızda yaptığınız bilimsel çalışmalarla.
Her şeye inat lakin tutmadı Çernobil’de ki öngörünüz. Şimdi orası doğal yaşam alanına döndü 20 yılda.
Firavuni bir asır yaşanılıyor, tekrardan yüzyılımızda. Örnekleyeyim. Ama vurgulayayım, günümüzün firavun kavramını yeryüzü hegemonları karşılar. Onların yardımcıları da günümüzün bilim dünyasıdır.
Kimdi Firavun ve kavramsal karşılığı neydi. Öncelikli olarak tanrısallık iddiasındaydı. Musa’nın Tanrısı gibi ben de yaşatır ve öldürürüm diyordu Firavun efendi.
Mısır’a yüzyıllardır hakim olmuş 26 firavun ailesi vardır. Her sülalede çeşitli hükümdarlar asırlarca ülkeye hükmetmiştir. Ayrıca bunlardan büyük bir kısmı da kendisini tanrı olarak ilan ettirmiştir. Bunlardan en bilineni şu olaydır:
Hz. Musa (a.s) Tur Dağı’nda yüce yaradanla konuştu. Mısır’a gelerek firavunu hak dine davet etti. Fakat hükümdar bunu kabul etmedi ve yanındaki veziri Haman’a sordu. “Musa, büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor.” Dedi Haman’da. Böylece Firavun’un imana gelmesine engel oldu. Bunun üzerine ülkede kafirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları ortaya çıktı. Firavun bu mucizeleri görünce gözü korktu. Hz. Musa (a.s) ile inananların Mısır’dan gitmesine izin verdi. Kısa bir süre sonra da bu kararından pişman olarak ordusuyla birlikte peşlerine düştü.
Fakat Kızıldeniz’in Süveyş kısmında askerleri ile birlikte boğularak feci bir biçimde öldü. Yunus suresinde, “Ey Firavun senden sonra geleceklere ibret için, bugün senin bedenini cansız olarak kurtarıp bir tepeye atacağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler.” şeklinde buyrulmaktadır. 3000 yıldan bu yana firavunun cesedi hiç bozulmaya uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Ceset İngiltere’nin Londra şehrindeki British Museum’da sergilenmektedir.
Antik Mısır’da, Firavunların kutsal ve gizemli kabul edilen birçok adları vardı. Bu isimlerin en önemlisi, Firavunun tahta çıktıktan sonra kullandığı isimdir. Çünkü Firavunun aldığı isim, izleyeceği politikanın habercisi oluyordu. Misal; bir Firavun savaş tanrısı Mantu’nun ismini almışsa, askeri seferlerin artacağı anlamına geliyordu.
Firavunların görev süreleri ölümleri ile son bulmaktaydı. Bütün Firavunlar, ölene dek tahtta kalmıştır. Bunların en meşhuru ve bilinen en uzun süre hükümdarlık yapanı Pepi II Neferkare’dir. Firavunlar uzun süre tahtta kalabilmek için 30 senede bir tören gerçekleştirirlerdi.
“Gençleşme Festivali” ismini verdikleri bu törenlerin sihirli olduğuna inanılırdı.
Firavunlar öldükten sonra cesetleri mumyalanır ve ülke genelinde 70 gün yas ilan edilirdi. Yas sona erdiği zaman, dirilince kullanacağını düşündükleri için özel eşyalarını da Firavun ile birlikte bir lahite koyuyorlar ve mezarı kapatıyorlardı.
Buraya dikkat edin lütfen. Yıllar geçtikçe ortaya çıkan gerçekler, Kur’an’daki her kelimenin belli bir hikmete göre kullanıldığını bizlere gösteriyor.
Kur’an her çağa ayrı mucizelerle hitap ediyor. Mesela, Firavun zamanı hakkında verilen bilgilerin arkeolojik çalışmalarda tek tek ortaya çıkması Kur’an’ın beşer üstü ve ilahi bir kitap olduğunu yepyeni mucizelerle ortaya koyuyor. “Haman” da bunlardan biri.
