Tarihin en gerçekçi gençlik hareketi nedir diye sorsam? Hani bugünlerde ki seçim ortamının getirdiği tartışmaların ana noktası olan “gençlik” konusunu?..
Hani 17 yaşlarındayken henüz, içinde bulunduğu toplumun çürümesi karşısında yüreği titreyen insanların oluşturduğu “erdemliler hareketi”nin aktif üyelerinden olan, yetim ve fakir bir çocuğun hikayesine başvurun diyeceğim.
Hani herkes kendi günlük batağındayken o 35 yaşından sonra bir kenara çekiliyor, bulunduğu toplumsal etkiden kurtulmak için uzaklaşıyordu ya… Sorulduğunda ise, deniliyordu ki “Ha O mu? Sevgilisiyle buluşmaya gitti!” Yani gönlünüz de ne varsa bilin ki Rabbiniz odur.
Ki kendisini sımsıkı sarıp sarmalayana, “oku” dediğinde o ses, diyordu ya “ben okuma bilmem!” Öyle ya neyi okuyacaktı ki, aynı zamanda okuma bilmediğini söyleyen, dünyanın ilk ve tek ve en güçlü gençlik hareketinin başındaki bu gerçek lider kişi?
Neydi “oku” dan kastedilen şey, o halde…
‘Düşünmekti murad edilen!
Düşünsene ey insan! Seni “kul” kılan yegane özelliğini? Okusana sonra başta kendini, sonra kainat kitabını ve seni muhatap alanın vahyini!
Hikayenin gelişiminde ne mi oldu? Korktu, ürktü… Henüz 40’lı yaşlarında olan…Evine, can yoldaşı eşine koştu. Titriyordu. “Ört beni” dedi. “Kalemle bilmediğini yazmayı öğreten” den bahseden ses yanı başındaydı yine! “Kalk ey örtüsüne bürünen” diyordu. Yani durum onu gösteriyordu ki, saklanmak zamanı değildi.
8 yaşında bir çocuk, kuzeni. “Ben sana inanıyorum” dedi. 17 yaşında Kureyş’te Zülfikar’ını çekecekti mutlak otoriteye ortaklık iddiasında bulunanlara bu çocuk. Hem bir başka çocuk Zeyd’ de henüz yedi yaşında değil miydi kendisine olan inancını belirttiğinde?.. 10 yıl boyunca kan kusturdu bulunduğu şehrin hegemonları bu adama, hürriyetten, adaletten, haktan, hukuktan bahsettiği için. Hepi topu bu süre zarfında 40 kişi inanmıştı kendisine.
Dedesi İbrahim gibi devrimciydi. Gönlünde yer almasına müsaade etmediği için bütün putların imhasından yanaydı. Asla hegemonlarla diyalog ve hoşgörüden yana değildi. Gönlünde yer alan tek ilahtı. O ilah ki tekti. Ortağı yoktu, olamazdı da. Servet, şehvet, şöhret… Masa, kasa, nisa gibi putlardan arınılması gerektiğini haykırıyordu. “Bir günü bir gününde eşit olan zarardadır” diyordu. Dili sevgiceydi. İstiyordu ki bu dil bütün kainatı kuşatsın, hem de kıyamete kadar. “Sizin en iyiniz, insanlara karşı en faydalınızdır.”
“Elinize, dilinize, belinize” sahip çıkın diyordu. Bunlara sahip çıkanların hem dünya hem de ahirette hoşnut olacaklarından dem vuruyordu. Bu değerlere sahip olanların kardeşliğini haykırıyordu. 40 inanırın ortak özellikleri genç olmalarıydı. 32 tanesi 21 yaşın altındaydılar. Zübeyr Bin Avvam 12 yaşındaydı, Saad Bin Ebi Vakkas ismindeki genç 14 yaşındaydı. İslam’ın ilk öğretmeni Mus’ab Bin Umeyr 16 yaşındaydı. Gençti, zengindi ama elleriyle red etti bütün imkanlarını “Emin-Güvenilen” ismindeki bu insanın çağrısına kulak vererek. Bir kör’le yolculuk yaptı sonra bu genç, Yesrib denilen bölge insanlarına evrensel olan bu daveti götürdüklerinde.
Erkam 17 yaşındaydı Müslümanların ilk buluşmalarında, evlerini onlara açarken. Yemen’e vali olarak atanan Muaz da henüz 17’sindeydi.
Yani İslam dininden bahsediyorum; dinimiz olan İslam’dan. Bir gençlik hareketi olan İslam’dan. Bir devrimci dini olan İslam’dan.
