Ağustos Böceği İle Karınca
Dilimize "masal" olarak geçen ve Arapça bir sözcük olan "mesel"in İngilizcesi "Fabl", Fransızcası "conte", Almancası ise "Märchen"dir. Darb-ı mesel derler eskiler, hikayelendirerek, örneklendirerek anlatmak yani; anlatımda engüzel metodun adına. Kurani bir usuldür bu. Peygamber kıssalarıyla yol göstermek, kıyamete kadar gelecek insanlara. Bizde Bostan-Gülistan’daki hikayeler Şirazlı Sadi’nin anlatımıyla özellikle çocuklarımız için emsalsiz eserler olarak tarihe geçmiştir. Mevlana’da aynı teknikle kaleme almıştır anlatacaklarını. Özellikle hayvan hikayeleri oldukça etkili olmuştur. Dede Korkut, Binbir gece Masalları filan…
Batıysa heyulalarını Grim kardeşlerle boca etmiştir çocukların tertemiz dimağlarına. Nevrotik bir düşünce yapısına sahip olan batı kafası aslında alabildiğince karışıktır. Bundan dolayı saldırgandır. Engizisyonun tarihine ve tahribatına bir bakın hele. İlerleyen bölümlerde benzer tarzı anekdotlarımız olacak.
Bu bölümde Ağustos böceği ile Karınca’nın o bilindik hikayesine bir göz atalım bakalım.
Çok eski masaldır, karınca ile ağustosböceğinin hikâyesi. La Fontaine’nin tüm masallarında olduğu gibi her biri ders niteliğinde öğüt verici nitelik taşır.
Hikâye şöyle: Hikayemizin geçtiği yer ise Çağdaşlık Ormanı denilen bir yer. Ağustosböceği ormanda, kırlarda, gezi parkında gitarla Heavy Metal, Rockin Roll çalar, dans edermiş. Rakı ve leblebiye bayılırmış. Üzerindeki Che Guevera tişörtüyle avazı çıktığı kadar bağırırmış. “Ormanda herşey çok güzel olcak!” Okuduğu Nazım şiirleriyle karşılaştığı her orman hayvanına siyasi propaganda yapmayı da görev bilirmiş! “Biz aslan kralın askerleriyiz!” “Orman layıhtır, layıh kalacak!” Benzeri tarzda konuşmalarla geçermiş ömrü. Orman halkından Karıncalara gıcıklarmış. Onları yobaz olarak nitelendirmekteymişler. Anlatılan o ki, bir gün Ağustos böceklerinden söz yazarı, bestekar ve aydın…keçi sakallı Agüstüs bir karınca çalışmaktayken ona sırf hayvani hislerinden dolayı yardımcı olmak istemiş. Kafası da kıyakmış, her zaman ki gibi.
-Karınca kardeş! Sana yardımcı olmak istiyorum. Proleter kardeşim, filan diyerek diyaloğa geçmeye çalışmış. Karınca ciddiye almamış Agüstüs’ü.
Yardım talebi geri çevrilen Agüstüs deliye dönmüş. Bağırıp çağırmaya başlamış bir yandan da!
-Bundan sona sana nah yardım edeceğim, ezik karınca. Senin için şiir yazmayacağım, şarkılar bestelemeyeceğim. Çav bella!, demiş.
Neyse…Dönelim ana hikayemize.
Ağustos böcekleri son zamanlarda “Ormansal Cinsiyet Eşitliği” gibi saçma-salak lakırtılarla orman halkının gündemini de meşgul etmeye başlamışlar. Neymiş, her hayvan her hayvanla birlikte olabilmeliymişler. Önemli olan zevk alabilmekmiş. Neden bir aslan bir kaplanla, bir tavşan bir kaplumbağa ile birlikte olmasınmış ki? Orman kanunlarının değişmesi gerekiyormuş.
Ama o kahrolası karıncalar buna direnmekteymişler. “Biz de 3000 i aşkın karınca çeşidi var. Adımız karınca diye türümüzü neden inkar edelim ki?”