Kur’an’da Firavun’la birlikte adı geçen kişilerden biri “Haman”dır. Haman, Kur’an’ın 6 ayrı ayetinde, Firavun’un en yakın adamlarından biri olarak zikredilir. Buna karşılık Tevrat’ta Hz. Musa’nın hayatını anlatan bölümde değil de ondan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudilere zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçer. Bunu gören oryantalistler “İşte Kur’an’da hata bulduk!” diye sevinirler. Ancak bu sevinçleri Mısır hiyeroglif yazısının çözülüp, eski Mısır yazıtlarında “Haman” isminin bulunmasıyla yarıda kalır. Eski Mısır dilinde yazılmış hiyeroglif kitabeler 18’inci yüzyıla kadar okunamıyordu. Çünkü, Hıristiyanlığın bölgede yayılmasıyla Mısır’ın eski inancı da dili de unutulmuştu. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih M.S. 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ta ki 1799 yılına kadar. Yazının sırrı, “Rosetta Stone” adı verilen ve M.Ö. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: Hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metnin de yardımıyla tabletteki eski Mısır yazısı Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamen çözüldü.
Hiyeroglifin çözümüyle çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: “Haman” ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında Hz. Musa (as) döneminde geçiyordu. Viyana’daki Hof Müzesi’nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman’ın Firavun’a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan “Yeni Krallıktaki Kişiler” sözlüğünde ise, Haman’dan “Taş ocaklarında çalışanların başı” olarak bahsediliyordu.
Fransız bilim adamı Prof. Dr. Maurice Bucaille “Haman” ismini bir Fransız Mısır bilimcisine verdi ve bu ismin Kur’an’da geçtiğini söylemeden, “7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasından alıntı” olduğunu belirtti. Uzman, 7. yüzyıldaki bir Arap el yazmasına hiyerogliflere ait bir bilginin geçirilmiş olmasının mümkün olmadığını, fakat Firavun sarayının isim listelerine bakacağını söyledi. Sonra bakıldığında gerçek bir kez daha ortaya çıktı. Ortaya çıkan sonuç önemli bir gerçeği ifade ediyordu. Haman, Kur’an’a karşı çıkanların iddiasının aksine, aynen Kur’an’da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır’da yaşayan ve Kur’an’da bahsedildiği gibi Firavun’a yakın ve inşaat işleriyle ilgili bir kişiydi: “Firavun dedi ki: ‘Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım; çünkü gerçekten ben onu yalancılardan sanıyorum.” (Kasas 38)
Eski Mısır yazıtlarında Haman’ın adının bulunması Kur’an aleyhindeki iftiraları boşa çıkarmakla kalmayıp, onun Allah katından olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu. Zira Kur’an’da indiği devirde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihî bilgi mucizevî şekilde bizlere aktarılıyordu.
Mısır’dan bahsetmişken Gübre Böceği’nden bahsetmemek olmaz. Arkadaşlar, durun panik yapmayın. Bu yazı dizimiz bir kitap hacmini oluşturuncaya dek devam edecek. Sabrederseniz, size daha neler anlatacağım, neler. Siz yeter ki okuyun. Okumayın amma, illa ki, yalan, mazeret, palavra.
Mısır’ın arka sokaklarında dolaştıracağım birazcık sizleri. Malumdur ki asırlardır, saklı gizemli mesajların iletilmesi için belirli semboller kullanılmaktadır. Günümüzün emojilerini, piktogramları düşünün ne demek istediğimi anlarsınız. Trafik işaretlerini misal… Büyü uygulayıcıları için, bu semboller, özellikle doğaüstü güçlerine çağrıda bulunmada ve onlardan yararlanmakta ve bunun yanında bunların gizli öğretilerinden haberdar etmede kullanılan araçlardır. Ayrıca, semboller, çoğunlukla pek çok asır öncesinden geldiği halde, bunların anlamları aslında aynı kalmıştır. Gerçekte, eski gizli öğretilerin halktaki uzantısı olarak, Yeni Çağ hareketi, gizemli simgeciliği günümüzdeki kültürümüzün yüzüne doğrudan yerleştirmiştir. Bunu özellikle rahatsız edici hale getiren şey, toplumda gizemciliğin işaretleri bulunabildiği halde, artık bunların ruhsal imalarını algılamayışımızdır. Diğer taraftan, sadece sıradan bir insan, gizemli sembollerin anlamını bilmediği için; bu, bunların önemini hiçbir şekilde reddetmemektedir. Açık bir şekilde, geçen asrın en etkili gizemcilerinden biri olan P. Hall, simgeler hakkında şunu yazmıştır: “ Bunlar güçlü bir kuvvetin merkezindedir ve müthiş bir güç olmaya muktedir figürlerdir”.
Eski Mısırlılar, bilimsel adı Scarabaeus sacer olan, (gübre) bok böceğinin, Güneş tanrısının belirtisi olduğuna inanıyorlardı. Bu kın kanatlıların temsilleri, muskalar olarak ve göreneksel ve idari amaçlarla kullanılıyordu.
