Yarına Samimiyet Bırakmak

Ümit Zeynep KAYABAŞ

03-09-2018 12:17

Samimiyet, insan oluşun başladığı noktadır. Dostluklar bu noktanın etrafında döner. İnsanı değerli kılan, unutulmaz yapan samimi duruşudur.sam

 Ve İyilik evini oluşturan parçalar, birbiri içine öyle titiz yerleştirilmiş ki; birinde hafif bir sallantı vuku bulduğu an, diğerleri hemen yıkılmaya başlar. Sonrası duygu iflası, hissizlik, sevgisizlik yani insansızlık! Susuşlarda  isyan ve küfür. Kendini dünyaya zimmetleyen insan, samimiyet duygusundan çok uzaktadır. O kişi menfaatinden başka bir şey düşünmez. Çağın kirli akışı; riya, yalan, su-i zan yani hayvani güdüler. Bunlar ile yaralanan kalpler. Nasır tutan hislerimiz, sessizliğimiz ve kaçışlarımız. Adını koyamadığımız yalnızlığımız. Yılgınlığımız, korkularımız, içimize itirazlarımız! Taşmaya dahi tereddüt etmeyen halimiz. Kör bir bıçak ve kan lekesi, hikâyenin boyunu kısaltan. Ya da ölüm gibi bekleyiş, Jurnal da.

 Bizi engelleyen şeyin ne olduğunu bilemeyecek kadar sevgiye savunmasız kalışımız. Fotokopi ile çoğaltılan, mono roza şiirini ezberleyişimiz. İnsan bazen bir muammadan da öte.

Pencereler hep aynı yöne açılıyor; acıya. Neden, niçin demek bile istemiyoruz.  Ama bir şiirin dizesinde, dirilebiliyoruz.  ‘Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak’ ne kadar samimi, ne kadar içten!

Şiirlerin gizemini ülke bilmek, bilinmezliğe sarılmak, bir çocuğun gözyaşını şiirden silmek. Hatırlar ne kadar tanışsa, acılar o kadar yakıcıdır…

Samimiyetin özünden ayrılanlar,  bu insanlık dışı ağın içinde insanlığa ağıt yakarlar ama kendi kirliliklerini görmezden gelirler. Samimiyetin rengi beyazdır. Lakin renkler o kadar kirlenmiş ki beyaz sadece isim olarak kalmıştır. Belki de en üşüdüğümüz renk oldu beyaz. Tezatlığımız, ayrıksı duran hislerimiz ve bir yanı eksik olan gölgemiz. Sorgulanmayan samimiyetimiz ve üç noktalarımız… 

Samimiyet bir çağrıdır. Yaratıcının kula seslenişidir ve insan o sese tutunur. Güven, teslimiyet dinin tamamlayıcı olan güzel ahlak, tutunuş biçimin özetidir.

Bakara suresi 34. ayeti, insan oluşun özünü, samimiyeti temsil eder…

-      Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).   

          -‘ Hani biz meleklere demiştik ki: - Adem’e secde ediniz

          – onlar da hemen secde etmişlerdi. Yalnız iblis(şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştur.

Allah’ı  ( c.c.)  zikir ile mükellef olan meleklerin, secde anı samimiyettir. Buradan açılan kapı da teslimiyet.   Aşk, teslim oluşu arzular.  Ve aşkın katlarında kemale ermek; zor ama keyifli.  Hakiki aşk; aşığı, teni ve ruhu bir kılıp, temaşa ettirir ki Peygamberimiz’ in (s.a.v) Miraç hadisesi;  sırların açıldığı, görme eylemini gerçekleştiren gözün, bütün bedene yayıldığı bir kavuşma anıdır!

 Aşk çağlayanında kaybolmaktır bu… Teslimiyet ile kalbin aydınlanması, hazdır. Aşk, bağlılık heyecanı ile demlenir.   

