Meşveret, Cemaat, İttihat, İslam

Bilal Dursun YILMAZ

05-12-2019 09:00

Takriben 13 yaşımda gurbete çıktım.  O yaşa deyin Özal ismi haricinde siyasi bir figür duymamıştım. Hatta siyaset kavramını da duymamıştım, bilmiyordum. 91 seçimlerine kadar Özal’a rey veren babam 91’de yapılan milletvekili genel seçimlerinde Erbakan’a oy vermişti, adı köyde “Erbakancı” olan iki kişiden biriydi.  Benim köyden çıkarken aklımda kalan son şeydi bunlar.

İzmir’e berber çırağı olarak gelmiştim. Çalıştığım yer de, ikamet ettiğim yer de hayatı son derece seküler yaşayan bir akrabamın yanıydı.

O yıllar Türkiye’de İslami faaliyetlerin ivme kazandığı dönemlerdi. 94 yerel seçimlerinde Refah Partisi içinde İstanbul ve Ankara’nın da olduğu pek çok ilde belediye başkanlıklarını kazanmış iktidar alternatifi bir parti konumuna yükselmişti. O dönem hain niyetlerini henüz kimsenin fark etmediği FETÖ  hareketi...t Yamanlar Kolejinde Başbakan Çiller’inde katıldığı büyük çaplı Risalet programları yapıyor, Kombassan ve Yimpaş gibi çok ortaklı büyük şirketler İslami duyarlılığı öne çıkaran söylemleri ile bilhassa Avrupa’da hissedarlar topluyor, önemli özelleştirmeleri satın alıyordu. Yeşil sermaye, yeşil pop ve yeşil kozmetiğin revaçta olduğu o yıllarda ben de bir ergen olarak dünyayı olmasa da Türkiye’yi anlamaya, tanımaya çalışıyordum. Köylü dindarı olan aile yaşamım, fıtratımdaki çekingenlik,  çocuk yaşta gurbete avdet etmem ve akrabalarımın seküler yaşam tarzı beni şehre adapte olmaktan geri koymuştu. Tüm bunları görünce modern seküler yaşama cephe almıştım. Etki tepki kanunu gereği olsa akrabalarımın yaşam stili, geneli göçerlerden oluşmuş ne şehirli ne köylü olan bozulmuş bir mahallede alt gelir ve alt kültür grubunu hedef kitle yapmış berber dükkânında dönen muhabbetler beni alternatifi olana zorluyordu. Berberde olan genel konuşmalar futbol, politikaya dair şeyler ve erkeklere özgü amiyane uçkur muhabbetleriydi. Müessese sahibinin meşrebi neyse doğal olarak o konular yoğun olarak konuşulurdu. Benim patronum olan akrabam da siyaset ve futbol merakı olmadığından üçüncü konu en fazla konuşulan ve haz alınan sohbetti. Bütün bunlar benim kendime, karakterime bir yer edinmeme zemin hazırlamıştı. Çocukluğum, aile özlemim ailemin değerlerine bağlı kalmamı gerektirirken o günlerde bugünkü isimleri aynı olan medyanın harladığı alaşağı dindarlık haberleri, cemaat ve tarikat kavramları, akrabalarımın köydeki yaşamlarından 90 derece dönmelerine duyduğum tepkiler beni İslami konuları öğrenmeye ve İslami grupların eylemlerini anlamaya sevk etmişti. O dönem bu konular beni iyice meraklandırmıştı. O dönemde Milli Gazeteye abone olmuştum çıraklıktan aldığım bahşişlerle gazetenin parasını ödüyordum. Gazetenin her satırını okuyor, okurların gönderdiği içinde edebi bir değerin olmadığı kara mizah türü şiirlerin tamamını ezberliyordum. Lakin patronum o gazeteyi almamı istemiyordu. Onun istememesi gazetenin yayın politikasından ziyade benim bahşiş olarak aldığım paraları gazeteye vermeme olan tepkisiydi. O, “bir daha bu gazeteyi aldığını görmeyeceğim” dese de gazeteyi ona sezdirmeden almaya devam ediyordum. Görmesin diye de gazeteyi erkenden okuyor, buruşturup eski gazetelerin içine atıyordum. Nasıl olduysa bir gün bunu fark etti ve o gazeteyi ağzıma tıkarak yedirmeye çalıştı. İşte o yıllarda babamın hatırası Huzur Sokağı romanını okuyor, başka İslami romanları temin edip okumaya çalışıyordum. Benim merakım kamuoyunda konuşulan, yazılan çizilen, karikatürize edilen cemaatler ve tarikatlardaydı.  Bunlar nedir, kimdir? Ayinleri nasıldır, hakikaten berberde konuşulduğu üzere gidenlere para veriyorlar mı daha bir sürü şey ben bunları öğrenmek istiyordum. Lakin akrabamın yanında çocuk olmam hasebiyle kimsenin beni muhatap aldığı yoktu. Kimse bir yere çağırmayınca ben de bir yere gidemezdim. Henüz 14 yaşımda Refah Partisi Karşıyaka ilçe başkanlığına gidip partiye üye olmak istedim onlarda 18 yaşını doldur üye ederiz dediler öyle kaldı. 95 yılı olacak bir gün benden birkaç yaş büyük birisi beni bir sohbete davet etti. Zaten merakım kat kat artmış dolayısıyla hemen o sohbet grubuna gittim. İlk gün ne okuduklarına ne konuştuklarına bakmadan o dönem için aklıma gelen tüm soruları sorduğumu hatırlıyorum. İşte benim cemaat ve siyasetle tanışmam bu adımla başladı ve sonraki yıllarda devam etti. Fıtratımdaki merak ve ilgimin bu alana yoğunlaşması beni bu konuları araştırmaya sevk etti.

