Altmış yılı aşan karşılıksız Avrupa aşkımızda bir türlü devreye giremeyen aklın emareleri ortaya çıkmaya başlayınca, bunlar ne yapacağını şaşırdı bana sorarsanız.
Türkiye’yi bundan kırk yıl önceki Türkiye sanıyorlar.
Ahı gitmiş vahı kalmış Avrupa’nın bize verecek neyi kalmış ki.
Ama bizim gözü kararmış bir karasevdalı aşıklar gibi Avrupa’nın ayağına kapandığımız yıllardaki alışkanlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Bu melankoli Avrupa’nın içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik açmazı da bütün açıklığıyla ortaya çıkarıyor.
Hafta sonunu Avrupa’da geçirdim.
Ben söyleyeyim, Avrupa ne sosyal ne siyasal ne de ekonomik olarak yeni bir kriz dalgasını taşıyacak güce ve dayanıklılığa sahip değil.
Bunun farkına varacak kadar bir entelektüel zekâ da kalmamış.
Doğurganlık bitmiş, nüfus yaşlanmış, çalışacak adam yok, üretecek kimse kalmamış, Avrupalı orta sınıf yok olmuş gitmiş. Motivasyon sıfır. Gayri meşru olanlar dahil doğurmayı teşvik ediyorlar ama ortada umut verici bir gelişme yok.
Aklı başında olan şunu görür ki, Türkiye Avrupa’nın kurtuluşu için son şans durumunda.
Fazla geçmeden bunu da anlayacaklardır.
Türkiye dinamik orta sınıfı ve satın alma gücüyle Avrupa’nın kurtuluşu için son şans durumunda.
Doğu ile batı arasında eşsiz bir sentez olan Türkiye, dünya barışı için de bir sigorta.
Avrupalı politikacıların bunun farkına varmaması ancak geçici bir dalga yaratabilir.
Politik tercihlerin faturasını ödeyecek olan Avrupa halkı göreceksiniz çok yakın zamanda başını kaldıracaktır.
Bu saldırganlık bizden vazgeçmek için değil, bizi dizayn etmek, bize diz çöktürmek için.
Küçük politik ayak oyunlarıyla Türkiye’nin dizayn edileceğini kendilerine anlatanların aklı kendilerine yetecek durumda değil.
Avrupa bu akılsızlığının bedelini, yüksek sermaye çıkışı olarak ödeyecektir.
Önemli olan Türkiye’nin ayakları üzerinde duracak bir direnci göstermesinde.
Avrupa ve Amerika ekonomisini ayakta tutan körfez ve Arap sermayesinin hareketlerini dikkatle izleyin.
Büyük bir çıkışın tüm işaretleri görülüyor.
Türkiye bu dalgayı yakalarsa artık Avrupa peşimizden çok bakar.
Türkiye’nin regülasyonlarını körfez Arap sermayesinin ihtiyaçlarına göre düzenlemeli. Özellikle de iş dünyası fırsatçılıktan uzak durmalı. Bürokratlar sorumluluklarının ve misyonlarının farkına varmalıdır.
Kesinlikle çok hızlı bir şekilde Körfez Arap bölgesinin ihtiyaçları, eğilimleri, duyarlılıkları ve beklentileri analiz edilip, Türkiye’nin pozisyonunu buna uygun hale getirmek gerekir.
Amerika ve Avrupa da yükselen ırkçılık ve İslam karşıtlığı, bizi en yükseklere taşıyacak büyük bir rüzgâr yaratıyor.
Bu fırsatın küçük hesaplara kurban edilmemesi gerekir.
Yaşar Baş