Her şeyi geride bırakıp, samimiyet ile baş başa kalışın adıdır, secde. İnsanın başlangıcına secdeyi koyan Allah (c.c.)  samimiyeti kullarına göstermek istedi. Secde, kişinin kim olduğunu hatırlayışıdır.  Ait olduğu yeri anmasıdır ve aşka, aşk katmasıdır…

Yarına samimiyet, aşk,  secde, ihlas bırakmalıyız.  Yani bizi biz yapan akışı, insanlığın özünü.

Çağımızdaki teslimiyet, renk değiştirince samimiyet de yok olmaya başladı. Ve aşkın süfli bir duygu gibi ihya edilmesi garip, yıkıntı, travma…

Bir anda parlayıp,  bir anda sönen duygular geçici hevesler, insanın yarım kalmış yanlarının tatmin edilişidir. Güzel duyguların, hunharca  yok edilişi, hastalıklı ilişkilerin çoğalması ile karakterde dengesizlik ve herkeste bir yakınma, bir arayış, bir hasret. Bazen korku ve tiksinme…

Sonrası güvensizlik ve samimiyete özlem… Oysa aşk huzurdur.  Gün batımı renklerinin dile dokunuşu, baharın soluğu ve kar beyazından düğümler ile iki gönlün huşu içinde birbirine yakınlığı. Aşk, soluğun kesilişi. Aşk, mavi ülkelerin haz barınağı, uzağın yakınlığı, hararet ile çoğalma ve tek bir kalpte yok olmadır…

Ve peygamberimiz  ‘ din, samimiyettir buyurmuştur’ ( Müslim, İman95 Hadis No: 55)

Bir Müslümanın samimiyetten uzaklaşma lüksü yok.  Yarına huzur ve mutluluk bırakmak için hal ile yaşanmalı din.

Samimiyeti özlüyoruz…

Riyasız, gösterişsiz saf duru bir yaşam tarzını yüklenmiş insanlara ne çok ihtiyacımız var. Ne yazık ki içtenlik özlemimiz oldu. Hep yanıldık. Hep sustuk. Anlamak, hissetmek zorlaştı. Betonların içinde, katılaşmış duyguların esiri olduk.  Neden duyguların en güzelini, en hızlı bir şekilde tüketiyoruz ki!

Bu ne zillettir böyle! Hepimiz samimiyetten dem vuruyoruz, anlatıyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz ama samimiyeti özlüyoruz.

Çocukluğumuzdaki masumiyeti arıyoruz.  Kendi yaptığımız oyuncakları, sofradan doymadan kalkışlarımızı, başucumuza astığımız bayramlıkları , yamalı pantolonlarımız ile huzurlu olduğumuz zamanı özlüyoruz.  Meyve ağaçlarından inmediğimiz günleri, simit sattığımız, ayakkabı boyadığımız hayatımızı… Peki, herkesin samimi olduğu o günlerin huzurunu şimdi bulabiliyor muyuz? Yalan söylemenin ayıplandığı, komşuların birbirine saygı duyduğu, herkesin birbirine sahip çıktığı anları, sofrasına oturduğumuz Fatma, Ayşe teyzeyi özlüyoruz….

Belki gaz lambasında ders çalıştığımız günleri, arada geceye fısıldadığımız şiir dolu anların hasretini çekiyoruz. Biz kaybettiğimiz samimiyeti özlüyoruz.

Biz aslında sanal olmayan, gerçek olan dostlukları özlüyoruz.

Samimiyetin merkezde olduğu bir iletişim; yorgunluk, bıkkınlık vermez. Bilakis canlı ve diri tutar. Samimi iletişimde gönül hep rahattır, kalp mutmaindir. Ve her gün katlanarak yaşanır.  Mutluluk insanın, insanda zenginleşmesi, aynı acıyı, hüznü, sevinci hissetmektir. Mutluluk, mesafesizliktir. Birbirine sıkıntı vermeyen iletişimler özlemimiz oldu. Herkes geçmişin o saf, duru, çıkarsız dostluklarını arıyor. Fitneden uzak içinde haset olmayan, sizi siz olduğu için seven dostlukları… Menfaatin bulaşmadığı, marazi hallerin uzağında, kulağa Mevlâna ve Şemsi fısıldayan dostlukları.

