Hasan Ağabeye mektup/ 2

Bilal Dursun YILMAZ

26-08-2020 17:07

Hasan ağabeyle ikinci buluşma için Salı gününü iple çektiğimi geçen yazımda belirtmiştim nihayet dün Yüksek Kahve’de Hasan ağabey ve dostlarıyla buluştum. Hasan ağabey önceden uyarmıştı: Yüksek Kahve kıraatlerimiz kış dönemi gibi değil, daha spontane. Kışın kıraate katılan arkadaşlarımız kendi mütehassıs oldukları konularda önceden hazırlıklı geliyorlar dolayısıyla toplantılarımız daha verimli oluyor, yaz dönemi ise rehavet dönemi tabi bir de pandemi koşulları da eklenince Yüksek Kahve erbabı asliyesine tam muvafık bir dönemde değil.  Bu arada kahve ve kıraathane kültürü bizde en fazla yozlaşan, en fazla süflileşen meslek grubuna gireli epey zaman olmuştur zannımca tarihini de araştırmadım ya. Bu konu ayrıca ele alınması gereken üzerinde araştırılma yapılması gereken bir konu fikrimce…

Lakin sadırdan birkaç kelam edersek kıraat; bizim bildiğimiz namazın farzlarından olan bir miktar Kur’an-ı Kerim okumayı ifade eden dini bir kavramdır. Yani kelimenin kökü okuma fiilinden gelir. Birinci anlamı okumak, ikinci anlamı konuşmak ve söylemek manalarını ifade eder. Kıraathane de doğal olarak kitap okunan yer, kütüphanenin sesli müzakerelere açık bir versiyondur. Lakin biz ecnebi cafe kültürüne gelene kadar kıraathaneleri o kadar yozlaştırmışız ki adeta çok affedersiniz birer mezbele haline getirmişiz. Dolayısıyla gençlerimiz kahveyi, kıraathaneyi çok salaş bulup, geyik muhabbeti ile zamanı katletmek için daha şık(mış) gibi gözüken kafelere gitmekteler. Neyse bu hamur epey su kaldırır… Ben bundan sonra yazacaklarıma kahve, kıraathane nedir? Kısa ve kasır cevabımı dikkate alarak devam edeceğim.

Eski Tokat’ın tam merkezinde bulunan bugün ise müze ve millet kıraathanesi olarak hizmet veren Yüksek Kahve mutlaka gidilip görülmesi gereken bir mekân. Lakin anlaşılmaz, muallimsiz bir kitabın manasız bir kâğıt olduğu, rehbersiz bir sarayın da musanna bir taş ve odun yığını olduğu tezinden hareketle bu yapılara değer katan ahşap oymalarından, şirin mimarilerinden ziyade taşıdıkları manevi hafıza ve ruhtur.  O taş, odun ve cam yığınlarına hayat veren onların mazileridir. Eğer bu mazi ile olan rabıtaları koparılırsa kanunların zoraki korumaya çalıştığı, miras yedilerin de çürüyüp yok olmasını dört gözle beklediği içinde baykuşların öttüğü birer virane olurlar. İşte Hasan ağabey de şuan için o en sağlam rabıtalardan birisi olarak hayattadır. Dün takriben 10 km kadar şehirde yürüdüm çoğu malayani… Dolayısıyla gece bacak ağrılarım ve aşırı yorgunluktan uykum gelmedi bir ara Hasan ağabeyi düşündüm; Allah geçinden versin, Allah hayırlı uzun bir ömür versin bugün aramızdan ayrılacak olsa acaba bu hafızayı canlı tutacak yetiştirdiği birileri var mı diye… Evet, kitaplar ve yazınlar bir yere kadar… Hasan ağabey kendisini mütevazılığın da ötesinde sıradan birisi olarak görüyor ki zaten onun kendini böyle görmesi böyle olmadığının en büyük delilidir. Bugün aramızdan ayrılacak olsa dün akşam içinde bulunduğum, birkaç resim ve resim altı yazılarla müze vasfını almış Yüksek Kahve muhtemelen ruhunu kaybedecektir.  Girişte bahsini ettiğim dış görünüşünün bir kısmı Doğu otantizmi ile harmanlanmış içi Batı’nın dolu olmayan yani boş ve avare zihinlerinin hayat sürdüğü bir kafeye dönüşecek… Gerçi orada dün hizmet veren genç kardeşlerimin adını henüz öğrenemedim ama Maşallah her cihetten hoş çocuklardı. Belli ki Hasan ağabeyinin marifeti…

