Yücelerden Adem atamıza verilen allemel esma yani bilgi anlayış ve görüş uyanık ademoğluna verilen ikinci gizli bir ilahi gözdür. Böyle bir gözün bilgisi anlayışı ve görüşü anlamsız savaşları hırsları kıskançlıkları bir anda bitirdiği gibi garezi aradan kaldırır. Dünyayı ve içindeki cazibeyi ehemmiyetsiz gösterdiği gibi ahireti çok ehemniyetli gösterir..
Bu göze sahib olanlar hadiselerin ardındaki hakikati önceden görür. Bilgiden maksad zati görüş sahibi olmakdır. Bilgi ancak görüş sahibi olana kadar bir işe yarar. Ondan sonra hale geçilirlir. Hz pir Mevlana haber ile görüş hakkında herkesin seviyesine sunduğu izah, düşünen insan için çok mühimdir..
''Zaten haber'de görüşe göre saçma sapan bir şeydir! Bu haberler, hep görüş yerine geçer, görüş olmayınca habere ehemmiyet verilir... Göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde olmayandan haber verilir!Birisi görüş makamına vardı mı artık bu haberlerin onca hiçbir değeri yoktur.Sevgiliye ulaştın, onunla düşüp kalkmaya başladın mı kılavuzları affet artık!
Çocukluktan geçip adam olan kişiye mektup da soğuk gelir, kılavuzluk eden kadın da! Mektubu okusa bile bilmeyenlere öğretmek için okur... Söz söylerse bile anlatmak için söyler! Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadır... Çünkü bu bahis bizim gafil olduğumuza noksanlığımıza delâlet eder. Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir. “Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir. Can gözü açık olan kâmil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma! Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak söyle!
GÖRÜŞ SAHİBİ OLMAK
Bu görünen güneş, o güneşin önünde adeta güneşe karşı zerre nasıl görünürse öyle görünür! Âlemi aydınlatan, parlatan bu güneşin gözü, o güneşi görünce kamaşır şaşırır kalır! Arşın nuruna... Arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün! Göze Allah’tan bir (görüş )kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun! Allah, öyle bir kimyager dir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...Öyle bir görülmedik iksirivardır ki karanlığı güneş haline getirmiştir.
MARİFET ASLI GÖRMEKTİR
Padişahlar, Allah saltanatına mazhardır; bilgi sahipleri, Allah bilgisinin aynasıdır. Bu alem o mekansızlık aleminin bir aksinden ibarettir. Bilki bu gökler ,yüce göklerin aksindendir. Çünkü bu aksi, beş duygu alemiyle altı cihet alemine veren odur .Akis gözde ne kadar kalabilir ki? Ey eğri gören,aslı görmeyi kendine hüner yap..! Yüce Allah yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti. Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi? Zamanlar, zamanların üstüne geldi; hepsi be birer birer gelip geçti. Fakat şu manalar, daimi ve hep O.! O ark taki su kaç kere değişti.
GÖRÜŞÜNÜ YANİ DÜŞÜNCENİ DOĞRULT İYİ BAK
Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarından dır.Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda! Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, hâlbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir. Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
GÖRÜŞÜN GERÇEKLEŞMESİ
Aynayı herkes sever; herkes sıfatlarının aynasına, herkes, kendine fayda veren şeylere âşık olur; fakat yüzündeki gerçekten haberi bile yoktur. Yüzündeki peçeyi yüz sanır. Örtü altındaki ayna, yüzünün aynasıdır senin... Yüzünü aç da, yüzünü görecek aynayı bul da sence benim ayna olduğum anlaşılsın.
(Hz Mevlânâ) dedi ki: Bu sözü şakacıktan mı söylüyorsun, yoksa sen de böylemi görüyor da söylüyorsun? Böyle görüyor da söylüyorsan varlıktaki görüş gerçekleşmiş demektir; görmekse varlıktaki en üstün, en yüce şeydir, aynı zamanda da peygamberleri gerçek bilmedir. Çünkü onlar da gördüklerini iddiâ etmişlerdir ki sen de onu ikrar etmedesin.