Hayat kısa deriz hep. Ama kısalığı algılamamak için de direniriz. Zira gerçekte hayatın  ansızın kapanan, bir an olduğunu idrak etsek, bu denli kıramayız birbirimizi. Samimiyetsiz, dürüstlükten uzak, küstahça üsluplar ile ayıp arayarak, yara olmazdık birbirimize. Dile dur demesini bilirdik. Fani olarak görebilseydik yeryüzünü, ölüm ve saat arasındaki ilişkiye yakın olabilseydik; su-i zanlar biriktirip, kirletmezdik ruhumuzu. Hoş görü içinde ikazlar yapar, dostlukları kaybetmezdik.

Dağların üzerinde çakan şimşek gibi dikilmezdik birbirimizin karşısına, bahar sakinliği ile tutardık ellerimizi.  Bize ne oluyor diyebilmemiz için, yarına ne bırakıyorum diyerek öz kültürün güzelliği ile süzmezsek duygularımızı, insan olan yanarımızı da yitiririz. Mutsuz, ruhsuz yaşayan bir ölüden farkımız kalmaz.

Samimiyet dil değiştirdi…  İnce düşünmeye zaman yok gibi. Telaşlar biriktiriyor insanlar birbirine. Hassas, düşünceli yürekler  eskide kaldı.

Bugün kültürlü, ilim sahibi kişiler de küfürlü cümleler bırakıyor yarına.

 Bu kadar kimliksizleşmeye, değer yargılarımız bir anda silinişine bir mana veremiyorum.  Hırs denilen o illet şey, insanın güzelliğini yok ediyor.

Öz ile kuşatılmış, ama öze muhalif kimliği taşımak;  acı ve ürpertici. İşte kaybederse insan samimiyetini dünyada, dünyanın dibine doğru yol alır.

Kendine sağır, kendine zindan maskelerden nasıl kurtulmalı insan diye düşünmeliyiz ciddi ciddi!

Doğruyu savunurken, yanlışın şeklini almak; yarına yıkım bırakmaktır. Oysa omuzlarındaki ağırlığı hissederek büyüdük biz. İnsan olma ödevini yüklendik, kalemi sahiplendik. Aynı yere bakıp, aynı dertlere tutunup, aynı yerden birbirimizi nasıl kırabiliyoruz!  Bu savurgan karakter, niçin yapıştı içimize demeyi bilmeliyiz artık! Biz merhameti kaybettik.

Dünyadayken kendini sorgulayan, derviş yürekli insanların dualarını örtersek üzerimize huşu ile tamamlarız ömrü. Ve yarına sağlam bir duruş bırakmış oluruz. Samimiyet yitirildikçe, gerçek farklı gözükür.   Herkes kendi boyutundan inceler gerçeği. Bizim gerçeğimiz, samimiyettir oysa. Her şeyi eskittik.  Birbirimizi bağışlamayı unuttuk. Hatta eksiklikleri tevazu ile yapıcı bir dil kullanarak  onarmayı da  unuttuk.. Kıymeti, değeri, ölen arkadaşlarımızın arkasından yaktığımız ağıtta hatırladık. O da birkaç gün… Dijital çağın vebası; unutmak, tüketmek, silmek…

Yusuf un kardeşlerini affetmesi, samimiyettir.  Birebirimize Yusuf un bakışları ile bakmaya ne çok ihtiyacımız var.

