Balık yemiyormuşuz, peki ama niçin?

Dursun Ali Tökel

07-10-2012 13:13

“Yazıcıoğlu’nun yaşadığı memleket deniz kıyısıdır, oranın ahalisi çok balık yer, çok balık yiyen kişinin de aklı eksik (ahmak) olur.”

 

 Bu itiraz üzerine kitabı getiren kişi, Yazıcıoğlu’nun “kitaba itiraz ederlerse verirsin” dediği mektubu Şeyhülislam’a uzatır. Şeyhülislam mektubu açar. Şunlar yazmaktadır: “Vallahi hiç balık yemedim!”

 

Türk insanın balık yemeyi sevmediğine, balık tüketimimizin dünya ortalamalarının çok altında olduğuna dair sık sık haberlere rastlıyoruz. Dolayısıyla herkes bunun sebebinin ne olduğu merak ediyormuş.

 

Bir gazetede çıkan habere göre, yılda 7 kilo balık yiyormuşuz. AB ülkelerinde bu oran 25 kilo, dünyada 16 kg imiş. Dünyada en fazla balık üretiminin yaklaşık 15 milyon ton ile Çin'de gerçekleşiyormuş. Onu 7 milyon ton ile Peru, 5 milyon ton ile Endonezya, 4.3 milyon ton ile ABD ve 4.2 milyon ton ile Japonya izliyormuş.

 

8 bin 300 kilometrelik kıyı şeridiyle İngiltere, Fransa, Norveç gibi Avrupa ülkelerini geride bırakan, Yunanistan'ı ise ikiye katlayan Türkiye için balık tüketiminin bu kadar az olması herkesi şaşırtıyormuş. (Yaklaşık 500 bin kilo)

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara’da kişi başına sadece 2 kilogram balık tüketildiğine dikkat çekmiş. Yetkililer Türkiye’de bu oranın 7-8 kilogram Avrupa’da ise 24 kilogram olduğunu belirterek, "Başkentlilerin insan sağlığına en yararlı besin kaynaklarından biri olan balığı sofralarında tercih etmiyor olması dikkat çekici” diyormuş.

 

Bu işlerden anlayan birisi de ''Balığı akvaryumda, denizde seviyoruz ama yemiyoruz. Balık tüketmeyi sevmiyoruz''demiş.

 

Niçin Balık Yemiyoruz

 

Bunun sebepleri etraflıca araştırılmış mı bilmiyorum, aramalarım da bir netice vermedi. Pek çok bilim adamı, araştırmacı, balık tüketiminin çok az olduğunu söylüyor, istatistikî rakamlar veriyor ama bunun sebepleri üzerine bir şey söylemiyorlar.

 

En yaygın sebeplerden birisinin balık fiyatlarının pahalılığıyla ilgili. Ama bunun da inandırıcı olmayacağı söylenerek, her mevsim her bütçeye uygun bir balık cinsinin mutlaka bulunacağı belirtiliyor.

 

Bu konuda yapılacak yorumlardan birisi, Türklerin Orta Asya kökenli olduğu, uçsuz bucaksız bozkırlarda yaşayan bu ırkın başlangıç çağlarından Anadolu’ya gelinceye kadar binlerce yıl boyunca balıkla hemen hiç ilişkisinin olmadığı yönündedir. Bizler protein ihtiyacımızın büyük bir kısmını kırmızı et, tavuk ve tahıllardan sağlıyormuşuz..

 

Zaten Türkçedeki balık adlarının pek çoğu Türkçe değildir: İstavrit, lüfer, çinekop vb. mevcut adlar da Türklerin Anadolu’ya geldiğinde burada yaşayan milletlere aittir.

Bizler balıklara ad vermişsek genellikle ya biçimine (kılıç balığı, dil balığı, taht abalığı vb) veya rengine göre (alabalık, sarıbalık vb.) ad vermişizdir.

