‘’Hiçbir sanatçı gerçekten vazgeçmez.’’ Albert Camus
Sait Faik, iç dağılımı çatışmaya mahal vermeden, kendi ön görüsünü hiçe saymadan gerçeklilik ile temellendirmiş bir isimdir. Dönemsel dairenin içinde fazlası ile yer bulmasının nedeni sadeliği. Yaşama gerektiği tonda dokunuş yapmayı tercih eden sanatçı realiteden sapma gösteremez. Düşündüğünü kurguladığını hazır bir fotoğrafta işleyen Sait Faik konuşma dilinin duruluğunu ustaca sunmuştur. Ona göre halkın temel görünürlüğü öne çıkmalıydı öykülerini de bu ana ilke üzerine oturtan Sait Faik aslında kimliği ve eserleri arasında bir iç paradoks yaşamıştır.
Şiirsel bir dil kullanışı, iç ev sıkışıklığından arınma ihtiyacıdır. Dikkat edildiğinde bu iç sesi öykünün bir parçası halinde sunar. “Ya… İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun çinde istediğin kadar sıkar, buruşturuşun, sonra avuç açıldı mı, insanın elinden su gibi fışkırır.’’ (İpekli Mendil)
Öykülerinde hissettiğini değil, yaşamı tercih eden sanatçı, biçim ve uyumluluk kaygısı taşımadan yapı taşını yaşamın değerinin çıplaklığı ile şekillendirmiştir. Toplumum sınıf algısına dikkat çeken Sait Faik, düzeni, ezilmeyi, bireysel ilişkileri, çatışmayı, nihilist başkaldırıyı, yoksulluğu ve halkın içinde halk oluşu öne çıkarır.
O kendi düzenini eserlerinde arka fon olarak sunar ve bunu da başarır. “Fukaralık ayıp değil dediğimiz zaman, hamal olalım, ıskatçı olalım; fukaralık ayıp değil dediğimiz zaman bunun ancak bir teselliden ibaret olduğun ve fukaralığın bal gibi ayıp, hem günah, hem enayilik olduğunu biliriz.” (Şahmerdan)
Sait Faik’in öykü dili, katılığı ret ile başlar. Yaşam içinden beslenmiştir. Kahramanlarına dolaylı bir reaksiyon verdirmeyen yazar, arı, sade bir anlatımın yanı sıra düşündürür.
Cesur, dik dil seçiminin yanında naifliği de elden bırakmayan Sait Faik’in öyküleri kuşatıcıdır. Sadeliği verirken yüzeysellikten de titizlikle uzak durmuştur, bir bakıma sorgulayıcı yanını gizlemeyen öykücü, yaşam acısına parmak basarken pesimistlikten –kötümserlikten- kaçışı okuru rahatlatmıştır.
Yer yer Sait Faik, içsel yolculuğunda yetişemediği, yetemediği ikincil kişiyi de gizlemez “Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Hâlbuki zaman, ağır ağır bizimle akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu.” (Sarnıç)
Sevgiyi de acının üzerine eklemesi kendi ile barışık oluşunun göstergesidir. Gerçekçi oluşu onu iç konuşmalarından çok da uzaklaştırmamıştır. “Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım yolda beni avare ve çırılçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum.” (Semaver)
Sait Faik’in kalıcılığı ve öykü niteliği, onun iyi bir gözlemci olmasından ileri geliyor. Halkı, halka anlattığı için sanatçı öykü dilinde gerginlik yaşamıyor. Bireysel ve toplumsal sorunları akış formunda sunduğu için kalıcı ürünler oluşturmuştur. Rahat söylemleri, konuşma dilini çıplak hali ile verişi Sait Faik öyküsünü farklı kılmıştır. “Nasıl biribirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?” (Lüzumsuz Adam)
Yazar, kendi kürsüsünde gerideki adamın sesini takip ediyor. Öykülerinde geriye doğru kıvrımlar var. Belki bunu bilerek, fazla öne çıkmasını da engelleyerek yapmış olabilir. Hemen hemen her öyküsünde arkasındaki sesi konuşturuyor. Analize girildiğinde Sait Faik’in figürana ihtiyaç duymadığı çok açıktır. Aslında yazar, sorgularken geride bıraktığı kendi kimliğinden kopya çekiyor. Sanatçının kendi gerçeğini rol model kılışı, öykülerinde irdeleyici ve keskin üslubu, teknik sorunları, ikinci planda kalmasına neden oluyor. Bu da Sait Faik’in anlatım ve kurgudaki başarısının bir örneği oluyor. Lev Tolstoy’un dediği gibi “Sanat; düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir.”
Kaynak : SEBİLÜRREŞAD