Balığın karnında Yunus’un (a.s.) okuduğu dua ihlastır:

‘La ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minez-zalimin ‘  diyerek ihlas ile Hakkı anan Yunus’un (a.s.) kalbine değmeli, kalplerimiz…

İçimiz Yunus çağrısı olmalı! Denizin güneşi dokunurken kirpiklerimize, kalbimiz aşk cennetine ram olmuş o heyecan,  o hararet ile ‘ya hu!’ diye seslenirken göklere,  unuttuğumuz her şeyi hatırlamalıyız o eriyişte… 

Samimiyet, aşk makamıdır…

Hz. Peygamber’i ( Sav.)  Sevr mağarasında yalnız bırakmayan, Ebu Bekir in titreyişi dostu için, endişe edişi…

 Evet, bizim imanımızın köklerinde, bu mağara hikâyesi yatmaktadır. Ruhun pencereleri ‘ korkma’  sesine açılan ve burada sükûta eren, emaneti koruyan, vefadan ayrılmayan, dostluk coşkusu. Tuttuğu el ile yürüyüş, beraber oluşun hazzı ve bir mağara duası. İki dostun kalbinde, kalplerin sahibi…

Bu zaman aralığına yemin gibi sarılış, gözleri bir başka boyuta taşır. Mağaranın esrarı görmeyi de bitirir. Burada anlamak, hissetmek, bakmak tatmak farklı bir lezzettedir.  

Yarına mağaranın samimiyetini bırakmalıyız.

Necip Fazıl’ın  ’Ah  samimiyet, ah samimiyet; senin olmadığın yerde hiçbir şeyin gerçeği  kalmıyor! ‘ deyişi ile yenilenmeli yürekler.

Hakikatin nefesine ne çok ihtiyacımız var. Belki çok yıprandık, yorulduk, kırıla kırıla büyüdük ama içimizdeki samimiyet umudunu hiç kaybetmedik. Belki de şairlerin yüreğimize sert, etkili dokunuşlarına ihtiyacımız var. Biz samimiyeti, dostluğu, sevgiyi şiir gibi yaşamayı arzulayan, bir milletiz…

‘Her şey zayıflar, yok olur gider bir gün. Bir şey kalmalı bizden’ diyor Andre Biton .  

Gerginliğin karşısına dikilecek bir duyu bırakmalıyız; şeffaf, onurlu ve asaleti temsil eden. Bizden geriye samimiyet, içtenlik kalmalı. Evet, biz insanlığı bırakmalıyız  insanlara…

Ümit Zeynep Kayabaş

 

 