 

Denizi pek sevmememiz de daha çok bu Asyalı kökenimizle alakalıdır. Bir divan şâiri şöyle söylüyor: Gemiyi duvarda suyu bardakta severim. Sâdî-i Şîrâzî’nin “gerçi nimet denizin ortasındadır ama selamet de sahildedir” sözüyle Harîrî’nin Makâmât’ında zikrettiği ”yüzme bilsen de denizle meşgul olma, çünkü selâmet sâhildedir.” Hikmetli beyanı, aslında Doğu milletlerinin denize bakışını gösteren iyi birer örnektir.

 

Muhammediye ve Balık

 

15. yüzyılda Yazıcıoğlu Muhammed’in yazmış olduğu Muhammediye adlı bir eser vardır. Bu eser yazıldıktan hemen sonra o kadar meşhur olmuştur ki okuryazar olan hemen her Osmanlının evinde bu kitap mevcuttur. Sadece bir kitap olarak görülmemiş, etrafında pek çok efsaneler oluşturulmuş, pek çok insan bu eseri baştan sona ezberlemiştir.

 

Fuad Köprülü’nün de belirttiği gibi “Hacı Bayram müritlerinden Yazıcıoğlu Mehmed’in 853 hicride ikmal ettiği Muhammediye, yalnız Türkiye’de değil, Kırım’da ve daha sonra Kazan’da ve Başkurt Türkleri arasında büyük bir kudsiyet kazanmıştır.” Osmanlı-Türk toplumunda da bu eser yüzyıllar boyu derin bir huşu, büyük bir hürmet ve özel törenlerle ezberden okunmuştur. 9000 beyitten fazla olan bu metni ezberleyenlerin bu metinlere nasıl kutsal bir gözle baktıkları bellidir. Yazıcıoğlu’nun Muhammediye ile nasıl bir eser ortaya koyduğu şu cümle ile gayet veciz bir şekilde dile getirilmiştir: “Şöyle bir sanat ihtirâ itmişdür, güyâ hemân âvâmın itikâdı anun üzerindedür.”  Bu tespit şu hakikati dillendiriyor: Yazıcıoğlu öyle bir eser ortaya koymuştur ki sanki bütün inananların itikadı bu kitap üzerinedir.

 

Eski zamanlarda hemen her evde bir Muhammediye bulunduğunu ve bunları ezberden okuyanların olduğunu Evliya Çelebi de rivayet etmektedir: “Evliya Çelebi nice bin âdemin Muhammediye’yi ezbere bildiklerini kaydeder. Bilhassa eskiden hemen her evde bir Muhammediye nüshası bulunur, kış gecelerinde okunur, yer yer ağlanırdı.”

 

Yahya Kemal Beyatlı annesinin Muhammediye okuma halini şöyle anlatıyor: “Annem Yazıcızâde'yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba eğilişini hâlâ görür gibiyim. Çok yerlerini anlamadığım halde, annemin yüksek sesle ve makamla okuyuşundan dinlediğim Muhammediye’nin o mısraları bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküb'ün ve müphem surette bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi. Daha o yaşta Yazıcızâde Mehmed Efendi'nin Türklük’le İslamlık’ı yoğuran milli-İslamî harsını benliğimde hissetmeye başlamıştım.”

 

Bilhassa dini kültürümüzü derinden etkileyen bu eserin yazımından sonra, eserin yayılması için devlet makamlarından gerekli iznin alınmasıyla ilgili bir rivayet vardır ki, burada bahsi geçen balık mevzuu asırlar boyu dilden dile yayılmıştır.

 

Yazıcıoğlu Mehmed, dostlarının da teşvikiyle Peygamberimizin sünnetini, mucizelerini, daha birçok vasıf ve özelliklerini yazmayı düşündüğü Muhammediye adlı eserini üç sene gece gündüzlü bir çalışma sonunda tamamlar.

 

Eserin zamanın şeyhülislamı tarafından onaylanması için de birisini kitapla beraber Şeyhülislam’a gönderir. Gönderdiği kişiye bir de mektup verir ve eğer Şeyhülislam kitaba itiraz ederse ona bu mektubu vermesini söyler.

