Bir kelebek mevzuyla lafa girdik, iş döndü dolaştı böcekler üzerinden yaşadığımız hayatı sorgulamaya kadar geldi. İş daha da çetrefilli hale gelecek. Lafı toparlayabilirsem bu çalışmanın sonunda muazzam bir sörf yapmış olarak bulacaksınız kendinizi, hayatınızda hiç ummadığınız bir yolculukta bulduğunuzda kendinizi.
Zaman zaman Tokatlılığımı vurgulama çalışırım. Memleketim Tokat’ında bilinmeyenlerini ifade etmeye çalışırım. Misal pek az kimse Tokat’ımın yetiştirdiği tarihi şahsiyetlerle ilgili bilgi sahibidir. Misal…Durun önce bilindik hikayesini anlatayım önce.
Hani, Çaldıran seferine giderken İbn-i Kemal’in atının ayağından Yavuz’un kaftanına çamur sıçramış ve bir an İbn-i Kemal tedirgin olmuştu ya…Çünkü Yavuz Sultan Selim Han’ın celaleti çok yüksekti. Bunu anlayan Yavuz, ’Hocam sizin atınızın ayağından sıçrayan çamur bizim için onurdur’ demişti ve o çamur sıçrayan kaftanını hocasına hediye etmişti de, bir de vasiyette bulunmuştu; 'Bu kaftanı öldüğümde sandukamın üzerine örtün.' Bu hikayenin Kemal olanı işte benim hemşehrilerimden. Peki hikaye orada bitmiş miydi? Hikaye orada bitmez. Yakın zamanda, 15 Temmuzdan önce yani…ısrarla bu kaftanı Amerika’ya götürmek ister birileri. 'Bu kaftanı Amerika’ya niye götüreceksiniz?' 'Efendim kaftan eskidi, kumaş restoratörlerine kaftanı restore ettirmemiz lazım.' 'Bu kaftan Amerika’ya gitmeyecek. Burada kumaş restoratörü bulun, burada yaptırın.' Nihayetinde yapılan itirazlara karşı koyamaz birileri. Kumaş restoratörü bulunur, Amerika’ya gitmez kaftan. Sonra Kaftanı Amerika’ya neden götürmek istedikleri ortaya çıktı birilerinin. Bu, Pensilvanya’daki kardinale sembol olarak takdim edilecektir. O kaftan aynı zamanda hilafeti de temsil eder. Çünkü, o seferde biliyorsunuz Memluklular dahil 3 tane büyük devleti ortadan kaldırmış ve hilafeti Yavuz Sultan Selim Han İstanbul’a getirmiştir. O kaftan da aslında bir nevi hilafetin sembolüdür. Gizli kardinal beklenen mehdi olarak bu kostümle… 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’ye gelirken o kaftanı giyip gelecekmiş. Bildiğimiz ya da bilmediğimiz, birbirlerine bağlı hikayelerin silsilesidir hayat a dostlar!
Ee diyeceksiniz ki bu bölümde bir böcek hikayesi göremedik. Sabr kardeşim sabr. Hele sen okumaya devam et.
Yakın zaman önce dünya hegemonlarının gıda ve ilaç teröristleri yeni dizayn ve paylaşımlar için değişik organizasyonları denemişlerdi insanlık üzerinde. Ki biliyorsunuz bu hegemonlar uyuşturucu, silah, enerji, tarım ve gıda ve ilaç endüstrilerini birbirleriyle bağıntılı şekilde itinayla tasarlar ve uygularlar.
Hatırlar mısınız deli dana hastalığını? İnsanların kırmızı etten uzaklaştırıldıklarını görmedik mi? Arkasından gelen tavuk gribi hastalığı ile de beyaz etten uzaklaştırıldıklarını. Sonra vegan-vejateryen modasının yerleştirilmeye çalışıldığını herhalde fark etmedik.
Deli dana hastalığında beyin dokularının hızlı bir şekilde tahrip olmasına, beyin içerisinde küçük boşlukların oluşması nedeniyle beynin süngerimsi bir yapıya dönüşmesine neden olduğu malum. Ama kimse sormaz o ineklere neden hayvan atıklarından oluşan yemleri yedirdiniz be kardeşim denilmez.
Arkasından sars, kuş, domuz griplerini hele bir hatırlayın. Bir de ülkemizde ki keneye bağlı kırım-kongo hastalığını. Keneye bağlı vakarlın en çok görüldüğü yerlerden biri olan memleketim Tokat’ı bu noktada bu hikayeye iliştirelim bakalım.