DİĞER YAZILARI Güven Zor Bir Duygudur… 01-01-1970 03:00 Sabır Sanatı! 01-01-1970 03:00 Dijital Çağda Edep… 01-01-1970 03:00 Sanat Günlükleri ve Sezai Karakoç… 01-01-1970 03:00 Müslüman’da Adalet… 01-01-1970 03:00 Tarımda problemler ve toprak disiplini… 01-01-1970 03:00 Bir duruşu olmalı iyiliğin de… 01-01-1970 03:00 Nafaka mağdurları, şiddet ve aile… 01-01-1970 03:00 Doyumsuzluk Şehveti… 01-01-1970 03:00 Vicdan Ve İsraf 01-01-1970 03:00 Kadına şiddet, ahlak ve adalet zayıflığıdır! 01-01-1970 03:00 Kültürde Çürüme, Moda İle Tükenme… 01-01-1970 03:00 Sevginin samimiyeti ve mutluluk… 01-01-1970 03:00 Erkek Ve Kadın Üstünlüğü İle Yıkılan, Parçalanan Aileler… 01-01-1970 03:00 Ahlaki paradoks 01-01-1970 03:00 Müslüman’ın Ego İle İmtihanı 01-01-1970 03:00 İstanbul Ve Adalet… 01-01-1970 03:00 Aile Birliğini Bozan Medya Ve Boşanmalar… 01-01-1970 03:00 Üretemiyoruz, Birbirimizi Suçluyoruz Ve Yalnızlaşıyoruz… 01-01-1970 03:00 Kendini hesaba çeken insan ve “Çağrı” 01-01-1970 03:00 Şehir Ve İnsanca Yaşama Sanatı… 01-01-1970 03:00 Çalışan kadın sorunu ve aile… 01-01-1970 03:00 Harem-i Şerif’te selfie ve tüketim… 01-01-1970 03:00 Huzuru nasıl tüketiyoruz! 01-01-1970 03:00 Paris’i selamlayan kitaplar… 01-01-1970 03:00 Şehir Kimliği Ve Aile… 01-01-1970 03:00 Toprak huzuru ve tarımda çöküş… 01-01-1970 03:00 Nerede o eski dostluklar mı diyoruz… 01-01-1970 03:00 Avrupa’da Müslüman Aileler, Kadınlar Ve Çocuklar… 01-01-1970 03:00 Başörtüsü Ve Medeniyet… 01-01-1970 03:00 Gençler Kültüründen Kopmuyor, Koparılıyor… 01-01-1970 03:00 Nokta kadar menfaat için, virgül kadar eğilme! 01-01-1970 03:00 Televizyon Dizilerinin Aileye Etkisi… 01-01-1970 03:00 Sosyal Medya Çılgınlığı… 01-01-1970 03:00 Hayaller Ve Gerçekler… 01-01-1970 03:00 Anne, Kadın Ve Şiddet… 01-01-1970 03:00 Gençlik, Bizler Ve Doğruluk… 01-01-1970 03:00 Ramazan’da yardım kolisi geleneği ve belediyeler 01-01-1970 03:00 İnternet, mahremiyet ve gençlik! 01-01-1970 03:00 Arayış İçinde Olan İnsan Halleri… 01-01-1970 03:00 Erguvan, Diriliş Ve İstanbul 01-01-1970 03:00 İç yolculuğumuz Anne Rızası, Umut 01-01-1970 03:00 Kin ve öfke; Kalbin Hesaplaşması 01-01-1970 03:00 Paris’te şiir ve şiir ne istiyor? 01-01-1970 03:00 İyilik Tutulması Ve Azalan Bereket 01-01-1970 03:00 Gençler Anlaşılmak İstiyor -Yarının Türkiye’si- 01-01-1970 03:00 Vefasızlık, Toplum Güvensizliği -Robotlaşma- 01-01-1970 03:00 Dostluk, Kalp Huzuru Ve Duyguların Bedeli 01-01-1970 03:00 Sevginin Estetiği 01-01-1970 03:00 Toplum Huzuru Ve Güven… 01-01-1970 03:00 İnsani Değerler Tablosu -Haz- 01-01-1970 03:00 Mutluluk Tanımımız Yanlış 01-01-1970 03:00 Aile Kültürü Ve Huzur 01-01-1970 03:00 Kültürde Şaire Bir Parantez 01-01-1970 03:00 Anlama Biçimleriyle Yüzleşmek 01-01-1970 03:00 İnsanlık Kaybı Ve Umut 01-01-1970 03:00 Sarı Yeleklilerin Protestosu 01-01-1970 03:00 Sarı yeleklilerin dinmeyen tansiyonu! 01-01-1970 03:00 ​Sevginin dili paylaştıkça anlaşılır! 01-01-1970 03:00 Bobigny Müslüman Mezarlığı 01-01-1970 03:00 Paris‘te Akşamüzeri… 01-01-1970 03:00 Çocukluğum Ve Necip Fazıl 01-01-1970 03:00 Vel asr’i Başlangıç 01-01-1970 03:00 Kaybediş – Bir Medeniyetin Durdurulması 01-01-1970 03:00 Vel Asr’i - İnsan - Diriliş… 01-01-1970 03:00 İnsanın İç Haritası –Denge- 01-01-1970 03:00 Değişirken Kirleniyoruz… 01-01-1970 03:00 Akif İnan’da sanatsal duruş: Şairin İç Haritası… 01-01-1970 03:00 Sait Faik ve Gerideki Adam 01-01-1970 03:00