Sonra görmek, görülenle meydana çıkar; çünkü görmek, insandan taşan, birşeye ulaşan işlerdendir. Görmek için kesin olarak görülen gerek. Görülen, istenendir, görense isteyen; yahut da tersi olur bunun. Şimdi inkârınla isteyende sâbit oldu, istenen de, varlıktaki görüş de. Allahlıkla kulluk, nefyinde ispat olan bir kaziyedir; demek ki kesin olarak sübûtu vâciptir.(Fihi Ma Fih)
CÖMERTLİK TÜM KARŞILIĞI GÖRMEKTİR
Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir. Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen,Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder.” dedi. Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir.
Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır. Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir. Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz. Şu halde cömertlik gözden gelir, elden değil. İşe yarayan görüştür, gözü açıktan başkası kurtulamaz.
GÖRÜŞ NURUNUN NİŞANESİ ''HATALARINI GÖRMEKTİR''
Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler. Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün. Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır. O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”
.ŞİMDİ İŞ SAHİBİNİNİ VE YURDUNU GÖRMEK İSTİYORSAN
Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle. İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin. Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa. Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki. Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün. Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin.Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu. Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi. O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
HZ PEYGAMBERİN GÖRÜŞÜ
Hz Peygamber, Mekke’yi fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya sevgisiyle ittiham edilir? O öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraç’ta) yedi göğün hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı. Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur. Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki: O, Allah ululuğuyla, Allah celâliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye, bu makama Allah ehli bile yol bulamaz. “Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber erişebilir, ne melek, hattâ ne de ruh” dedi. Artık düşünün anlayın! “Göz Allah’dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi” sırrına mazharız, karga değiliz; âlemi renk renk boyayan Allah sarhoşuyuz; bağın bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!
Göklerin, akılların hazineleri bile Peygamber’in gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse. Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin! Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer. Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün.O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör! Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Allah eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır Be inatçı, İblis’in oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer? Ben köpek değilim, Allah aslanıyım. Allah aslanı suretten kurtulandır..
GÖRÜŞDEN GÖRÜŞE FARKLAR VAR
Dünyada tahsille, bellemekle elde edilen her bilgi, «bedenler bilgisi»dir. Ölümden sonra meydana gelen bilgiyse «dinler bilgisi»dir. «Ben Tanrıyım» bilgisini bilmek «bedenler bilgisi»dir; «Ben Tanrıyım» olmak, «dinler bilgisi»dir. Mum ışığını, ateşi görmek «bedenler bilgisi»dir; ateşte yanmak, mum ışığında yanıp erimek «dinler bilgisi»dir. Görülen herşey «dinler bilgisi»dir; bilgiyle ilgili olan, bilinen herşey «bedenler bilgisi»dir.
Hani dersin ya, gerçek, görüştür, görmektir; bundan öte bütün bilgiler, hayal bilgisidir. Meselâ bir mühendis düşünür, bir medrese kurmayı hayâlinde canlandırır. Bu, bir düşüncedir; doğrudur da; fakat hayâldir. Medreseyi kurduğu, yaptığı zaman gerçek olur.Şimdi hayâlden hayâle de farklar var. Abû Bekr'in, Ömer'in, Osmân'ın, Alî'nin hayâli, sahâbenin hayâlinden üstündür. Hayâlden hayâle çok fark var. Bilen bir mühendis, bir ev kurma hayâline düşer;mühendis olmayan da hayâllenir; arada büyük bir fark var; çünkü mühendisin hayâli, gerçeğe daha yakındır. Bu yanda hayâlden hayâle çok uzun yol var, çok büyük fark var; o yanda da gerçekler âleminde, görüş âleminde, görüşten görüşe farklar var; hem de sonadek sürer-gider bu.
