Tedaviyi reddetme hakkı kabul görmüş evrensel bir ilkedir. İlke olarak hiç kimse bir tıbbi müdahaleye zorlanamaz. Ana her temel ilkenin olduğu gibi tedaviyi reddetme hakkının da istisnaları var.
En yaygın kabul görmüş istisnası da salgın hastalıklardır. Dünyanın bilinen tarihinin her döneminde salgın hastalıklar için örneğin karantina yani dolaşma kısıtlaması uygulanmıştır.
Tıbbi müdahale için rızayı temel şart haline getiren ilkeler, vücut üzerindeki tasarruf hakkının kişinin kendisine ait olduğunu esas alan bir görüşe dayanıyor. Kişi vücudunun sahibi kabul ediliyor ve her türlü müdahale için rıza ön şart olarak görülüyor.
Tedaviyi reddetme hakkı kapsamında vücudu üzerindeki hakların tek sahibi kabul edilen kişinin tasarruf yetkisini kısıtlayan tek istisna da salgın hastalık değil. Ama en temel istisna salgın hastalık.
Çünkü salgın hastalık sadece kişinin kendisi ile sınırlı kalmıyor.
Son salgın dönemine canlı tanıklık ediyoruz. Bir virüs ortaya çıktıktan bir kaç ay sonra dünyanın en ücra köylerine kadar yayıldı. Bu arada ortaya çıkan varyantlara bakıyorsunuz, bu kadar ağır tedbirlere ve yasaklara rağmen kısa zamanda dünyanın her yerine ulaşıyor.
Kendisine virüs bulaşan bir kişi, sadece kendisi hasta olmakla kalmıyor. Bu virüsü çevresine bulaştırıyor. Bulaş zinciri nükleer reaksiyon hızında yayılıyor. Virüsün ulaştığı her nokta bir virüs kaynağı haline geliyor.
Bu anlamda devletlerin korunma tedbirleri kapsamında aşıyı zorunlu hale getirmeleri hukuk ilkelerine aykırı olmaz. Aşı zorunlu hale gelmiyorsa da gerekli izolasyon kurallarının devreye girmesi ve virüse karşı koruma tedbirlerine uymayanların, diğer insanları tehlikeye atmasına izin verilmemesi gerekir.
Şimdi biri çıkıp da, kardeşim vücut benim, ben virüse karşı korunmak istemiyorum diyebilir mi? Diyebilir. Peki, buna karşılık ben de virüs bulaşan biriyle aynı ortamda bulunmak istemiyorum diyebilir miyim? Ben de diyebilirim.
Yani bir kimse hem virüse karşı korunma tedbirlerine uymayıp hem de benimle aynı ortamda bulunmak hakkına sahip değil. Hatta beni kendisiyle aynı ortamda bulunmaya hiç zorlayamaz.
Devletlerin görevi vatandaşlarını her türlü tehdide karşı korumaktır.
Virüse karşı korunma tedbirlerine uymayanlara karşı da kendi vatandaşını korumak devletin asli görevidir.
Devlet, tehlikenin boyutlarını hesaplayarak uygun tedbirler neyse belirleyip uygulamak zorundadır.
Eğer bir devlet meşruiyetini koruyacaksa, vatandaşlarının bulunduğu ortamlardan virüs kaynaklarını izole etmek zorundadır.
Benim kamu hizmetlerinden faydalanmak için temas etmek zorunda olduğum kamu görevlilerinin bir virüs kaynağı haline gelmesine devlet seyirci kalamaz.
Hepimize ait olan toplu taşıma araçlarına virüs kaynağı haline gelmiş kişilerin doluşmasına devlet izin veremez.
Özellikle de devlet, sağlık hizmeti sunanların kendilerinin virüs kaynağı haline gelmelerine seyirci kalamaz.
Aşı olmak istemeyen olabilir. Ancak benimle temas noktalarından uzak tutulduğu takdirde aşı olup olmamak kendi kararına kalabilir.
Hiç kimse hem virüse karşı korunmayıp hem de beni kendisiyle aynı ortamda bulunmaya zorlayamaz.
Devlet aşıyı zorunlu hale getirmiyorsa, aşı olmayanların toplu ortamlarda bulunmasına ciddi kısıtlama getirebilir.
Salgın hastalığa karşı korunma tedbirlerinin kişi özgürlüğü ile de en küçük ilgisi yoktur. Devlet bu konuda her türlü kısıtlayıcı tedbiri alabilir.
Devlet tehlikenin ağırlığını hesaplayarak, virüsten korunmak için yol haritasını belirlemeli ve bu haritayı uygulamalıdır.
Aksi takdirde ciddi hukuki sorumluluklar da gündeme gelecektir. Eğer ben devletin belirlediği önlemlere uyduğum halde, devletin belirlediği önlemlere uymayarak bana virüs bulaştıran kimseler bundan sorumludur.
Devletin görevi de bu sorumluluğun gereğini yapmaktır.