Yozmuşlar, yobazmışlar. İşleri güçleri soğuk ve uzun geçecek kış günleri için erzak biriktirmekmiş. Karınca, ağustosböceği ile her karşılaştığında, ona kış için hazırlık yapmasını tavsiye eder…ahiret gününden filan söz edermiş. Ancak her seferinde ağustosböceği kışa daha çok zaman olduğunu söyler, gününü gün edermiş. “Aman, üç günlük dünya, keyfine bak!” diye de aksi tavsiyelerde bulunurmuş. Böyle sürüp giden karşılaşmaların-konuşmaların sonunda ağustosböceğinin içine bir kuşku düşüvermiş. İşini sağlama almak için ‘Doğa Ana’ya çağrı yapmaya karar vermiş; “Doğa Ana! Doğa Ana!” diye bağırmış. Masal bu ya dağların arkasından ‘Doğa Ana’ belirmiş. “Doğa Ana, kış gelirken bana haber verir misin? Haber verirsen bende kış için erzak biriktiririm” demiş. Doğa Ana ne desin. ‘Olur’ anlamında bir rüzgâr estirmiş. Derken sayılı günler tez geçmiş. Karakışın en yoğun olduğu bir gün ağustosböceği, karıncanın kapısını çalmış. “Karınca kardeş! Karınca kardeş! Aç kaldım bana biraz yiyecek verir misin?” demiş. Karınca da, ağustosböceğine yaz boyu ne yaptığını sormuş.
“Gitar çaldım, şarkı söyledim, oynadım, oyalandım” demiş. Karınca bu cevaba karşılık; “Şimdi sen git, gitarını çal, festivallerde boy göster,şarkı söyle, oyna” demiş. Tabi ki ilave etmiş;
“Neden bir parça yemek biriktirmedin? Bu kış günleri için tedbir almadın?” demiş. “Tedbir alacaktım ancak Doğa Ana kış gelirken beni uyarmadı” diye cevap vermiş. O sırada konuşmalara kulak misafiri olan Doğa Ana, gökyüzünde belirmiş ve ağustosböceğine seslenmiş; “Yeşil yaprakları sarartmadım mı?”, “Tenini soldurmadım mı?”, “Saçını ağartmadım mı?”Ağustosböceği keşkelrini saklayarak cevap verir;
“Evet sararttın.” “Havaları soğutmadım mı?” “Evet soğuttun.” “Yüksek dağlara kar yağdırmadım mı?” “Evet yağdırdın.” “Eee! Ben senin için daha ne yapsaydım? Sonbaharın arkasından kışın geleceğini, ben sana daha başka nasıl bildirebilirdim ki?”
1985 yılında NASA, uydu fotoğraflarından, böyle devam ettiği takdirde, Anadolu’nun 50 yıl sonra çöl olacağını bildirmiş. O zaman yayınlanan tüm gazete ve dergilerde bu konu çokça işlenmiş. Konunun önemini anlamamız gerekmiyor muydu? En azından erozyonla mücadele konusunda yoğun bir mücadele başlatmış olmalı değilmiydik?
2019 yılındayız. NASA’nın ilk beyanından şunca yıl geçmiş durumda. Yani tahmini verilen sürenin yarısından fazlası geçmiş durumda. Ülkemiz hızla çölleşirken, maalesef milletin dilinde hala ‘Türkiye 50 yıl sonra çöl olacakmış!’ lafları dolaşıyor.
La Fontaine’den masallar devam ediyor anlaşılan. 2035 yılında bize gitar çalıp, türküler söyleyip, oynamak düşecek galiba… Çav bella!
‘La Fontaine’den Masallar’ devam ediyor
Bu ülkede; ağustosböceği ile karıncanın masalları sona erecek gibi değil. Yukarıda anlatılan masalın bir başka versiyonu daha var. Dilerseniz bir de onu anlatayım:
Masal, aynı masal. Kişiler, konular aynı ancak olayların seyri bir az değişmiş. Karınca yaz boyu çalışırken ağustosböceği yine gitarının tellerine dokunmuş; “Akdeniz akşamları, bir başka oluyor! Hele aylardan bir de Temmuz ise bambaşka!”. Benzer hikâyeler tekrar edilmiş yani. Tabi kış gelmiş, karınca doğalgazla ısıtılan sıcacık evinde afiyet içinde yaşıyorken yine masalda olduğu gibi bir gün kapısı çalınmış. Bakmış diyafondan, karınca karşısında ağustosböceğini buluvermiş.