Çok rağbet gören Mummy (Mumya) ve bunun devamı olan “Mumya Geri Dönüyor” filminde, bok böcekleri olarak bilinen yabancı kara kınkanatlılara senaryo boyunca sık sık rastlanıyordu. Her iki film de bu bok böceklerini korkutucu et yiyen doğaüstü böcekler olarak tasvir ediyordu. Gerçekte; bok böcekleri, yaygın Afrika bok böceğinden başka bir şey değildir. Hollywood, bu canlıları abartmasına rağmen, her iki filmde de bok böcekleri Mısır’ın dinsel ve törensel ayinleri ile doğru bir şekilde ilişkilendirilmiştir.
Yaratıcının mükemmel yaratışının ilginç bir parçası olarak; bok böcekleri, toprak üzerinde hayvan dışkısı topaklarını yuvarlamaktadır. Bu topaklar, böceğin üzerine yumurtalarından çıkıp dışkıyla beslenen larvalarını bıraktığı deliklere yuvarlanır. Mısır öğretisine göre, topağını yuvarlayan bok böceğinin, güneşin cennetin içerisinden geçirilerek gün içerisinde kendisinin yeniden ortaya çıkmasını açıkladığı düşünülüyordu. Bundan dolayı, güneş diskini sırtında taşıyan bok böceği simgesi, güneşin gökyüzünde yaptığı dönüşü temsil ediyordu.
Bok böcekleri, yeniden dirilişi de simgelemektedir. Bununla da, doğrudan güneşin doğuşu arasında bağlantı kurulmuştur. Gerçekte, bok böceği ile gün doğumu arasında ruhsal olarak bağlantı kurulduğundan, “doğan Güneş tanrısı” olan Mısır ilahı Kepri ile yakından ilişkili hale gelmiştir. Her yönden, bok böceklerinin ile Mısır’daki “Güneşe tapınma”nın birbirinden ayrılması imkansızdır.
Mısırlılar döneminde, taştan oyulmuş muskalar, takana “ölümsüz biçimde hayatını sürdürme” gücünü almasına yardım ettiğine inanılan büyüsel muskalar olarak kullanılıyordu. Bok böcekleri, muskalar ve kraliyet mühürleri olarak kullanılıyordu. Kanatlı bok böcekleri, cenaze töreni ayinlerinde kullanılıyordu. AMORC tarafından yayınlanmış olan “Mısır’ın Eski Mirası” adlı kitabın yazarı Rodman Clayson, şunu yazıyordu:
“Genellikle yanında kanat bulunan kalp bok böcekleri denen nesneler, cenaze töreni ile ilgili kullanılan muskalardı. Taştan yapılmış kalp bok böceği, mumyanın göğsüne yerleştirilirdi ve bu, suçlu ruhun mahşerde Osiris’in huzurunda durması gerektiğini göstermektedir. Bu şekilde kullanılmış olan bok böceği, muhtemelen kötü bir hayat geçirmekten kurtulmayı güvence altına almak içindi”.
Eski Gizemli Rosae Crucis (AMORC), merkezi San Jose, California’da bulunan bir Gül-Haç topluluğudur. Pek çok gizemli ve gizli Mısır öğretilerine dayanan bir topluluk olarak, AMORC, kendi edebiyatının ve ayin faaliyetinin çoğunda, bok böceği sembolünü kullanmaktadır.
Geçenlerde British Museum içerisindeki Mısır ve Asur antikalarının sorumlusu olan Sir Wallis Budge, “Mısır Büyüsü” adlı çalışmasında da şu benzer açıklamayı yapıyordu: “Bok böceği kendi başına önemli güçleri vardır ve eğer bir bok böceği figürü yapılır ve üzerine buna uygun güç sözcükleri yazılırsa, sadece cesedin fiziksel kalbini korumakla kalmayıp aynı zamanda bedenine bağlanmış olduğu kişiye yeni bir hayat ve varoluş sağlayacaktır”.
Mısır büyü dünyası, Gül-Haç tarikatları, Teosofi ve Altın Şafak dahil gizli esrarengiz topluluklar tarafından uzun süredir benimsenmektedir. Ancak, bir kişinin Mısır bok böceğinin gizli sembolündeki ya da Mısır büyüsündeki yollardan ya da öğretilerden herhangi birindeki kendisine faydalı ahiret umuduna kapılması, ruhsal yönden iflas edecek bir yaklaşımdır.
DEVAM EDECEĞİZ BE KARDEŞİM BİİZNİLLAH! SABIRLA OKUMAYA DEVAM EDİN LÜTFEN.
Fehmiİ DEMİRBAĞ