Cafer’de, Peygamberimi’in amcası Ebû Talib’in oğlu, Ali’nin ağabeyidir. Mekkelilerin baskıları sonucu Habeşistan’a hicret ettiklerinde Cafer kral Necaşi’ye hitaben söylediği şu sözler, bir genç olarak onun bilgi ve özgüvenini ortaya koymaktadır:
“Ey Kral! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan cahili bir toplum idik. Bizden güçlü olan, zayıf olanı ezerdi. İşte Allah bize içimizden nesebini, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir Rasûl gönderinceye kadar bu haldeydik. Oysa gönderilen bu Rasûl, bizi, Allah’ı birlemeye, O’na kulluk etmeye, O’ndan gayrı babalarımızın taptığı taş ve putları terketmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, akrabalarla ilişkileri devam ettirmeyi, iyi komşuluğu, haramlardan ve kan dökmekten el çekmeyi emretti ve bizi fuhşiyattan, yalan sözle şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli hanımlara iftira etmekten menetti. Bize yalnızca bir Allah’a kulluk etmemizi ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmamayı emretti, namazı, zekatı ve orucu emretti.” Daha başka İslam’ın emirlerini saydıktan sonra devamla “biz de onu derhal tasdik ettik, O’na inandık ve Allah’tan getirdiğine uyduk. Yalnızca Allah’a kulluk ettik ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık…”
Gerçekten de Hz. Cafer’in çok öz bir biçimde ifade ettiği gibi, Hz. Peygamber, asırlardır süregelen bir cahil ve azgın toplumunu, 23 yıllık peygamberliği süresince huzur toplumuna çevirmeyi başarmıştır. Allah’ın hidayeti ve Hz. Peygamber’in gayretleri neticesinde cehalet döneminin zorba ve müşrik insanlarının, çok kısa sürede gerçekleşen bu toplumsal değişimle, nasıl örnek bir nesil olduklarına tarih şahittir. İşte bu sebeple olmalıdır ki, bazı alimler, “Rasûlullah’ın peygamberliğini isbat için hiçbir mucize olmasa dahi, sadece O’nun (sav) genç arkadaşları bile (bunun isbatına) yeter.” demişlerdir. Yani, O’nun örnekliğiyle bu yeni ve medeni toplumun, hedefi olan gençlikle mûcizevî bir değişime referans olmuştur. Yalnızca böyle bir neslin oluşumu bile O’nun (sav) Peygamberliğini isbat eder.
İslam ve böcekler konusunu nereye mi bağlayacağım? Esma’ya! İlk Müslüman olan genç bayanlardan birisi de Hz. Âişe’nin ablası Esma’dır. Onun adı ilk defa, Hz. Peygamber’in hicret hazırlıklarını sürdürdüğü sırada oynadığı rol dolayısıyla ön plana çıkmıştır. Hicret esnasında Hz. Peygamber ve Ebû Bekir’in üç gün saklandıkları Sevr Mağarasına geceleri yemek taşıyan Esma’dır. İslam’ın azılı düşmanı Ebû Cehil’in de aralarında bulunduğu bir grup gelerek Esma’ya babasının nerede olduğunu sormuş, “Bilmiyorum!” demesi üzerine Ebû Cehil eziyet etmiştir.
Sevr mağarasının İslam ve insanlık tarihindeki önemini bilelim. Hani Yüce Kudretin görevlendirdiği güzel insan ve arkadaşının zalimlerden uzaklaşmaya çalıştıklarında, vatanlarından hicret ederlerken sığındıkları mağaraya… Ki mağaranın önünü kapatan örümcek ağının kıssasını bilirsiniz.
Kısaca Örümcekten bahsedeyim de bir böcek hikayesini burada anlatmış olalım. Bir sonraki yazımızda da Kelebekler üzerinden toplumsal tasnifleme konusunu ele alacağım; baby boomers, x-y-z kuşaklarına…
Kur’an-ı Kerim’de, Arapça ‘örümcek’ anlamına gelen Ankebut adında bir sure vardır. Bu surenin 41. âyetinde, “Allah’tan başka veli edinenlerin hâli örümceğin durumu gibidir. Örümcek de bir yuva yapar; fakat yuvaların en zayıfı örümceğin yuvasıdır-keşke bilseler!” buyurur Cenab-ı Hak. Bu âyetin Arapça metninde, bir şeyi yapan veya edinen anlamında olan ‘ittehaze’ kelimesi ‘ittehazet’ şeklinde geçmektedir. Yani kelimenin sonundaki ‘t’, fiile, dişil anlam verir. Açıkça anlaşıldığı üzere buradan, yuva yapan örümceğin dişi olduğu sonucu çıkar.
1984 yılında, dünyaca meşhur Alman bilim dergisi Kosmos, örümceklerle ilgili özel bir sayı çıkardı. Bu ilginç sayıda geçen şu satırları okuduğunuzda, eminiz çok şaşıracak ve bir Kur’an mucizesine daha tanık olmaktan dolayı, mutluluk duyacaksınız:
“Bahçe örümceğinin ağ yapma ve yiyecek yakalama kabiliyeti, sadece dişi örümcekler için geçerlidir. Yâni İslâm Peygamberi’nin gizlendiği mağaranın girişindeki yuvayı, dişi bahçe örümceği örmüştür. Erkek bahçe örümceklerinin hayatı üzerinde ise pek fazla bilgimiz yoktur. Sadece ağ yapma (yuva kurma) kabiliyetlerinin olmadığını biliyoruz….”