Evet araştırmalarım literatür bilgisine haiz, ilmi metodolojiyi esas alan araştırmalar olmamakla birlikte popüler gündemde yazılanlar çizilenler üzerinden bu konuları irdelemeye çalıştım.

Şimdiden sonra yazacaklarım başlıkla ilgili olacak ama muhtemelen bu yazıya sığmayacak ikiye bölünecek. Elbette bu yazdıklarım bir siyasal tarih, siyaset bilimi ve sosyoloji literatürü taramalarından mürekkep şeylerden ziyade yaşayıp deneyimlediğim, gözlemlediğim şeylerdir. Dolayısıyla eleştirilerin de bu nazarla olması gerekir.

Ben gerek dünyada gerekse Türkiye’de İslamlığı esas alan faaliyetleri, genel olarak üç ana kategoriye ayırırım; birincisi tasavvuf, ikincisi siyasal İslam, üçüncüsü cemaattir. Elbette bu üç kavram birbiri içinde dercedilmekle birlikte doğrudan sosyolojik bir olgu olarak da ayrıca değerlendirilmektedir. Üç ana ekol içinde birbirine geçişler şüphesiz var olmakla birlikte her üçünün de mesleki farkları vardır. Bir de bu üçünden de bağımsız şahıs eksenli dönem dönem vuku bulan cereyanlardan söz edilebilir. Bunların entelektüel varlıkları ve etki alanlarının gücü bazen sözü edilen üç ekolden de daha etkin olduğu dönmeler olmuştur. Fakat toplumsal tabana yayılamamaları onları devamlı kılmamıştır. Şunu başta belirtelim yukarıda belirtilen bu üç ana ekol de İslam peygamberi Hz. Muhammedi kendine rehber yapmıştır. Tasavvuf peygamberin zikir ve ibadet yönünü (enfüsi âlemini), siyasal İslam hilafet ve liderlik yönünü, cemaatte iman ve itikat yönünü temel esas olarak almışlardır. Tabiiki iman olmadan ibadet, ibadet olmadan İslami yaşam olmayacağı savından hareketle hepsi birbirinin mütemmimidir. Yani birbirinin tamamlayıcısıdır.

Tasavvuf tarikat yoluyla, siyasal İslam hilafet ve saltanat yoluyla, cemaatte ilim yoluyla intişar ede gelmiştir.

Tarikatlar hicretten takriben 400-500 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Çok türlü tarikler olmakla birlikte bugüne kadar varlığını güçlü şekilde devam ettiren Kadiriye ve Nakşiye ve bugün ardıllarının varlığı muamma olan Yesevi ve Bektaşi gibi ekollere adını veren kişilerin geçmişine bakılınca tarikatın tarihi geçmişi de ortaya çıkmaktadır. Lakin tarikatların müntesipleri Hz. Ebubekir’i pir ittihaz ederler o da ayrı bir mevzudur (bu yazıda son 50 yıl üzerinden değerlendirmeler yapılacaktır).

Siyasal İslam kavramı ve tarihi süreç çok karışık olmakla birlikte kavram, Abdülhamit devri siyasetinde dünya siyaset literatürüne girerek isimlendirilmiştir (bu yazıda son 50 yıl üzerinden değerlendirmeler yapılacaktır).

Cemaat; neşir ve tebliğ modelini Ashab-ı Suffe’ye dayandırmakta ve ilim yolunu esas ittihaz etmektedir (bu yazıda son 50 yıl üzerinden değerlendirmeler yapılacaktır).