 

Kitaba şöyle bir göz atan Şeyhülislam, Yazıcıoğlu’nun bazı meselelere bakışını beğenmemiş olacak ki kitaba itiraz ederek şöyle söyler: “Yazıcıoğlu’nun yaşadığı memleket deniz kıyısıdır, oranın ahalisi çok balık yer, çok balık yiyen kişinin de aklı eksik (ahmak) olur.”

Bu itiraz üzerine kitabı getiren kişi, Yazıcıoğlu’nun “kitaba itiraz ederlerse verirsin” dediği mektubu Şeyhülislam’a uzatır. Şeyhülislam mektubu açar. Şunlar yazmaktadır: “Vallahi hiç balık yemedim!” Yazıcıoğlu’nun bu kerameti karşısında şaşırıp kalan Şeyhülislam kitaba derin bir hürmet duyarak hemen mühürler ve getiren kişiye teslim eder. (Amil Çelebioğlu, Muhammediye, I. Cild, s. 88). Bundan sonra ”balık yiyen ahmak olur” diye bir söz ortalığı kaplar, kaynağı nedir bilinmez.

 

Sözün tesirli olması için hakikat olmasına gerek yok ki. Bu rivayet, keramet veya her ne ise bu vak’a doğru mudur, böyle bir hadise yaşanmış mıdır? Bunu bilemeyiz.

 

Asırlar boyu bir kutsal kitap gibi okunan bu eserin balık yemeyi olumsuzlayan bu efsanevî hikâyesi acaba milletimizin balık yememesinde etkili bir rol oynamış mıdır?

 

Hemen “böyle saçma şey mi olur, ne yani şimdi balık yiyenler hepsi aklından eksik, ahmak mı?” demeden önce bu ifadeleri sarf eden insanların eksik akıllı’nın veya ahmak’ın kim olduğuna dair şu sözlerini okuyalım:

 

“Aklı hiç olmayana deli denir. Aklı olup da aklını kullanmayana veya kullanamayana ahmak denir. Ahmak aklı az, görüşü kısa, basiretsiz, kötü huylu kişidir.”; “Anadan doğma körlerin görmesini sağlamak, hattâ ölüleri diriltmek bana zor gelmedi. Fakat ahmak olana, doğru sözü anlatamadım. (Hz. İsa)”; “Dünyayı ele geçirmek için âhireti ihmal etmek ahmaklıktır”; “Ahmağın üç alâmeti vardır: Farzlarda tembellik, boş işlerle uğraşma ve Allah’ın yarattıklarına eziyet etme”; “Aklı olan karı-koca birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek ahmaklık alâmetidir.”; “Ahmaklığın alâmeti, kendi ayıbını bırakıp, başkalarının ayıbıyla uğraşmaktır.”; “Yaratıkların en ahmağı nefistir. Çünkü her isteği kendi aleyhinedir. (O zaman en zavallı ahmak, isteklerinin pek çoğunun kendi aleyhine olacağını bile bile sürekli isteyip durandır.).

Efsâne, hurâfe, bidat, uydurma, bu çağda bu olur mu... ne derseniz deyin, balık yemekle bu tür akıl kıtlıkları veya ahmaklık arasında bir ilişki kurulabilir mi? Buyurun, bu da sizlere kalmış.