Karınca, ağustosböceğinin yaz boyunca gitar çaldığını şimdi aç kalmış olduğunu ve yemek istemeye geldiğini düşünerek, “Yine yemek istemeye geldin değil mi?” demiş. Ve ağustosböceğini hiç dinlemeden konuşmasına devam etmiş; “Biraz çalışmış olsaydın böyle aç kalmazdın.”
Buraya kadar her şey La Fontaine’nin anlatmış olduğu masal gibi. Ancak ağustosböceği, karıncaya; “Yo yo! Yanlış anladın” demiş. “Yaz boyunca gitar çaldım, biraz para kazandım. Acun’un yarışmalarına katıldım, meşhur oldum. Şimdi Avrupa turnesine çıkıyorum. Belki oralardan istediğin bir şeyler vardır diye düşündüm. Bir de halını hatırını sorayım dedim” demiş.
Bizim çalışkan karınca çok şaşırmış bu işe. Hem ağustosböceğinin hiç aç bir duruşu da yokmuş. Üzerinde kürk, arkada bir limuzin araba, şoförü ile bekliyor. Durumu hemen toparlamış bizim güngörmüş karıncamız; “Yok, bir şey istemiyorum” demiş. “Ama Fransa’ya uğrayacaksın değil mi?” diye sormuş. Ağustosböceği de; “Evet” deyince eklemiş bizim çalışkan karınca; “İyi o zaman. Fransa’da La Fontaine diye biri var. Onun mezarına bir uğramanı isterim.”
La Fontaine yüzünden yıllardır, insanlar ağustos böceğine meğer büyük haksızlık yapmış. La Fontaine'nin hikayesine göre, karınca tüm yaz çalışıp yiyecek biriktirirken, ağustos böceği şarkı söyleyip, yan gelip yatar. Karınca ile de dalga geçer. Ancak kış gelip kapıya dayanınca yiyecek için karıncaya muhtaç olur.
Bu hikaye tüm dünyada yıllardır anlatılır, öğretilir. Türkiye 'de de hemen her çocuk bu hikayeyi bilerek büyür. Peki gerçekten ağustos böceği hikayedeki gibi tembel, vurdum duymaz mıdır?
Böcek bilimcilerin araştırması La Fontaine hikayesi yüzünden ağustos böceğine büyük haksızlık yapıldığı görüşünde.
Yapılan araştırmalara göre, ağustos böceği, Ağustos ayından sonra hayatta kalmıyor. Yani kış için yiyecek biriktirmesinin bir anlamı yok.
Dişi Ağustos Böceği, uzantılı yumurtlama borusuyla yumurtalarını Ağaçların genç sürgün yarıklarının içine bırakır. Bunlardan altı hafta sonra “NİMF” adı verilen ve erginlere benzemeyen yavrular çıkar. Danaburnuna benzeyen bu yavrular, kazıcı ön ayaklarıyla toprağı kazarak altına gizlenirler.
Toprak altında yaşayan ağustos böcekleri ağaç kökleri ve öz suyu emerek beslenirler. 17 sene toprak altında kalan ağustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra 4 haftalık ömre sahiptir. Bu dört haftayı eş arayarak geçiren ağustos böceği eşleştikten sonra ölür, kışın yaşamayacağı için yiyecek biriktirme endişesi olmaz.
Bu bölümde ne anlatmak istediğimin ana fikrini de arzedeyim, bari. 1621 - 1695 yılları arasında yaşayan ünlü Fransız şair ve yazar Lafonten toplam 238 masal yazdı.
Bu masalların çoğunda “fabl” denilen ve hayvanları insansılaştırmaya dayalı tekniği kullandı.
Aptal karga, ağzında peynir parçasıyla beklerken “kurnaz” tilki yanına gelir. Onun yüzüne gülerek, “ne güzel sesin var, bize bir şarkı söyle” diye kandırır onu. “Aptal” karga inanır, güvenir ve şarkıyı söylemeye başlar. Ağzı açılır açılmaz düşen peyniri kapan tilki kahkahalar ata ata uzaklaşır oradan.
