Yaklaşık iki yıl önce oksidentalizm konusunu yazdığımda birkaç üniversite rektörü konuyu ilginç ve çok önemli bulduklarını ifade etmişlerdi. Bir varlık sorunu olarak oksidentalizmin üniversitelerimizin öncelikli konuları arasında yer alması gerektiğini konuşmuştuk ama başlangıç için bir adım atılmadı.
Oryantalizmin tam karşıtı bir kavram olan oksidentalizm, batının karanlık iktidarının sosyal, ekonomik, tarihsel, psikolojik ve dini yüzünün doğu ekseninden bakarak anlaşılması çalışmalarının bütünüdür.
Batı’yı anlamak hatta Batılılaşmak son dönem Osmanlı aydınlarının ve ilk dönem Cumhuriyet yönetiminin temel hedefiydi.
Batı refah ve özgürlüğün çıkış noktası olarak görüldü.
Sömürgeci ekonominin ortaya çıkardığı zenginlik, zenginliğin tetiklediği rönesans ve reform hareketleri ile yeni bir çağa atlayan Batı’ya eğitim için gönderilen gençler, ülkelerine Batı’nın azad kabul etmez kölesi olarak döndüler. İki yüz yılı aşan Batı’ya yolculuğumuz, bizim kaynaklarımız ve bizim çocuklarımız ile bir selforyantalizme dönüştü. İhtiyacımız olan şey, kendi ülkemiz ve insanımızın Batı’ya raporlanması değil. Batı’da eğitim görenlerden bu karanlık sömürge düzeninin doğru anlaşılması ve bu sömürge düzeni karşısında alınacak pozisyonun aranmasını bekliyoruz.
Yurtdışı eğitim politikamız bu temel sorunun eksenini değiştirecek bir mahiyet hiçbir zaman kazanamadı. Bazı münferit girişimler elbette oldu. Örneğin yakın dönem Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin tarafından atılan adımlar oldu ama bu adımların sonucunu göremeden görevi sona erdi.
En önemli sorun da şu. İlköğretimiyle, yüksek öğretimiyle Türk eğitim sisteminde bu sorunu anlatsanız anlayacak adam bulmak da çok zor. En yetenekli insan kaynağımız, bedeli de bizim bütçemizden ödenerek Batı’ya ve Batı’nın karanlık iktidarına yüzyılları aşan zamandan bu yana kurban ediliyor.
Gidişatın değişmesi için bu taraftan bakmayı bir denemeniz gerekiyor.
Elbette yüzlerce yıla yayılan bir küresel sömürü düzeninin bir tek adım atılarak tamamıyla anlaşılması ve her şeyin bir hareketle değiştirilmesini beklemek doğru değil.
Kim bilir belki de mümkün. Batının karanlık sömürge siyasetinin belki de limitleri tükendiği bir noktadayız. Belki de atacağımız tek bir adım her şeyi değiştirecek bir başlangıç olacak.
O adımın atılması önemliydi. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Bilal Kemikli’den gelen bir mesajla öğrendim ki, o adım Bursa’da Uludağ Üniversitesinde atılmış.
Uludağ Üniversitesi Garbiyat Araştırmaları Merkezi kurulmuş. Bir de hakemli dergileri var. Adı OKSİDENT.
İlk sayısını gördüm. Gerek araştırma merkezinin kuruluş esasları, gerekse de dergisi için seçilen isim ve belirlenen politika çok büyük bir adım atılmış olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin bir üniversite yönetiminin bu konuyu tam da merkezinden kavrayan bir formasyona sahip olduğunu görmenin ne kadar büyük bir gelişim olduğunu ve ne kadar değerli olduğunu yıllar geçtikçe çok daha iyi anlayacağız.
Bu girişimlerin yaygınlaşması gerekir. Bursa’da ortaya çıkan nüvenin, Türkiye’ye model olması ve buradan yükselen duyarlılığın Türkiye’ye yayılması gerekir.
Uludağ Üniversitesi yönetimini gönülden tebrik ediyorum. Üniversite ancak böyle olunur.
Yaşar BAŞ