DİĞER YAZILARI Cinnet Buğdayları 01-01-1970 03:00 Âlim Kime Derlermiş 01-01-1970 03:00 Cedel Ve Bedel 01-01-1970 03:00 Bana Geleneğini Söyle... 01-01-1970 03:00 Alâmet Kıyâmeti: Şeysiz Şeyler Üzerine 01-01-1970 03:00 Özgürlük Neyimizdir 01-01-1970 03:00 Kimi Seçelim 01-01-1970 03:00 Samsun Büyüyor, Ya Kütüphanesi? 01-01-1970 03:00 Bu Kadar Aktörü Olan Eğitimden Ne Çıkar? 01-01-1970 03:00 Din Ne Kadar Umûrumuzda? 01-01-1970 03:00 Bu Hastalar Niçin Gülüyor 01-01-1970 03:00 Edilgenliğe Sığınma Yahut Sezai Karakoç Ne Diyor Ki 01-01-1970 03:00 Vefa Bayrağı 01-01-1970 03:00 Gri Alan Münafıkları 01-01-1970 03:00 Bir Süper İnsan Tasarımı 01-01-1970 03:00 Câmilerimiz Ve Kaybolan Rûhâniyetimiz 01-01-1970 03:00 Devletimiz “Akıl”Lanıyor 01-01-1970 03:00 Ben Kendimin Neyi Olurum 01-01-1970 03:00 Tarikat, Cemaat Yoldur Varana da… 01-01-1970 03:00 Aldatanlar kimlerdendir 01-01-1970 03:00 İstemek 01-01-1970 03:00 Türkün Alfabe İle İmtihanı 01-01-1970 03:00 Âkıl Adam Kimdir? 01-01-1970 03:00 Açlıkla Doymak 01-01-1970 03:00 Bir sapma: Ölüm güzellemesi 01-01-1970 03:00 Mandelalar, Harunlar Hayatını Kaybetti De... 01-01-1970 03:00 Sizi Silkeleyenler Var Mı? 01-01-1970 03:00 Ezan deyip geçmeyelim! 01-01-1970 03:00 Bırak (ma) bu hayalleri, bana bir hayal kur! 01-01-1970 03:00 Eğitilmiş İnsan Kimdir? 01-01-1970 03:00 Öğrenci evleri de... 01-01-1970 03:00 TV'lerde Ne Konuşursak Doğru Olur 01-01-1970 03:00 Edepte fukarâ isek hakikate bigâne oluruz 01-01-1970 03:00 BİR UTOPYA: Birlik ve Beraberlik! 01-01-1970 03:00 Ramazan biraz da annedir 01-01-1970 03:00 Ayaklarımız Bize Neyi Hatırlatıyor 01-01-1970 03:00 İbadetin Nihayeti Ne İçindir? 01-01-1970 03:00 İlahi-Yat 01-01-1970 03:00 Gökten Kitaplar Kar Gibi Yağınca… 01-01-1970 03:00 444 01-01-1970 03:00 Bu anneler hangi yarışı kaybediyor? 01-01-1970 03:00 Görenedir Görene, Köre Nedir Köre Ne! 01-01-1970 03:00 DersHâne-TestHâne-TesellîHâne 01-01-1970 03:00 Anne-babalık çok mu kolay ki… 01-01-1970 03:00 Öte Dünya Fikri 01-01-1970 03:00 Gerekimizi anlayanlar var! 01-01-1970 03:00 Salâlar kimin için okunuyor/ Çanlar kimin için çalıyor 01-01-1970 03:00 Ruhlardaki Cömertlik 01-01-1970 03:00 Çocuklara sadece isim mi veriyoruz(3) 01-01-1970 03:00 Ahlâka İhtiyacı Olmayan Kim 01-01-1970 03:00 Gençleri Anlamak 01-01-1970 03:00 Meyve Adlarını Da Kaybetmişiz 01-01-1970 03:00 Körsel Vaazdan Görsel Vaaza 01-01-1970 03:00 Dördüncü kişi olmaktan nasıl kurtuluruz? 01-01-1970 03:00 Allah’ın Evleri İçin Layık Gördüğümüz Yerler… 01-01-1970 03:00 Kur’an da tercüme ediliyor da... 01-01-1970 03:00 Bana arşivini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim 01-01-1970 03:00 Güç" Kurdu "Öteki" Ağılına Girerse... 01-01-1970 03:00 Körsel Vaazdan Görsel Vaaza 01-01-1970 03:00 BU ANNELER HANGİ YARIŞI KAYBEDİYOR? 01-01-1970 03:00 ORDULU CANLI BOMBA (LAR) 01-01-1970 03:00 BİR İLACIMIZ BİLE YOKMUŞ! 01-01-1970 03:00 AÇLIK TOKLARDAN, YAZMAK BİLİNÇTEN 01-01-1970 03:00 İSTEMEK 01-01-1970 03:00