Aslında bugün yazmak istediklerim buraya kadar okumuş olduğunuz şeyler değildi başka bir konuyu yazmak için oturdum irticalen gelişen bir durumla Yüksek Kahve’ye değindim. Gerçi mimari bir şaheser (teknik olarak) olan ve tarihe yaptığı tanıklıkla da müstesna bir yere sahip olan bu mekân es geçilmesi mümkün olmayan bir eser; lakin bugün bu muhteşem esere girmeyeceğim, zaten Hasan ağabey olmadan da giremem ya… O tarihi kültür mirasını Hasan ağabeyle inşallah müstakil bir konu yapacağız. Lakin şimdi yazmak istediğim konuya dönersem zaten uzun yazılarımdan hayli şikâyetçi olan mahdut okuyucularımda yeter ya!  diyecekler… Mevcut hale arız olan bu kısa yazıyla hitam veriyorum…

DİĞER YAZILARI Derdi Dünya Olanın Dünya Kadar Derdi Olur… 01-01-1970 03:00 Bacıma, Karındaşıma Hatice’ye Mektup 01-01-1970 03:00 Baba… 01-01-1970 03:00 Kariyer Planlaması… 01-01-1970 03:00 Benim 28 Şubatım 01-01-1970 03:00 Yazının Başlığını Okura Bırakıyorum… 01-01-1970 03:00 80’li Yılların Çocuklarına Mektup 01-01-1970 03:00 Başlıksız… 01-01-1970 03:00 Hasan Ağabeye Mektup/1 01-01-1970 03:00 Akif Emre’nin ruhuna ithafen… 01-01-1970 03:00 Akif Emre’nin ruhuna ithafen… 01-01-1970 03:00 Korona’ya Mektup/2 01-01-1970 03:00 Korona’ya Mektup 01-01-1970 03:00 Nikâh Şahidim Altaylı’ya* Mektup 01-01-1970 03:00 Selçuk Bayraktar’a Mektup… 01-01-1970 03:00 Kızıma Mektuplar/1 01-01-1970 03:00 Öğrencilerime, Genç Kardeşlerime Mektuplar/1* 01-01-1970 03:00 Kardeşime Mektuplar/1 01-01-1970 03:00 Meşveret, Cemaat, İttihat, İslam 01-01-1970 03:00 Nasihat-i nasihat! 01-01-1970 03:00 Ömer, Kadın, Cinayet… 01-01-1970 03:00 Kürt katliamı mı? 01-01-1970 03:00 Algıyı yönetenler beni bile ele geçirmişler! 01-01-1970 03:00 Kadercilikten Kederciliğe… 01-01-1970 03:00 Gönüllü köleyim! 01-01-1970 03:00 Bizi kim kurtarabilir? -2 01-01-1970 03:00 Bizi kim kurtarabilir? 01-01-1970 03:00 Duygular anlatılabilir mi? 01-01-1970 03:00 Eşcinsel Hareketten Yeni Kurulacak Partilere… 01-01-1970 03:00 Küçük Ama İşlevi Büyük 01-01-1970 03:00 Ak Parti, Gençler Ve Gelecek… 01-01-1970 03:00 Müzminliğin kırılışı! 01-01-1970 03:00 Suskunluk sarmalını kıran adam! 01-01-1970 03:00 Siyez Bulguru Ve Değişen Statü Göstergeleri 01-01-1970 03:00