Galatasaray-PSG maçını izleyenler varsa büyük ihtimal yüzü kızarmıştır.
Maçtan sonra Galatasaray teknik direktörü Fatih Terim diyor ki: Aramızda büyük güç farkı var.
Sanki sadece Fatih Terim’in maaşı kadar toplam bütçesi olmayan Tuzlaspor maçını izlemedik. Fenerbahçe, Pendikspor’a yenilmişti de o dönemin yöneticileri bu maç hatırlatılınca hâlâ yüzü kızarıyor.
Sportif bir müsabakada biri kazanacak elbette biri de kaybedecek. Hiç kimse Galatasaray’dan deplasmanda PSG’yi yenmesini de beklemiyor. Ama bir müsabaka varsa sahada iki takım olması gerekiyor. Sizce PSG’nin karşısında sahada Galatasaray adında bir takım var mıydı?
Elenen başka takımlar da var. Ama sahada başlarını dik tuttular ve mücadele ettiler.
Real Madrid ve PSG karşısındaki Galatasaray’ı konuşmuyoruz sadece. Tuzlaspor karşısında kendi sahasında iki farkla maç kaybeden ve sahadan silinen bir Galatasaray’dan da söz ediyoruz.
Bu sezon hak ederek kazandıkları bir tek maç var mı? Lig sonuncusu ve bu hafta öncesinde sadece bir maç kazanmış Kayserispor aleyhine üç kırmızı kart ve bir penaltı verilen maçta maçı bir farkla kazanan bir Galatasaray var.
PSG maçını izlerken utandım gerçekten. Maç dört sıfır olmuş. Fark daha da artmasın diye defans oyuncusu alan bir takım size nasıl bir umut verebilir ki? Koca maçta anlatacağınız bir tek olumlu hareket olmaz mı? Emin olun bu maça çıkan oyunculara verilen paralara değil, Paris’e gitmek için yapılan masrafa bile değecek bir takım yoktu sahada.
Hem de tarihinin en büyük transfer harcamasının yapıldığı bir sezondaki tablo bu.
Finansal Fair Play kriterlerinin arkasından dolanıp, büyük bir tarihin temsilcisi Galatasaray gibi bir takımı kariyeri bitmiş oyuncuların karşısında paspas eden bir yönetim var.
İddia ediyorum bu Galatasaray’ın iki yakası bu aşamadan sonra bir araya biraz zor gelir.
Bir futbol takımının kendi taraftarına ve hissedarlarına ve en önemlisi de kendi ülkesine karşı sorumlulukları var.
Bu yıl Galatasaray yönetimi hangisine karşı sorumluluklarını yerine getirdi ki?
Tarihinin en yüz karası sezonunu yaşıyor. Sahasında üçüncü küme takımına iki farkla yenilen bir takım haline geldiler. Harcamalarını hesapsız kitapsız yaptılar, hiçbir geleceği olmayan bitik oyunculara yatırarak kulübüm kaynaklarını ziyan ettiler. Milli takımın en büyük ivmeyi yakaladığı dönemde bir tek oyuncu gönderemediler. Avrupa sahnesinde on dört gol yediler ve sadece bir gol attılar. Ülke puanını da düşürdüler.
Bir yönetim bir takım için bundan daha büyük nasıl bir kötülük yapabilir ki?
Avrupa kupasından elendi. Türkiye kupasında üçüncü küme takımına kendi sahasında iki farklı yenildi. Seviyesi yerlerde olan Süper Lig’de altıncı sırada.
Aslında suç Galatasaray yönetiminde değil Türkiye’nin futbol yönetiminde.
Türkiye Futbol Federasyonu bu yüz kızartıcı tabloyu değiştirmek için adım atacağına, her şeyi daha da batırmak için kulüplere gelirlerini aşma için belirlediği limitleri arttırıyor.
Futbol Federasyonu yönetimi bu kafayla Türkiye’de futbolu yönetemez. Mali ölçüleri yani Türkiye’nin geleceğini korumak için seçim kaybetmeyi göze alan, bütün siyasi riskleri göze alarak futbol takımlarının finansal pozisyonları için beyaz sayfa açan Cumhurbaşkanımızın yönettiği Türkiye’nin Futbol Federasyonu, mali ölçüleri yerle bir etme hakkına sahip değil.
Aksine mali disiplini daha da sıkılaştırarak, bitik oyunculara bu ülkenin kaynaklarının aktarılmasının önünü kapatacak yollar aramalı.
Vedat Muriqi’ye dört milyon dolar vermeyip Falcao’ya yıllık yaklaşık on milyon dolar vererek harcama limitlerini tüketen bir takıma harcamaları gelirinden daha fazla iken yeni harcama yani borçlanma limitleri açarlarsa, futbolun geleceğini düşündüklerini kimseye anlatamazlar. Hem de ilk on birinde bir tek yerli oyuncu yokken.
TFF mali disiplini sıkılaştırmadıkça hiç kulüp yerli oyuncu yetiştirmeye yönelmeyecektir.
Kulüplere mali imtiyazın da sona ermesi gerekir artık. İmtiyazlar piyasanın koşullarını bozuyor. Kurallar sert uygulansın. Herkes ayağını yorganına göre uzatsın ve kim ayakta kalıyorsa sadece o kalsın. Bu sömürü sistemi bitsin.
Yaşar BAŞ