Şimdi biraz düşünelim, ne mesajlar veriyor bu zararsız görünen masal.
“Eğer hırsızlık için akıllıca bir yöntem bulursan hırsız değil kurnaz olursun. Eğer birine güvenip inanırsan ve o kişi bunu suistimal ederse onun kabahati yoktur, bu senin aptallığındır. Kimseye güvenme! Bu dünyada saf, temiz ve insanlara güvenenler hep kaybeder, uyanıklar, kazanmak için her yolu mübah sayanlar hep kazanırlar!”
Gördünüz mü tehlikeyi?
Şimdi bu masalı kaç kere okuduğunuzu düşünün çocuğunuza,
Üstüne bir de okulda öğretmeninin kaç kere okuduğunu ekleyin,
Üstüne çizgi filmlerde işlenen hallerini kaç kere izlediğini ekleyin.
Çocuğunuza bu ahlaksız mesajlar kaç kere ulaşmıştır sizce?
Şimdi bu çocuk büyüyecek ve ahlaklı bir genç olacak, öyle mi?
Bir dakika! Ne oluyor yahu? Masal mı yazıyorsunuz, Elm Sokağı Kabusu’nun senaryosunu mu?
Nasıl mesajlarla dolduruyoruz çocuklarımızı, farkında mısınız?
Çocuklarımızı “uyutan” masallar, hikayeler, filmler, çizgi filmler yerine onların ruhuna iyi gelen, kalplerini yumuşatan, karakterini oluşturan içeriklerle buluşturmaya çalışalım.
Milli Eğitim Bakanlığı’na sesleniyorum. Talim ve Terbiye Kurulu’nuzdan geçen böyle masallarla nasıl terbiye edileceğini düşünüyorsunuz çocuklarımızın? Lütfen… Vahşetle, hainlikle, pusu kültürüyle yetişmiş çocukla yetiştiriyoruz elbirliğiyle. Lütfen duralım!
Bu bölümü yine küçük bir masalla bitirelim.
Bilge bir kırlangıç varmış. Bir gün bu kırlangıç, köylünün birinin tarlasına kenevir tohumu ektiğini görmüş. Kırlangıç, küçük kuşları çağırıp "bakın bu adam sizin kuyunuzu kazıyor, size tuzak hazırlıyor" demiş. "Bu adamın ektiği tohumlar başınıza çorap örecek. Bunlardan yapışkan macun yapılacak, ip, sicim, kafes yapılacak ve bununla sizi birer birer avlayacak. Kiminiz kafese, kiminiz tencereye girecek. Sizin sonunuzu hazırlayacak olan şu kenevir tohumlarını bitmeden, büyümeden yeyin" demiş.
Ama küçük kuşlar, bilge kırlangıcı dinlememişler. Kenevirler büyümeye başlamış. Kırlangıç küçük kuşları gene uyarmış. "İş işten geçmeden, başınıza belâ gelmeden şu körpe kenevir yapraklarını yeyin bitirin, tehlikenin önünü alın" demiş. Bilge kırlangıcın sözünü tutacaklarına ona kızmışlar. "Ne şom ağızlısın" demişler. Bu arada kenevirler büyümüş. Kırlangıç, kuşları bir kez daha uyarmış. Demiş ki "kötü tohum yurdunuzda aldı yürüdü. Bugüne kadar bana inanmadınız. Fakat insanlar sizi avlamak için dağda bayırda ağlarını kurmuş. Ya yuvanızdan hiç çıkmayın, ya da başka yere göç edin. Ama siz küçüksünüz, çölleri denizleri geçemezsiniz. Yeni dünyalar aramak size göre değil. Yapabileceğiniz tek şey, duvar deliklerine saklanmak."
Kuşlar kırlangıcı dinlemekten yorulmuş, cıvıl cıvıl ötüşüp durmaya başlamışlar. Sonunda kafesler kuşlarla dolmuş.
Gökten üç elma düşmüş.
Biri hibrit, biri gdo’lu, diğeri de ithal…Hanginiz payına ne düşüyorsa onu dişlesin artık!
Fehmi DEMİRBAĞ