Şahsi hareketler Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Muhammed İkbal, Mehmet Akif ve daha birçok şahıs etrafında cereyan ettiğinden bunlara ayrıca girmeyeceğim.

Türkiye’de Cumhuriyet döneminde devrim kanunları gereği resmen tekkeleri ve kurumları lağvedilip, dağıtılan tarikatlar bir süre yer altına inmiş, geniş kitlelere ulaşamasalar da varlıklarını bir şekilde devam ettirmişlerdir.

Siyasal İslam hareketi de tek partili dönemde düşünce ve aksiyon adamlarını ya idam ya da sürgün yoluyla kaybetmiş, inkıtaa uğramış kurumsallaşmasını 50’lerden sonra ancak gerçekleştirmeye başlamıştır.

Cemaat ise diğer iki ekolün aksine Cumhuriyetin ilk yıllarında devrim kanunlarının tüm müdahalelerine rağmen (alfabenin kaldırılması, tekke ve zaviye, tedrisat ve kıyafet kanunu gibi vesaire ) tek partinin tek hedefi olmuş fakat yeraltına inmeden bütün engelleme ve yok etme girişimlerine rağmen faaliyetlerini aşikâre sürdürmüştür. İlk olarak kuvveden fiile 1930’lu yıllarda çıkmış o gün bugündür kendi içinde birçok meşrebe ayrılmış, dünyanın dört bir tarafına yayılmış Bediüzzaman Said Nursi’nin başlattığı bir harekettir. Hareketin mihenk noktası kitaba dayalı bir teşekkül olması ve faaliyetlerini meşveret üzerine inşa etmesidir.

Bu hareketin enteresan noktası müellifin kendi üç dünyası (eski, yeni ve üçüncü Said) olmasıdır. Bu üç dünya yukarıdaki üç ekole de tekabül ettiği söylenebilir. Nu biraz karışık durum şöyle ki…

Yazının ana kısmı bir sonraki yazıya kaldı.                                                                              

Bilal Dursun YILMAZ     

DİĞER YAZILARI Derdi Dünya Olanın Dünya Kadar Derdi Olur… 01-01-1970 03:00 Bacıma, Karındaşıma Hatice’ye Mektup 01-01-1970 03:00 Baba… 01-01-1970 03:00 Kariyer Planlaması… 01-01-1970 03:00 Benim 28 Şubatım 01-01-1970 03:00 Yazının Başlığını Okura Bırakıyorum… 01-01-1970 03:00 80’li Yılların Çocuklarına Mektup 01-01-1970 03:00 Başlıksız… 01-01-1970 03:00 Hasan Ağabeye mektup/ 2 01-01-1970 03:00 Hasan Ağabeye Mektup/1 01-01-1970 03:00 Akif Emre’nin ruhuna ithafen… 01-01-1970 03:00 Akif Emre’nin ruhuna ithafen… 01-01-1970 03:00 Korona’ya Mektup/2 01-01-1970 03:00 Korona’ya Mektup 01-01-1970 03:00 Nikâh Şahidim Altaylı’ya* Mektup 01-01-1970 03:00 Selçuk Bayraktar’a Mektup… 01-01-1970 03:00 Kızıma Mektuplar/1 01-01-1970 03:00 Öğrencilerime, Genç Kardeşlerime Mektuplar/1* 01-01-1970 03:00 Kardeşime Mektuplar/1 01-01-1970 03:00 Nasihat-i nasihat! 01-01-1970 03:00 Ömer, Kadın, Cinayet… 01-01-1970 03:00 Kürt katliamı mı? 01-01-1970 03:00 Algıyı yönetenler beni bile ele geçirmişler! 01-01-1970 03:00 Kadercilikten Kederciliğe… 01-01-1970 03:00 Gönüllü köleyim! 01-01-1970 03:00 Bizi kim kurtarabilir? -2 01-01-1970 03:00 Bizi kim kurtarabilir? 01-01-1970 03:00 Duygular anlatılabilir mi? 01-01-1970 03:00 Eşcinsel Hareketten Yeni Kurulacak Partilere… 01-01-1970 03:00 Küçük Ama İşlevi Büyük 01-01-1970 03:00 Ak Parti, Gençler Ve Gelecek… 01-01-1970 03:00 Müzminliğin kırılışı! 01-01-1970 03:00 Suskunluk sarmalını kıran adam! 01-01-1970 03:00 Siyez Bulguru Ve Değişen Statü Göstergeleri 01-01-1970 03:00