Örümcek, Allah’ın yarattığı mucize canlılardan yalnızca biridir. Örümceğin ürettiği ipek, günümüz teknolojisine yön vermiştir. Örümcek ipi, kendi kalınlığındaki çelikten beş kat daha sağlamdır. Ayrıca çok hafiftir. Örneğin dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı, sadece 320 gr. gelir. Bir örümcek türünün ağ ipliği Amerika’da ameliyat ipliği olarak kullanılmaktadır. Kevlar adındaki dokuma türü, örümcek ağı model alınarak yapılmıştır. Emniyet kemerleri, kurşungeçirmez yelekler bu dokumadan yapılır.
Yeryüzünde yüzlerce örümcek türü vardır. Bu türlerden biri olan “Bolas” örümceği, avını kement atarak yakalar. Bolas örümceği avını iki aşamada avlar. İlk aşamada örümcek, ucunda yapışkan bir madde bulunan ip hazırlayıp pusuya yatar. Bu ipi avı geldiğinde kement olarak kullanır. İkinci aşamada avı kendisine çekmek için özel bir kimyasal madde yayar. Bu kimyasal madde, dişi güve kelebeklerinin, erkek güveleri çiftleşmeye çağırırken salgıladığı “feromon” adlı maddedir. Erkek güve bu kokuya gelir, gözleri görmeyen bolas örümceği titreşimden güveyi fark eder ve kemendini atıp avını yakalar. Ağını yukarı doğru sarar ve… Eğer örümcek avını hemen yemezse, salgıladığı bir ipekle güveyi sarar. Bu ipek sayesinde besini uzun süre taze kalır.
Çölde yaşayan Kapı Tuzaklı Örümceğe de bir bakalım. İlk önce toprağı kazarak bir tünel açar. Salgıladığı bir sıvı ile toprak parçacıklarını birleştirerek oluşturduğu tünelin içini sıvar. Daha sonra salgıladığı ipek ile tünelin içini kaplar. Bu sayede tünelin içi, yüksek çöl ısısına karşı yalıtılmış olur. Tünelin giriş bölümüne, salgıladığı ipekle kapak (kapı) yapar. Bu kapağı bir iple içeri bağlar. Yaptığı kapının önünü toprak ve çalı ile kaplar. Kapağa bağlı olan ipte meydana gelen titreşimden, avının geldiğini anlar.
Bu örümcek türü geceleri avlanır ve dişileri neredeyse hiç dışarı çıkmazlar. Avlarını bile arka ayaklarını dışarı çıkarmadan, ön ayakları ile alırlar. 10 yıl yuvalarından hiç dışarı çıkmadan yaşayabilirler.
Bir de Renk Değiştiren Örümcekten bahsedelim. Bu türler çiçeklerin içinde kendilerini gizleyerek ağ örmeden, çiçeğe konan arılarla avlanırlar. Rahatlıkla çiçeğin rengini alarak gizlenebilirler. Ancak burada çok önemli bir detay vardır; örümcek renk körüdür.
Ya Tekerlek Örümceklerine ne diyelim?Afrika’nın Namibia çöllerinde yaşayan bazı örümcek türleri, herhangi bir tehlike karşısında bacaklarını gövdelerine çekerek vücutlarını adeta tekerlek şekline getirirler. Yağmacı dişi yaban arıları, bu türün en büyük düşmanıdır. Örümcek, yuvasını kum tepelerinin üst kısmına yapar. Yaban arıları yuvasını kazmaya başladığında ise dışarı çıkar; önce hız almak için birkaç adım atıp sonra bacaklarını gövdesine çekerek yokuş aşağı hızla yuvarlanan bir tekerlek gibi kaçmaya başlar. Burada ilginç olan, örümceğin yuvasını her zaman kum tepelerinin üst kısmına yapıyor olmasıdır. Şayet yuvayı aşağı bölüme yapmış olsa, herhangi bir tehlike karşısında kaçmak için gerekli hıza ulaşamaz ve yakalanırdı. Bu yazı yalnızca birkaç örümcek türü ve ipek ipi hakkında ilginç birtakım bilgiler içeriyor. Ancak yeryüzünde yüzlerce örümcek türü ve bu türlerin her birinin farklı avlanma yöntemleri olduğunu düşünürsek, Rabbimizin kudretini bir kez daha anlamış oluruz. Siz de karadul örümceklerini bir araştırın bakalım? Erkeğini yiyen dişileri. Buradan İstanbul sözleşmesine, aile yasamız 6284’e bir gönderme yapalım.
DEVAM EDECEĞİZ ALLAH’IN İZNİYLE!
Fehmi DEMİRBAĞ