Yine yakın zamanda Türkiye, terör, trafik, kuş gribi, uyuşturucu, şiddet ve tersane ölümlerinden sonra onlarca evladını kene ısırmasına kurban vermeye başladı. Dünyada, Türkiye deki kadar ölümlere neden olmayan Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı (Kene ısırması) “biyolojik saldırı mı?" yoksa "cehalet mi?" tartışmaları sürerken yurdun dört bir yanından ölüm haberleri gelmeye devam etti. Özellikle 2002 yılından bu yana bahar ve yaz aylarını kâbusa çeviren "Hyalomma" cinsi keneler, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ne yol açarak virüsün bulaştığı insanları öldürebilmektedir. Yüzde 5 lik öldürme ihtimaline dikkat çeken uzmanlar, ölümlerin asıl nedenin daha çok ihmal ve cehalet olduğu konusunda ise birleşmekteler. Kene vakalarındaki artış aslında doğanın dengesinin bozulması ile alakalı. Tıpkı küresel ısınmadaki gibi doğal dengelerin bozulması sonucu bu tür hastalıklar ve öldürücü böcekler ortaya çıkmıştır. Ormanların yok oluşu, bilinçsiz sulama, kimyasal maddeler-denemeler gibi doğa dengeleri bozulmasıyla beraber küresel ısınma tehdidi başladı ise; tarımda bilinçsiz ilaçlamalar, bilinçsiz insanlar, kuş türlerinin korunmaması gibi nedenlerden dolayı oluşan denge bozumu sonucunda kene artışı olmuştur. Sığırcık kuşları, tavuklar ve keklikler kenenin en büyük düşmanıdır. Kenenin küresel ısınmayla birlikte artışa geçtiğini belirten uzmanlar, hayvan göçleri ve insan hareketleriyle de yer değiştirdiğini yerleşim bölgelerine yayıldığını kaydediyor. Kene, bir seferde 7 bin tane yumurtluyor. Yumurtlamak için de kana ihtiyaç duyuyor.
Sendrom Türkiye‘de ilk kez 2002 yılında ortaya çıkan epidemi sırasında tanımlanmıştır. 30 kadar farklı kene türünün virüs taşıyabildiğini söyleyen uzmanlar, "Nairovirus" virüsünü çoğunlukla "Hyalomma" cinsi kenelerin taşıdığını açıklıyor. Keneler, kan emerek beslendikleri için hemen tüm yabani ve evcil hayvanların (inek, koyun, köpek, kemiriciler, yerde beslenen kuşlar vb.) üzerinde bulunabilir ve bu hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu nedenle daha çok kırsal bölgelerde ve hayvancılıkla uğraşan kişilerde görülmekle birlikte kentsel alanlardaki uygun ortamlarda da bulunabilirler. Virüs ile bulaşmış keneler, kan emişini tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Virüs genellikle bu sıvı ile bulaşır. Kan emdikleri ve virüsü bulaştırdıkları tüm canlılar hasta olabilir, fakat hastalık genellikle hayvanlarda hafif ve bulgusuz seyreder. Bu nedenle daha az görülmekle birlikte hasta hayvanların salgıları ve kanları aracılığıyla da hastalık bulaşabilir.
Süreçte sadece Tokat‘ta 3 binin üzerinde insanı kenenin ısırdığını hatırlatalım . Yine hatırlatalım ki Son yapılan araştırmalar göstermektedir ki, özellikle bunun bir biyolojik savaş şeklinde Türkiye‘ye bulaştırıldığı konusunda iddialar var. Bu virüsleri taşıyan kenelerin çeşitli noktalardan Anadolu‘ya taşınmış olduğu şeklinde düşünceler de var. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsünün, "biyolojik silah" olarak listelerde yer aldığını Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan Kimyasal ve Biyolojik Terörizm Raporu‘nda biyolojik savaş ajanları arasında gösterildiğini ayrıca vurgulayalım.
Şu anda hastalığın spesifik bir tedavisi yok. Dünya üzerinde, insanlara yönelik hastalığı önleyici bir aşı bulunmuyor. Yani virüsü öldüren ortadan kaldıran antiviral bir ilaç geliştirilebilmiş değil ve bir aşısı da yok. Yüzde 5 oranında öldürücülüğü olmasına rağmen ilk 12 saatte müdahale edilemediği için hastalık öldürücü boyutlara ulaşıyor. Sağlık ve Tarım Bakanlığı yetkilileri, halkın kene korkusunu ticari olarak kâra çevirmek isteyenlerin kene ilacı, kene spreyi vb. adlar altında sattığı şeylere kanılmaması gerektiğini, vücut spreylerinin de bebeklerde kullanılmaması gerektiğini ifade ediyor.
DEVAM EDECEĞİZ...
Fehmi DEMİRBAĞ