Hani derler ya, yedi yüz perde var, karanlıklardan, yedi yüz perde var, ışıktan... Hayâl âleminden olan herşey, karanlık perdesidir; gerçekler âleminden olan herşey, ışık perdesi. Fakat hayâl olan karanlık perdeleri arasında fark olmadığı gibi pek de lâtif olduklarından gözle de görünmez o perdeler. Görüşten görüşe bu kadar büyük, bu kadar derin fark olduğu halde gerçekler âleminde de o farkı anlamaya imkân yoktur.
GÜNEŞİN ARDINDAKİ MAKSADI ANLAMAK
Herşeyi güneş gösterir. Neyi görmek istersek güneşin ışığıyla görürüz. Güneşin ışığından maksat, herşeyi göstermesidir zâti. Ancak şu güneş, işe yaramayan şeyleri gösterir. İşe yarayan şeyleri gösteren güneş, güneşin gerçeğidir, gerçek güneştir. Bu güneş, o gerçek güneşin parça-buçuğudur, o gerçek güneşin geçici bir şekildir. Artık siz de, parça-buçuk aklınız miktarınca şu gönül güneşinden bir ışık elde edin, bilgi ışığını isteyin de baş gözüyle görünemeyen şeyler görünsün size, bilginiz artsın.
Her ustadan, her dosttan bir şey anlamayı, bir şey bellemeyi umun. Demek, anladık ya, şu görünen güneşten başka bir güneş var ki anlamlar, onunla meydana çıkıyor, gerçekler onunla görünüyor. Şu kaçıp sığındığın, onunla hoşlaştığın parça buçuk bilgi, o büyük bilgiden, o bilginin ışığı. Bu ışık, seni o büyük bilgiye, o asıl güneşe çağırıyor. «Onlardır uzaktan seslenilenlerin ta kendileri.» Sen bu bilgiyi kendi yanına çekiyorsun. Oysa diyor ki: Ben buraya sığmam; sen de oraya geç varırsın. Benim buraya sığmama imkân yok; senin oraya gelmen de zor. Fakat imkânı olmayanı meydana getirmek mümkün değil; değil amma zoru başarmak mümkün. Zor amma çalış-çabala da ulu bilgiye (güneşe ve gönle) ulaş. Onun buraya sığacağını umma; buna imkân yok.
BİR GÖZ VARDIR İKİ ALEMİDE GÖRÜR
Köpüğü gördün ya, icat denizi de seyret.
Gör, gör ki sende yalnız bu görüş, bu bakış işe yarar.
Bütün bu bedenini bakışta erit,
bakışa yürü, bakışa git, bakışa var!
Bir bakış vardır, iki alemi de görür,
padişahın yüzünü de.
Bu ikisinin arasında sayıya sığmaz fark var.
Gizli şeyleri Hak bilir ama gözüne bir sürme ara.
Yokluk denizini anlattık, duydun ya.
Çalış da daima bu denizde ol.
Çünkü tezgahın aslı yokluk alemidir;
orada hiçbir şey yoktur, bomboştur,
oranın nişanesi bulunmaz.
Bütün ustalar, işlerini göstermek için
yokluğu ve sınıklık yurdunu ararlar.
Ustaların ustası Hakkın da tezgahı yokluktur.
Nerede yokluk fazlaysa orası Hak tezgahıdır,
Hak işi oradadır.
Yokluk, en yüksek derece olduğundan,
yoksullar oraya vardılar, öndülü aldılar.
Hele bedenini malını yok etmiş derviş hepsinden ileridir.
Fakat iş beden yokluğundadır, dilencilikte değil.
Dilenci malı bitmiş kişidir; kanat sahibi ise
bedenine kıyan kişi. Artık dertten şikayet etme.
Çünkü dert, insanı yokluğa sürüp götüren rahman bir attır.
Ben bu kadarını söyledim ötesini sen düşün.
Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret.
Zikir, fikri titretir, harekete getirir.
Oğul ne kabul edilmeyi düşün, ne red edilmeyi.
Sen daima emri nehyi gör gözet.
Derken cezbe kuşu,
birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir.
Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür.
Gözler, perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı
bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan,
dışa bakar içi görür. Zerrede ebedi varlık güneşini görür,
katrada bütün denizi.!